Yüz Yıl Önce İstanbul’da İspanyol Gribi salgını – Ünlü Edebiyatçımız Ahmet Rasim Bey Anlatıyor
Ahmet Rasim Bey’in 4 Ocak 1920 tarihli Yeni Gün gazetesinde yayımlanan “Bugünlerin Muhaveratı” başlıklı yazısı:
“Koca İstanbul!.. Tuttuğunu büküp eziyor, kırıp geçiriyor!..Şikâyet eden edene:
– Evde beş kişiyiz.. Beşimiz de hurde-haş!..
– Bu sabah bizim küçük bir aksırdı, burnundan lüle gibi kan geldi… Korktum bir hekim çağırdık… İspanyol dedi, gitti.
– Bende de bir kırıklık var… arada bir ürperme geliyor..
– Bu gece sabaha kadar uyumadık… Refika bizi korkuttu.. Hararet kırkı buldu…
– Valide dün akşama doğru biraz gözünü açtı…
– Odadan içeriye girdim ki dalgın yatıyor… Fena fena sayıklıyordu.
– Nasıl kızmazsın?.. Daha dün kalktı, öğleğin eve gittim ki bizim oğlan keten helva yatıyor. Açtım ağzımı..
– Bu melunun devr-i nekaheti daha tehlikeli…
– Bundan evvel veba idi ama bu bela!.. Girmedik köşe bucak bırakmıyor…
– Yahu!.. Hayvanlara bile salıyor… bizim zavallı Fındık da hasta!..
– Peder dört gün dört gece inledi. Gelsin müshil, aspirin,.. ıhlamur, çay!.. Bir para etmedi.. En nihayet saray kırmızı içirdik.
– Sepet buğusu yaptık da iyice terledik.
– Neden sonra gözlerini açtı…
– Yine eski kadınlar sağ olsunlar.. Bizim bu büyük kız, bana da geçer diye odamdan içeriye ayak atmadı!. Hoş isabet oldu ya..
– O da tutulacak olsa idi hâlimiz hantuman idi!.
– Ben anladım ama.. Herif bir öksürdü kandil kandil etrafa yağdırdı… Ne adamlar var?. Gazetelerde yazdılar, öksürürken, aksırırken mendil tutun, dediler. Takdir eden kim?
– Hiçbir yerimde şikayetim yok.. Alabaşım! Zong zong ötüyor!.
– Bir nezle, bir nezle!… Burun değil, horhor çeşmesi… Bütün su!.. Haddin varsa mendil dayandır.. Bu üçüncü!..
– Az kaldı, nefes almayıp boğulacak idim… Boğazımda ne kadar bademcik varsa cümlesini şişirdi… Ne hınzır hastalıkmış!…
– Benim hizmetçiyi görme!.. Bütün bütün salak oldu!.. ….ya!… kız terlik giy, hırka giy.. biz taşralıyız, alışkınız diyordu; hastalık da taşralı.. Üşenmeden ta İspanya dan geliyor!..
– Bu kış da hekimlere, eczacılara yaradı. Vizite iki, reçete bir buçuk!…
– Unutma!. Arkaya omuzlarla beraber pamuk… bele yün kuşak!.. Ayağa fanila çorap… Ağıza nane şekeri… ye babam ye!…
– Üç gün üç gece ağzıma lokma-ı vahide sokmadım… En nihayet akşama doğru titreye titreye dalmışım… Uyandım ki sucuk gibiyim.. Ne yorgan kalmış, ne çarşaf, ne de şilte!.. İnsan altına kaçırsa bu kadar ıslatmaz!…
– Rüya değil gazete!… Tramvaydan mı düşüp başım yarılmadı!.. Otomobil mi çiğnemedi? Vapur mu batmadı!… Hele bir de… kendi kendime güldüm a…. Mebus çıktım. Halk toplanmış.. Hamamcının mecliste ne işi var? Diye bar bar bağırıyorlar!… İçlerinden biri: Bu adamın hamamına ne zaman gittim ise soğuk idi. Daha külhanı ısındırmasını bilmiyor, ey ahali sorarım size!.. Bu kadar anasırı birbirine nasıl ısındırır!
Diye tir tir tepiniyordu. Hâlbuki ne hamamcıyım ne külhancı! Daha neler neler!..”
A. R [Ahmet Rasim] Yeni Gün gazetesi, 4 Ocak 1920, sayfa: 2
Saray Kırmızı: “Magnificent structures of philanthropy: the şifahanes of İstanbul” adlı eserin 106. sayfasında şöyle yazılı:
“O dönemin mucize ilacı olan “saray kırmızı” diye bilinen ve aynı adı taşıyan bir böcekten elde edilen “kırmız macunu” denilen ilacın, soğuk algınlığına ve sıtma nöbetlerine iyi geldiği, saray kayıtlarındaki reçetelerinde ise halis kırmız olarak tanımı yapıldığını anlamaktayız. Bu ilaç karışımlarının saraydaki hastanelerde de kullanıldığı açıktır.”
Kaynak: Abdullah Kılıç, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A. Ş. Yayınları, 2009, sayfa: 106