Yahya Galip Kargı
“Seni görmeye geldik Paşam!”, “Vatan uğrunda ölmeye geldik Paşam!” coşkulu sesleriyle Ankaralılar, Mustafa Kemal Paşa’yı 27 Aralık 1919 Cumartesi günü öğleden sonra Dikmen sırtlarında bağırlarına basıyorlardı.
O gün, karşılayıcılar arasında XX. Kolordu Komutanı Ali Fuat (Cebesoy) ve Vali Vekili Yahya Galip (Kargı) da vardır. Ankara Valisi Muhittin (Ulunay) Paşa, Yozgat’ta denetlemelerde bulunduğu sıralarda Ankaralıların başkaldırdığını öğrenir, herhangi bir girişimde bulunmasına meydan verilmeden milli güçler tarafından tutuklanır. Kendisine vekalet etmekte olan Halet Efendi de bu durum karşısında İstanbul’a sığınmaktan başka çare bulamaz. Artık, görev Defterdar Yahya Galip’e kalmıştır.
Halkın da isteğiyle vali vekilliğine atanan Kargı’ya, yine halkın da katıldığı bir toplantıda, o günlerin Haymana Kaymakamı ve daha sonra Ankara Emniyet Müdürü olan Cemal Bardakçı tarafından, şehrin başsız durumu nedeniyle “Hakan” adı takılır ve bu tarihten sonra hep “Hakan” sanıyla anılır.
Artık o, Mustafa Kemal Paşa’nın emrinde ve hizmetindedir. O’na inanarak bağlanmış ve hayatını O’na ve vatana adamıştır. Kargı, Mustafa Kemal’in kişiliğini ve güçlülüğünü yansıtan bir anısını şöyle anlatır:
“Ali Rıza Paşa Kabinesi’nin henüz istifa ettiği sıralarda idi. Bir sabah Mustafa Kemal Paşa, beni Ankara Tarım Okulu’ndaki evine, acele çağırdı. Kapıdan içeri girer girmez, bir şeye canının sıkıldığını anlamıştım. Ayakta emrini bekliyordum. Bana söylediği şu oldu:
– Git, Padişahı telgraf başına çağır! Ve kendisine uygun bir dille anlat; Damat Ferit Paşa’nın yeniden işbaşına getirilmesini millet kesin olarak istemiyor. Ortada dönen söylentileri hemen yalanlayarak bizi inandıracak bir yanıt versin!
Şu anda hiçbir resmî görevi bulunmayan eski bir Osmanlı Paşa’sının Padişah’a uşağı gibi davranmasını şaşkınlıkla karşılayacak kimseler bulunabilirdi. Fakat, ben onu çok iyi anladığım için “Padişah’ı telgraf başına çağır!” emrini vermesinde hiçbir fevkaladelik bulamamıştım. Şehit Mahmut Bey’le, Genel Kurmay Başkan Yardımcısı Halis (Bıyıktay)’ı yanıma alarak, doğruca telgrafhaneye koştum. Makine başındaki ere, hemen Saray’ı bulmasını söyledim. Bir kaç dakika sonra Saray karşımızda idi.
– Burası Ankara… Padişahımızı(!) istiyoruz, dedim. Cevap epeyce gecikti. Sonunda, kısa bir tıkırtı arasında bildirdiler:
– Başkatip karşınızdadır, konuşunuz!
– Hayır, Başkatip’le konuşmaya yetkili değilim. Bizzat Şevketmeab Efendimizi telgraf başına çağırınız!…
Bir süre yine ses kesildi. Bu kez, bizimle görüşmek isteyen Başyaver’di. Aynı karşılığı verdim:
– Başyaver’le de konuşmaya yetkili değilim. Şevketmeab’ı makine başına çağırınız!
Bilmem ne kadar bekledikten sonra, tel’in öteki ucunda, “Zat-ı Akdes-i Hazret-i Padişahi”nin bize muhatap olduğu cevabı geldi. Şimdi Vahdettin soruyordu:
– Ne istiyorsunuz?”
