‘Varlığım Türk Varlığına Armağan Olsun’
Sevgili Okurlar,
Türk tarihçiliğinin en önemli olayların başında 1.Türk Tarih kongresinde Zeki Velidi Togan ile Reşid Galip arasındaki tartışma gelir.
Kongrede Ortaasya’da kuraklık ve göç meselelerinde tıp doktoru olmasına rağmen Türk devrimlerinin Türkçü bir hal alması yönünde çabaları nedeniyle Atatürk’ün taktirini kazanmış aynı zamanda iyi bir tarihçi olan Dr. Reşit Galip’in Ortaasya’da göçün kuraklık sebebi ile meydana geldiği ve bu kuraklığın Ortaasya’da sürekliliği konusundaki tebliği katılanların beğenisini kazanmasına rağmen Zeki Veli Togan Reşid Galip’in tebliğinin sağlam delillere dayanmadığını ispat etmeye yönelik olarak sunduğu tebliği ilgi görmediği gibi ters bir tepkiye sebep olmuştur.
Dr Reşid Galip Türk tarihinin büyüklüğünü ve eskiliğini yeni medeniyetler kurmasını kuraklık ile ilişkilendirirken, Zeki Velidi Togan buna karşılık Barthold’un görüşlerini öne sürerek Türk tarihini daha küçük parçalar halinde değerlendirme yönünde bir konuşma yapmıştır.
Kongreye katılanlar Türkiye’nin her yöresinden gelmiş Türkçü ve Türk tarihi konusunda kendini yetiştirmiş öğretmenlerdir. Ord Prof. Dr Şemsettin Günaltay ve Ord Prof. Dr. Sadri Maksudi Arsal’ın Türk tarihinin muhteşemliğini ve büyüklüğünü anlatan konuşmaları alkışlarla karşılanırken Rusların Türk tarihi ile ilgili -zaman zaman- etkisizleştirici tarih anlayışının temsilcilerinden olan Barthold’u savunan Zeki Velidi Togan, her yönden tenkit ve istiskale maruz kalmıştır. Kongre Barthold’un reddi ile sonuçlanmış, kongrede gördüğü aşırı tepki üzerine Zeki Velidi Togan istifa etmek zorunda kalmıştır.
Atatürk, Zeki Velidi Togan’ın Viyana’ya gitmesi yönünde ki talimatı üzerine Türkiye’den ayrılmış dönmek istese de Atatürk müsaade etmediği için onun ebediyete intikaline kadar yurda dönememiştir.
Tartışmanın galibi Dr. Reşid Galip, genç yaşta vefat etmiş, Zeki Velidi Togan ise Batılı tarihçilerin Türk tarihi üzerindeki iddialarını Türkçü tarih anlayışı gibi anlatmış bunun etkisiyle yetişen tarihçilerimizin pek çoğu Zeki Velidi Togan’ın Türk tarih Kongresindeki görüşlerinin devam ettiricileri olmuşlar Andımız yazarı Eski Milli eğitim bakanlarından Dr. Reşid Galip gibi kendisini Türklüğe adamış pırıl pırıl bir vatan evladı hak ettiği önemde anılmamıştır.
Sevgili Okurlar,
41 yıl gibi oldukça kısa bir hayata büyük hizmetler sığdıran Türk’e dönüş devriminin öncülerinden Dr Reşid Galip’in ebediyete intikalinin yıl dönümünü idrak ederken 2 bölümlük bir yazı dizisiyle onu hatırlayalım istedik.
Reşid Galip’in babası mahkeme reislerinden Mehmet Galip Bey, annesi Rodoslu Münevver Hanım’dır. Kendisinden iki yaş büyük olan ağabeyi Hüseyin Ragıp, soyadı yasasından sonra Baydur soyadını almıştır.
Reşit, ilköğrenimini özel dersler alarak tamamlamıştı. Rodos ve arkasından İzmir İdadi’lerini (lise) bitirdikten sonra 1911’de İstanbul’daki Askeri Tıbbiye’ye girmişti.
