Yunus Nadi, Büyük Şefin Ölümü Önünde, Cumhuriyet

Yunus Nadi, Büyük Şefin Ölümü Önünde, Cumhuriyet, 11 Kasım 1938

Büyük Türk milleti her mânasiyle büyük evlâdı Atatürk’ün ölümüyle büyük matem içindedir. Gözlerimizden kanlı yaşlar akarak ifade ettiğimiz bu hakikatin sonsuz teessürleri arasında genç Atatürk’ün mütemadiyen karşımızda yükselen, çepçevre her tarafımızı kaplıyan beşuş ve asil simasiyle avunabiliyoruz. Memleket ve millet O’nun manevî varlığı ile o kadar kaynaşmıştır ki her tarafta O’nu ve eserini görerek ”hayır; Atatürk ölmemiştir, O işte bütün canlılığiyle gözlerimizin önünde yaşıyor” diyeceğimiz geliyor. Halbuki aziz Ulu Şefimiz fâni hayata gözlerini kapamıştır. Bu bir hakikattir, hazin ve acı bir hakikat. Demek hayal ile hakikat arasında bocalıyoruz. Bununla beraber bu hayal kuru bir teselli veya aldatıcı bir malihulya değildir. Atatürk fâni olan şahsiyetiyle değilse ebedi olan eserlerine nakşolunmuş mâneviyetiyle aramızda yaşıyor ve yaşıyacaktır:

Türklüğün devamı müddetince, yani sonsuz zamanların bütün imtidadında.

İnsan olarak fikirden önce ve tabii teessürü her düşünceye takaddüm eden bir hassasiyetle, etten, kemikten ve sinirden müteşekkiliz. Atatürk sevgisiyle o kadar meşbuuz ki, O’nun, heyhat, son krizde artık beklenen, ölümü haberiyle nutkumuz tutulacak ve aklımıza durgunluk gelecek veçhile sarsıldık.

Bugün 9,25 te Ankara garına giren İstanbul tireniyle Ankara’ya çıktıktan sonra iki tereddüt dakikalarında kimse yüksek sesle diğerine hitabedemiyor, hattâ herkes yekdiğeriyle konuşmaktan mütehaşi birer hayalet gibi geziyordu. Alınmasından korkulan zalim ve acı haber nihayet, bilmiyoruz nereden ve nasıl, bir kâbus sıkletiyle ortalığa düştü değil de âdetâ çöktü. Bir aralık uğradığımız Mecliste ayaklarının ucuna basarak yürüyen arkadaşların gözleri bulutlu, ağızları kenetli, boğazları tıkalı nerde ise hafakandan boğulacakmış manzaralarına tahammül etmek imkânı yoktu. İnsanın üstüne dağlar devrilse bilmiyoruz bu kadar sıkabilir, ezebilir miydi? İşte et, kemik ve his tarafımız. Bu derin ve yüksek ıstırabı ancak bol gözyaşları yıkayıp hafifletebilir…

Bununla beraber Atatürk’ün ölümünde şu hususiyet var ki biz O’nun aramızdan sökülüp gitmesi elemiyle asla teselli bulmıyacak gibi sıkılır sızlanırken, Büyük Şef kâh şen ve beşuş, kâh vakur ve âmir çehresiyle mütemadiyen karşımızda tecelli ederek, etrafımızı alarak, benliğimizi ihata ederek hep bize sıkılıp kalmamak, sızlanıp durmamak lüzumunu ihtar ediyor. Burada varlığımızın fikri ve manevî tarafına geçiyoruz. Her zerresinde bir Atatürk tablosu parlıyan büyük memleket ve millet eserinin içinde kendimizi daima Büyük Şef’le karşı karşıya görüyoruz, hep beraber buluyoruz.

Gene O emrediyor, biz yapıyoruz ve yapacağız gibi geliyor bize. Mevzuu maddî olmıyan bu görüşün yalnız avutucu bir hayal olmadığını söylemek lâzım. Bütün kalbimizle hissediyor ve olanca şuurumuzla inanıyoruz ki bu mânevî görüş, ölümün ifade ettiğinden asla az olmıyan diğer bir hakikati ifade ediyor. Ellerimle tutacak gibi görüyor, anlıyor ve inanıyorum ki fâni şahsiyetinde vefat eden Büyük Atamız manevî varlığında asla ölmemiştir, O baştan başa bütün memlekette, bütün milletimiz içinde manevî varlığının olanca kudretiyle yaşamakta devam ediyor. Hür, müstakil ve inkılâpçı Türkiye onun eseridir. O, bize ve gelecek nesillere emanet olan bu büyük eserlerinin içinde ebediyete namzet bir hayatla yaşıyarak bize kuvvetli prensiplerinin daima ve daima nurlu direktifleriyle rehberlik edip gitmekten bir gün bile fariğ olmıyacak ve böylelikle aramızdan bir an bile eksik olmıyacaktır. İşte Türk milleti için de ve Türk milleti için Atatürk budur.

Ey Büyük Türk Milleti! Atatürk’ün ölümiyle derdin, kederin ve matemin büyüktür. Ancak teselli vesiylen de küçük değildir; Atatürk sana üzerinde şaşmadan asırlar ve asırlarca yürüyeceğin eserler ve prensipler bıraktı.

O eserlerle prensipler üzerinde çalıştıkça sen bugün matemini tuttuğun aziz büyük evlâdınla âdetâ kucak kucağa yaşamakta devam edeceksin.

Ey Türk genci! Sen tarihin en büyük insanından mukaddes bir emanet ve en fena şartlar içinde dahi behemehal yerine getirilecek muazzez bir emir ve işaret aldın. Atanın manevi ve uhrevî gözleri sana dikilirdi. Elbette sen vazifeni nesilden nesile daha mükemmel yapmak suretiyle, onun ruhunu şâdettiğin kadar vatanını ve milletini mes’ut ve bahtiyar kılacaksın.

Ve nihayet kâh şen ve beşuş, kâh vakur ve âmir mütemadiyen karşımda tecelli eden Atatürk’e hitabediyorum:

Ulu Şefimiz, bizi bırakıp gitmenden çok mükedder ve matemliyiz. Amma bu hüzün ve hasreti hep senin gittiğin yolda yürüyerek, senin bıraktığın istiklâl ve inkılâp eserlerini her gün daha mükemmel, daha kuvvetli ve daha yüksek yaparak yenmeğe çalışacağız. Büyük Türk Milletini, tıpkı senin umduğun ve istediğin gibi, behemehal dünyanın en büyük milletleri sırasına koyacağız.