Başkomutanlık Kanunu’nun üç ay daha uzatılması hakkındaki kanun teklifinin Meclis’te reddedildiği zor günler…
Mustafa Kemal Paşa hastalığı nedeniyle bu toplantıya katılamamıştır. Düşman kuvvetleri Ankara’ya yaklaşmakta ve henüz bir karşı taarruz hazırlığına başlanılmadığı sanılmaktadır. Meclis, tedirgin ve sabırsız… O’nun karşısındakiler işi büyütmekte ve O’nu yıprandırmaya çalışmaktadırlar. Kanun teklifinin reddinden iki gün sonra Mustafa Kemal Paşa Meclis kürsüsünden gürlemektedir:
“Düşman karşısında ordu hiç başsız bırakılır mı? Bırakmadım, bırakmıyorum, bırakmayacağım!”
Kanun oy birliği ile kabul edilir. İşte bu zor günlerde Kargı, Mustafa Kemal Paşa’yı Meclisin bahçesinde karşılar ve bütün içtenliği ile açılır:
– Paşam, ne yapacaksan yap artık, dedim. Önümüz kış…
– Bu kadar askeri sonra nerede barındırırsın!
Mustafa Kemal Paşa, büyük bir insandı. Benim her türlü küstahlığımı daima bağışlardı. Bu ulu orta sözlerimi de her vakitki gibi içtenliğime vererek yüzümü okşadı:
– Ben bu akşam cepheye gidiyorum, dedi. Yarından sonra da taarruza geçeceğiz. Meclis’te taarruzun başladığı resmen açıklanıncaya kadar, bundan kimseye söz etme!
Tepemden tırnağıma kadar titrediğimi hatırlıyorum. O kadar beklenen tarihi saat, demek çalmak üzere idi. Düştüğüm şiddetli heyecanın etkisi altında, kendisine sordum:
– Hangi cepheden taarruz edeceksiniz?
Fakat bir an sonra:
– Bağışla Paşam, dedim. Sözümü geri alıyorum. Nasılsa gaflet ettim.
O zaman Mustafa Kemal Paşa en güvenilir sesiyle:
– Hayır, dedi, Hayatını milleti uğrunda feda etmekten çekinmeyen bir insana karşı sır olamaz. Sen, bana karşı, böyle bir soru yöneltecek durumdasın. Afyon cephesinden taarruza geçeceğim. Büyük bir devlet kurmayının en yetkili adamları; buradaki istihkamların yapılışı sırasında bulunmuşlardı da, verdikleri raporda, şöyle demişlerdi: “Eğer Türkler, iki yüz bin asker harcayarak cepheyi iki yılda yıkabilirlerse, dünyanın en kahraman insanlarıdır.“ Ben ise, bu istihkamları, sekiz saatte yıkarak Afyonkarahisar’ı ele geçireceğim!
Ayrılmak üzere iken tekrar döndü:
– Gel, seninle öpüşelim, dedi.”
Artık bu zor günler geçmiş, zaferler ve devrimler birbirini kovalamaya başlamıştır. Yine Kargı’nın milli davalardaki duyarlılığını ve heyecanını yansıtması bakımından onunla ilgili olarak İsmet İnönü’nün bir anısını da buraya aktarıyorum:
– Ankara Valisi Yahya Galip Bey’in bir ziyaretini hatırlıyorum. Aynı zamanda milletvekili de olan Yahya Galip Bey çok yakınımızdı. Bir teklifi vardı:
– Nedir, dedim.
– Şapkanın orta yerine bir ayyıldız koyalım, diğer milletlerden farkımız olur, dedi.
– Canım, biz bunları farkımız olmasın diye yapıyoruz, sen ne öneriyorsun? diye çıkışmıştım.”
Yeni Türkiye Devletin’in temel harcına hayatlarını koyanlar; Yahya Galip Kargılar, Cemal Bardakçılar, Rifat Börekçiler ve daha niceleri…
Ve 27 Aralık 1919’da Mustafa Kemal Paşa ile ilk kez Dikmen sırtlarından aşağıya doğru beraber geçtikleri toprak yolun Bakanlıklar’da bulunan kısa bir bölümün adı: “Yahya Galip Kargı” caddesidir, o kadar…
Yahya Galip Kargı’yı 13.5.1942 günü yitirmiştik.
Kaynak: Atatürk ve Çevresindekiler, Kemal Arıburnu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1994, ISBN:975-458-064-2