Reşit Galip, milliyetçi, hırslı, heyecanlı bir gençti. Tıp Fakültesi’ne girdiği 1911 yılında bile arkadaşları arasından sıyrılarak, etkileyici karakteriyle onlara önderlik etmeye başlamıştı. Sınıf arkadaşı Dr. Hüseyin Hulki bey şöyle diyordu: “Mektepte aramıza karıştığı ilk günden beri avuca sığmaz afacan bir çocuk gibi yaşadı. Fakat bu afacan ruhunda hepimize üstün olan, sözünü dinleten bir erginlik, bir olgunluk vardı. Biraz alaycı, fakat çok şakacı idi. Ciddi konular üzerinde de boyu ve yaşı ile bağdaşmayacak ölçüde donanımlıydı”
Bir başka sınıf arkadaşı Dr. Şükrü Sarıbaş şöyle anlatıyor:
“Askeri Tıbbiyesine girdiğimiz zaman, sınıfta yüz kişi idik. Derslere başladık, bir kaç hafta geçer geçmez, Reşit Galip Rodos, bütün arkadaşlara kendini tanıttı; karakteri ve zekası 17-19 yaşını geçmeyen sınıf kalabalığı içinde kendini belli etti. Reşit Galip’te duygu ve düşünce birleşmişti. Her şeyin mahiyetine, iç yüzüne ve temeline inen; araştırmacı ve eleştirici keskin mantığı, idealist yüksek karakteriyle kaynaşmıştı. Onun mert arkadaşlığına kim güvenmezdi!”
Sevgili Okurlar,
II. Meşrutiyet’in Temmuz ayında ilan edilmesinden esinlenerek Ferday-ı Temmuz, Tıbbiye‘de “Hakikat” gazeteleri ile “Sivrisinek” adını verdiği bir karikatür dergisi yayımlamakla kalmamış, İstanbul’da çıkan çeşitli gazetelerde yazıları yayımlanmıştı.
Ayrıca, Tıbbiye ‘de Türk Ocakları’nın bir şubesini açmış, aynı zamanda öteki askeri okullardaki Ocak örgütlerinin müfettişliğini üstlenmişti. Balkan Savaşının ikinci dönemine gönüllü olarak katılmıştı. Bu savaşta yaralanmasına karşın Dünya Savaşında da gönüllü yazılmış, bu kez de Erzurum’da hastalanarak geriye dönmüştü. Bu nedenlerle, Tıbbiye’yi ancak 1917’de bitirmişti. Fakülteye asistan olmuştu ama beğenmediği öğretim sisteminin yenileştirilmesi için Mekteb-i Tıbbiye adıyla bir broşür yayımlamış, bundan sonuç alamayınca da istifa etmişti.
Köylere gerekli hizmetleri götürmek ve köy hekimliğini yaygınlaştırmak amacıyla 15 arkadaşıyla birlikte “Köycüler” adıyla bir demek kurmuştu. Dr. Reşit Galip bu cemiyetin 4 numaralı üyesiydi. Köylerde yerleşerek bir misyoner özverisiyle çalışmak isteyen ve sayıları on beşi geçmeyen bu gençlerin en ateşli ve heyecanlısı Doktor Reşit Galip’ti.
