Wilson Prensipleri Esaslı Osmanlı Toprak İşgali

Madde 12: Osmanlı İmparatorluğu’nun, nüfusunun çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu bölümlerinde Türk egemenliği güvence altına alınmalı; İmparatorluk sınırları içindeki diğer ulusların yaşam güvenlikleri ve özerk gelişimleri sağlanmalıdır. Çanakkale Boğazı, uluslararası güvenceler altında tüm gemilere ve ticarete sürekli olarak açık hale getirilmelidir.

Wilson Prensipleri 8 Ocak 1919 tarihinde açıklamıştır. Bu açıklamalar esas alınarak, İzmir ve çevresi başta olmak üzere birçok bölgede Türk nüfusu fazla olmasına rağmen yerli ve yabancı Rumların faaliyetleri ve de İtilafların destekleri ile bu farklı bir şekilde gösterilmiş, gösterilmeye çalışılmıştır (Osmanlı bünyesindeki tüm Gayrimüslim halkı kötülemek çok yanlış olur bilakis içlerinde vatanperver olanlar ve vatanlarını Osmanlı topraklarından yana kullananlar vardır). İstanbul´da Fener Rum Patrikhanesi dini vasfının dışına çıkarak propagandalar yapmış, Karadeniz´de Pontusçular, Trakya´da ve Ege bölgesinde Yunanlar, Doğu Anadolu bölgesinde Kürt ve Ermeni ayrılıkçılar faaliyet göstermişlerdir.

’ Wilson, 1920 Ekimi´nde Paris Barış Konferansı´na sunulmak üzere Türkiye´nin dörde bölünmesini öneren bir harita hazırladı. Wilson hazırladığı haritada Anadolu´nun kuzeydoğusunu Ermenilere, güneydoğusunu ise Kürtlere bırakıyordu.

San Remo Konferansı´nda, 11 Temmuz 1920´de Türk hükümetine verilen cevapta şöyle deniliyordu:

‘1914´te, sözde isyan ettiler gerekçesiyle 800 bin Ermeni evlerinden atılmış ve öldürülmüştür. (Anadolu´da) Türklerden başka ırklar devlet haline getirilecektir. İzmir ve Trakya Türklerin elinden alınacak, Amerikan cumhurbaşkanının karar vereceği sınırlar içinde bağımsız bir Ermenistan kurulacaktır. Boğazlara gelince, Türklerin uygar dünyaya bir daha ihanet etmemesi için sıkı tedbirler alınacaktır. Bu sebeple Türkiye küçük bir devlet haline getirilecektir.’’ (1)

Bu buhranlı günlerde elbette Türk halkı da içinde bölünmüşlük yaşıyordu. 19 Mayıs 1919´da Mustafa Kemal Paşa önderliğinde başlayan Kurtuluş Savaşı´nın yanında yer alan ve Padişah´ın tarafında yer alan kitleler söz konusuydu. Bir yandan azınlıklar ile mücadele edilirken Ankara Hükümeti ‘iç isyanlar’ ile de boğuşmuştur. Dönemdeki halkın okuma yazma oranı erkeklerde yüzde iki, kadınlar içinse binde iki gibi çok kötü bir rakam söz konusuyken bu tarz bölünmelerin yaşanması muhtemelen şaşırtmıyordur.

Wilson´un yukarı da yazdığımız 12. maddesine bakınca ‘’nüfus yoğunluğuna’’ göre hakimiyet söz konusu ama sizce de Türklerden daha fazla bir nüfus söz konusu mu?

‘’İzmir, Batı Anadolu, İstanbul ve çevresinde yaşayan Rumların önemli bölümü, buralara 19. yüzyıl içinde Yunanistan´dan gelen/getirilen Yunan uyruklu Greklerdi. Prof. K. Kruger, bunların sayısını eskiden beri yaşayanlarla birlikte, İstanbul için 100 bin, İzmir ve Batı Anadolu için 400 bin olarak vermektedir. Kruger ayrıca, 20. yüzyıl başında; Karadeniz bölgesinde 25, Kapadokya´da (Orta Anadolu´nun güneydoğusundan doğuya doğru uzanan antik bölge) 40, Antalya ve Mersin´de 22 bin Rum´un yaşadığını söyler ve Anadolu´daki toplam Rum nüfusunu 1,5 milyon olarak verir. Bu, Anadolu´daki toplam nüfusun yüzde 9,4´üdür.’’ (2)

Rumlar toprak almaya başlamışlardı. Evet, Rumlar Osmanlı´dan toprak alıyordu. Yunan bankalarından olan Atina Bankası Türkiye coğrafyasından mal, mülk alanlara faizsiz krediler açıyordu (3). Bu toprak satımı 1856 Islahat Fermanı´ndan sonra başlamıştır. Çünkü tarihte Osmanlı´nın ekonomik politikalarına bakarsanız toprak her zaman devletin, toprağı işleyen halk ise devletin kiracısı konumundadır. Kısacası 19. yüzyılın sonuna doğru başlayan bu uygulama 20. yüzyılın ilk çeyreğinde de sürmüş ve Osmanlı merkezi olarak, ekonomik olarak çöktüğünü kanıtlamıştır. 1867 yılında çıkarılan Tebaai Ecnebiyenin Emlâke Mutasarrıf Olmaları Hakkında Kanun adlı yasa çıkarılmış ve yasada şu söylenmektedir: ‘’Yabancı devletlerin uyrukları, Osmanlı ülkesinin Hicaz dışındaki kalan her yerinde, devletin uyrukları gibi başka bir şarta bağlı olmaksızın; şehir ve kasabaların içinde ya da dışındaki her yerde toprak satın alma ve mülk edinme hakkında sahip olacaktır (4)

Metin Aydoğan Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı adlı eserinde şöyle değinmektedir konuya:

‘’ Yabancıların toprak satın alabilmesi, 19. yüzyılda, Tanzimat döneminde yasallaşmıştı, ancak yabancılar, yaygın olmamakla birlikte, daha önce de padişah fermanıyla taşınmaz edinebiliyordu. Batı Anadolu´da kimi yerleşim birimleri, bu yolla, üç bin yıl öncesindeki benzer biçimde Rum kolonileri haline geldi. Ayvalık, bu oluşuma verilebilecek çarpıcı bir örnektir.

