Zafer Yollarında Mustafa Kemal’e Yapılan Tezahürat
Halk Gazi’nin otomobiline doluyor, O’nu yanaklarından öpüyor, omuzlarını okşuyordu
Gazi Mustafa Kemal Paşa 30 Ağustos zaferini müteakip Ankara’ya avdeti sırasında, devlet merkezi istasyonunda karşılanıyor.
10 sene evvel bugün muzaffer Türk ordularını güzel İzmir’in kıyılarına ulaştıran büyük taarruzdan yedi gün evvel, Ağustos’un 23’üncü günü akşamı idi. Sakarya zaferini müteakip, taarruz kararını veren ve vaziyeti tetkik etmek üzere cepheye gidip bir kaç gün sonra Ankara’ya dönen Atatürk, o akşam maiyeti erkânı ile birlikte, gizlice şehri terk etmişti. Son ve kat’î darbeyi indirmek üzere hazırlanan büyük taarruza o kadar ehemmiyet veriliyordu ki, Atatürk’ün cepheye yaptığı bir kaç günlük ilk ziyaret gibi, 23 Ağustos akşamı Ankara’dan yola çıkışı da, tamamen gizli tutulmuş, Başkumandan’ı soranlara, hasta olduğu, kimseyi kabul etmediği söylenmesi, Çankaya köşkünde kalanlara sıkı sıkı tembih edilmişti.
Ankara’dan, otomobillerle yola çıkan Atatürk ve maiyeti erkânı, Konya ve Akşehir yolunu takiben cepheye vardılar. 26 ağustos günü sabahı, alaca karanlıkta da taarruz, bütün şiddeti ile başladı. Tam manası ile yıldırım kadar süratli olan ve bütün dünyaca mucize diye karşılanan bu müthiş taarruzun, her adımında bin bir kahramanlık menkıbesi doludur. 26 Ağustos’ta başlayıp 30 Ağustos’ta zaferle biten bu taarruzda, Başkumandan’dan nefere kadar bütün ordu, tek bir vücut gibi, aynı ateşle, aynı emelle, aynı hamle ile ileri atılmıştı. Atatürk’ün, tarihi yapan en büyük kumandanlardan biri olduğunu, dünya, bir yabancı ağzından, hem de düşman ordusu kumandanı olan bir yabancının ağzından ilk defa, o büyük zaferin içinde işitmişti.
26 Ağustos taarruzu ile başlayan muharebenin sayısız esirleri arasındaki dört düşman kumandanı, Dumlupınar’da, Atatürk’ün huzuruna getirilmişlerdi. Bunlar, Başkumandan’ın emri ile Kemaleddin Sami Paşa tarafından esir edilen generallerdi.
Bu generallere, icap eden sualler sorulup cevapları alındıktan sonra, içlerinden biri, karşılarındaki zatın kim olduğunu merak edip sormuştu. Orada bulunanlar generalin sualine:
– Mustafa Kemal Paşa’dır, cevabını verdiler.
Bunun üzerine, esir general, gözlerini hayretle açmıştı. Bu sahneye bizzat şahit olan merhum Salih Bozok, hâdiseyi şöyle anlatır:
General, inanmak islemiyordu. Sualini tekrarladı.
– Fakat bu Mustafa Kemal Paşa, bizim bildiğimiz Mustafa Kemal Paşa mıdır? dedi. Görüştüğü zatın, hakikaten Başkumandan Mustafa Kemal Paşa olduğunu öğrendikten sonra:
– Dün de burada mıydı? diye sordu.
– Başkumandanlık muharebesini bizzat kendisi idare etmiştir, cevabını verdik.
Düşman generali bir müddet sustu. Sonra, nazarlarını, hürmetle, takdirle Gazi Paşa’ya atfetti ve dudaklarından şu sözler döküldü:
– Zafer, galibiyet, şeref ve bu topraklar, herşey sizin hakkınızdır. Bizim Haci Anesti İzmir’den kıpırdamadı.
Taarruz esnasında, halkın, Afyon’da başlayıp Akdeniz kıyısına kadar devam eden tezahüratı da, Türk milletinin, kurtarıcılarına karşı beslediği şükran duygusunu, en veciz şekilde göşteren coşkun bir samimiyet ifadesi olmuştu. Bilhassa, Atatürk ve maiyeti erkânı Armutlu köyünden geçerlerken, yol üzerine toplanan köy halkının ellerinde testiler ve maşrapalarla askere su yetiştirmeye çalışması, bütün gözleri yaşarttı. Bu sırada, orada hazır bulunanların hepsini heyecanlandıran bir sahne cereyan etmişti. Atatürk’ün otomobili, oradan geçen bir takım arabalara ve hayvanlara yol vermek üzere kenara çekilip durmuştu. Atatürk, bir sigara yakmak üzere, gözünden toz gözlüğünü çıkardığı zaman, yol kenarında duran kalabalık arasından birdenbire ayrılan bir ihtiyar köylü otomobile yaklaştı. Atatürk’ün yüzüne, bir müddet dikkatle baktıktan sonra, koynundan bir kartpostal çıkardı. Bunu avcunda tutarak otomobilin basamağına çıktı. Bir elindeki karta, bir Atatürke baktıktan sonra, parmağını O’na doğru uzatarak:
– Bu, sensin! diye bağırdı.
Sonra, köylülere döndü:
– Arkadaşlar, bu Mustafa Kemal’dir! dedi.
Bu hitabı takip eden sahne, hayatında pek çok şeye şahit olan değme insanın bile göremeyeceği heyecan verici bir sahne olmuştu. Köylüler, bir an içinde, Kurtarıcı’nın otomobilini kuşatmışlardı. Otomobile doluyorlar, Atatürk’ün kalpağını, omzunu öpüyorlar; çizmelerinin tozunu yüzlerine, gözlerine sürüyorlardı. Bütün bir milletin sonsuz şükranını çok belirgin bir şekilde gösteren bu tezahürü durdurmaya imkân olmadığını görenler, şoföre, çaresiz, hareket emri verdiler. Otomobil uzaklaşırken, köylülerin sesi, hâlâ uzaktan işitiliyordu.
Bu arada, ordu, çelik adımlarının metanetine, çelik kanatların süratini de ilâve etmiş gibi, merhaleleri hiçe sayarak ilerlemiş, İzmir’e varmıştı. Süvari kuvvetlerinin Kordon’da işitilen ilk nal seslerine, halkın sevinç avazeleri karışıyordu. O gün ortalık kararırken, ufku kızıla boyayan güneşe, ayla yıldız ile ve onu kıskandıracak kadar ateş alı rengi ile, ikinci bir güneş rekabet etmişti. Kadifekale’ye, Türk bayrağı çekiliyordu.
İzmir’in üzerinde bir sıyanet meleğinin koruyucu kanadı gibi dalgalanan bu bayrak kaleye çekilirken, Atatürk ve O’nun kahraman kumanda heyeti, göğüslerini iftiharla kabartan, gözlerini sevinçle yaşları ile dolduran bu şanlı manzarayı, İzmir’e hâkim bir tepeden seyrediyorlardı.
Cumhuriyet Gazetesi, 30 Ağustos 1941