Sevgili Okurlar,
Köycülerin ilk kafilesi 10 Nisan 1919 (1335) tarihinde Kütahya’ya vardılar. Bu kafileden Doktor Hasan Ferid ve Reşit Galip Tavşanlı’da, Doktor Fazıl Doğan ve Doktor Mustafa, Emet’te yerleştiler. Reşit Galip, Tavşanlı’da ayni zamanda Müdafa-i Hukuk Cemiyetinin Başkanlığını üzerine aldı…
1920 Haziranında başlayan Yunan taarruzu ile Kütahya yöresinde işgal tehlikesi belirmesi üzerine dağılan Köycülerin yaşamı, bin bir sıkıntı içinde geçmiş gerçek bir misyoner yaşamıdır…
Dr. Reşit Galip’in yaşamındaki dönüm noktası, Tıbbiyenin dördüncü sınıfındayken, okula ara vererek arkadaşlarıyla birlikte Kafkas savaşında görev alması olmuştur. Bu hem insancıl hem de yurtsever gönüllülük, sağlığı üzerinde, ölümüne kadar varan derin izler yapmıştı. Eski Sağlık Bakanlarından Dr. Lütfi Kırdar şöyle yazıyor:
“Ben Reşit’i ta Birinci Dünya Savaşı’nda, Cebeli Lübnan’da Antura’da 1500 yataklık Kimsesiz Çocuk Bakım-Eğitim Evi müdürü iken tanımıştım… Kurumumuza gelmeden önce gönüllü olarak gittiği Erzurum’un üç bin küsur metre yüksek dağlarında ciğerlerinden gelen ilk kanı çıkarmaya başladığı zaman bile yılmamış, korkmamıştır… Erzurum dönüşünden sonra Tıp Fakültesini bitirmiş, fakat öğrencilik yaşamını ülkenin sosyal, siyasal akımlarına karıştırmaktan vazgeçmemiştir… O, fakülteye (Prof. Dr. Akil Muhtar’ın) asistanı oldu. Çalışkan bir asistanın bütün meziyetlerine sahipti. Hastaları ve kitaplarıyla ilgilenirdi… Fakülte’nin eksiklikleri, geri zihniyeti, onu tatmin edemiyor. Bu durum, onun inkılapçı ve milliyetçi ruhu üzerinde menfi tesirler yapıyordu. Hep eylemsizlikten, cehaletten, dar görüşlülükten yakınırdı. Sonunda dayanamadı. Çok acı bir dille Tıp Fakültesi’ni eleştiren bir broşür yayınladı; yenilenme istedi; ve bir süre sonra istifa ederek ayrıldı.”
Mondros Ateşkesinin imzalanmasından sonra, işgalleri protesto etmek için düzenlenen İstanbul mitinglerine katılmıştı. Yakın arkadaşı Dr. Lütfi Kırdar’ın aktardığına göre, Damat Ferit Hükümetine karşı kaleme aldığı bir bildiriyi kendi elleriyle Polis Müdürlüğü kapısına yapıştırmıştı. Fatih, Sultanahmet mitinglerinin düzenlenmesiyle uğraşan Darülfünun ve Tıp Fakültesi gençlerine yardım etti.
Köycülerin dağılmasından sonra, Hilaliahmer (Kızılay) Beşinci İmdadi Sıhhi Heyeti Başhekimliğini üzerine alan Reşit Galip, bir yıldan fazla süre Burdur, Antalya, Aydın ve Denizli’de dokuz dispanser ve iki hastane ile Antalya laboratuvarını başarı ile idare etti. Bu sırada (sıtma mikrobunun) daha çabuk boyanması hakkında bulduğu yöntemden ve yöneticilik alanında gösterdiği başarılardan dolayı ikramiye ve takdirname aldığı gibi, 10 Şubat 1921’de Kuşadası, Söke veba mücadelesi hakkında gönderdiği rapordan dolayı teşekkürname ile ödüllendirildi.
Kurtuluş Savaşı döneminde Dr. Hasan Ferit’le birlikte Tavşanlı’da köy çalışmalarına başlamış, aynı zamanda Müdafaa-i Hukuk örgütünün başkanlığını üstlenmişti. Sakarya Savaşından sonra Ankara’da Sağlık Bakanlığı Hıfz-ı sıhha dairesi yardımcılığına getirilmişti.
11 Eylül 1921’de Sağlık Bakanlığı Sağlığı Koruma (Hıfzıssıhha) Müdür Yardımcılığına atandı. Ankara’da sağlığı bozulduğundan, havası daha yumuşak bir yere gönderilmesini istedi. 5 Aralık 1921’de Mersin Hükümet Doktorluğuna gönderildi. Burada aynı zamanda karantina ve hapishane doktorluğuyla Gümrük Kimyager Vekilliği, Basım, Haberalma Temsilciliği yaptı. Bir süre sonra kendisini Gaziantep Sağlık Müdürlüğüne atansa da görevden ayrılarak Mersin’e döndü. Bu zamanlar burada kurulmuş olan (Gençler Birliği) ve sonra da (Türk Ocakları) derneklerinde başkanlık yaptı.
Reşid Galip, Mersin’de doktorluk yaparken Yeni Mersin gazetesinin başyazarlığını kabul etmiş, aynı zamanda Yeni Adana gazetesine Anadolu’nun ve Türklüğün nasıl kurtarılacağı, sağlık, kültür ve eğitim konularının nasıl çözüleceği sorunlarına ilişkin makaleler yazmayı sürdürmüştü.