  1. yüzyıl sonlarında küçük bir köy olan Ayvalık´ta doğan ve Fener Patriği´ne bağlı bir papaz, her nasılsa İstanbul´daki resmi çevrelerin gözüne girmeyi başarmış ve 1773´te Padişah III. Mustafa´dan, köy sınırları içinde hiçbir Müslüman´ın oturamayacağını kabul eden bir ferman almıştı. Kısa bir süre içinde Yunanistan´dan yoğun göç alınmasına yol açan bu ferman, aynı zamanda, Osmanlı Devleti´nde Yunanlara, araziye dayalı olarak verilen ilk kendi kendine yönetim olanağıydı. Ayvalık, böyle gelişti. 1173´te kimsenin bilmediği küçük bir köy olan Ayvalık, Yunan İhtilali´nin patlak verdiği 1821 yılında, köyleriyle birlikte 30 bin Rum´un yaşadığı, Batı´yla ticari ilişkileri olan ve Yunan parası kullanılan büyük bir merkez haline gelmişti.’’ (5)

Bunun temeli sizce nedir? Neye dayanmaktadır? Yüzyıllarca gerçekleştirilmek istenen Megalo İdea düşüncesine dayanmaktadır ve amacı Büyük Yunan devleti kurmaktır.

(Sevr Antlaşmasına göre “Büyük Yunanistan” (Üstte solda Venizelos)

Ege bölgesinde bunlar yaşanırken Karadeniz´de de Pontusçu Rumlar faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. 

Ümit Doğan Topal Osman adlı kitabında buna değinmektedir. Karadeniz bölgesindeki Kuvayi Milliye liderlerinden biri olan Topal Osman, Giresun´daki Pontusçu faaliyetleri önlemek için çalışmıştır. Sadece propaganda ya da nüfusun çoğunluğunu kanıtlama gayretleri yoktur. Türk halkının canını ve malını gasp etmektedirler. Hatta nüfus çoğunluğu üzerinden bir egemenlik hayali kuran Pontusçu Rumlar; Gürcistan, Rusya gibi ülkelerden gemiler ile Karadeniz bölgesine Rum taşımaktadırlar:

‘’26 Ağustos 1919 sabahı Ukrayna bandıralı bir vapur Giresun açıklarında durur. İçinde 71 Rum göçmen olan bu gemiden inen birkaç kişi kayıkla sahile gelip Osman Ağa´nın balıkçı kılığına girmiş adamlarından kendilerine eşya taşımak için adam verilmesini ister. Osman Ağa´dan kesin talimat almış olan gönüllüler gizledikleri silahları çıkartıp ‘Giresun´a eşkıya kabul etmeyeceklerini ve vapurun derhal uzaklaşmasını’ isterler. Can derdine düşen Rumlar hemen kayığa atlayıp vapura geri dönerler. Vapur limandan uzaklaşır, böylece 71 Rum eşkıyanın Giresun´a ayak basması önlenmiş olur.

Eylülün ilk günlerinde ise, rüzgârlı ve yağmurlu bir havada Palamuttaşı istikametinde şüpheli hareketler yapan motorlar fark edilir. Osman Ağa ve adamları hemen peşine düşerler. Osman Ağa, Mehmet Efendi´ye de haber gönderip hemen dört çift kayık donatıp içine çetelerden kim varsa koyup, şüpheli motoru takibe koyulmalarını ister. Bir ara sıcak temas sağlanır, Osman Ağa ve adamları motorlara ateş açarlar fakat motorlar kaçmayı başarır. Daha sonra bu motorların Ermenilere ait olduğu, getirdikleri Rumları Giresun´a bırakıp tekrar Rum getirmek üzere Rusya´ya gidecekleri anlaşılır.’’ (6)

Bu eylemler başta bölgesel cemiyetlerce önlenmeye çalışmış daha sonrasında da kongreler sürecinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olarak birleştirilmiş ve tek merkezden kontrol sağlanmaya çalışılmıştır.

İncelediğimiz olayları ayrıntılı biçimlerde açmaya kalkarsak hakkında kitap yazmamız dahi olasıdır. Yaşasın Kuvayi Milliye! Yaşasın Mustafa Kemaller… Kurtuluş Savaşı´ndaki askeri ve siyasi zafer ile ayrıklıkçı faaliyet sonuca ulaşamamıştır.


Ayberk KIZILKAYA


KAYNAKLAR:

Sinan Meydan, 1923 Kuruluş Ayarlarına Dönmek, s.245

Metin Aydoğan, Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı, s. 239

Metin Aydoğan, Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı, s.240

Metin Aydoğan, Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı, s.240

Metin Aydoğan, Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı, s. 241-242

Ümit Doğan, Topal Osman, s.84