Temel sorunun köye gitmede ve köylüyü her yönde eğitmede düğümlendiğini vurgularken, öğretmenlerin durumunu yansıtan Maarif Ordumuzun İzmihlali başlıklı yazısında “Sağlığında, sıhhatinde karnını doyurabilmekten mahrum, hastalığında ilaç parasını tedarikten aciz, gece ve gündüz maişet belasıyla dertli bir zavallı insandan hangi akla meslek aşkı bekleyebiliriz?” diye bu önemli soruna dikkatleri çekmişti.
Reşit Galip’in insan tarafı kuvvetliydi.
Tavşanlı’dan İstanbul’daki Köycüler Cemiyeti baş meclisinin bir anketine verdiği uzun yanıtında şöyle yazmaktadır:
“Gerçi ancak geçinmek için para kazanıyoruz. Köylünün ve halkın zararına servet edindiğimiz yoktur. Fakat bu hekimlik bana dilencilikten beter geliyor. Burada ücretsiz tedaviye gücümüz olabilseydi, mutluluğumuz sınırsız olacaktı. Bir hastayı iyi etmek için pazarlık etmek veya iyi ettikten sonra avucuna bakmak pek iğrenç geliyor. İşte bütün direncimizi kıran nokta budur. İnsanda ne köycülük neşe ve istirahati, ne de bir köycü açık yürekliliği bırakıyor. Kendilerine iyilik etmeye geldiğimiz insanlarla bizim aramızda her ikimizi huzursuz eden bir kötülük yaşıyor, bu da paradan başka bir şey değildir”
Atatürk 17 Mart 1923’te Mersin’e geldiğinde Millet Bahçesinde düzenlenen toplantıda söz alan genç Doktor Milli Mücadele’nin zafere ulaşmasından kaynaklanan ve biraz da ateşi mizacından gelen duygularla “Sizin karşımızda, zaferlerinizden bahsetmeye lüzum var mı? Grueland’daki Eskimolardan, Afrika’nın yanık ve kızgın çölleri ortasında sam yellerinden haber uman zencilere kadar herkes öğrendi…” diye başlayan bir hoş geldiniz konuşması yapmıştı. Bu arada, Mustafa Kemal’in ordu müfettişliğinden istifa ederken açıkladığı “ulusun bağrında bir ferd-i mücahid olma nitelemesinden esinlenircesine “Sen bu milletin yalnız müncisi, yalnız bir halaskarı (kurtarıcısı) ve yalnız bir kahramanı değilsin, sen bunlardan daha çok büyüksün; sen bu milletin bir ferdisin. Senin en birinci büyüklüğün bu milletin bir ferdi olmakla iktifa ve iftihar etmekliğindir” demişti.
Atatürk de halka seslenirken “Genç ve çok kıymetli doktorumuz Reşit Bey’in sözleri bence iki nokta-i nazardan kabili taksimdir: Birincisi doğrudan doğruya kalbinin, vicdanım ve muhterem Mersin halkının vicdanının, benim kalbimdeki hissiyata tercüman olan hissiyatıdır. Buna teşekkür ile iktifa edeceğim. Hakikaten muhterem doktorun dediği gibi, benim için dünyada en büyük mevki ve mükafat milletin bir ferdi olarak yaşamaktır” diyerek onu taktir ettiğini belirtmişti.
Ayrıca, Reşit Galip’in burada ele aldığımız mektubunda açıkladığına göre Atatürk, kendisine, yakında valilik ya da milletvekilliği gibi önemli görevler üstlenebileceğini söylemişti. Nitekim bu geziye katılmış olan İsmail Habib Sevük, Ankara’ya dönüş yolunda Atatürk’ün Reşit Galib’in Mersin’e mutasarrıf olarak atanmasını istediği fakat oradan alacağı maaşın serbest hekimlik gelirinden daha az olacağı anımsatıldığında bundan vazgeçtiğini aktarmaktadır
Dr.Reşit Galip, yaşamı boyunca aynı ülkü ve üretkenlikle bir çok kişiyle buluşmuş ve onlarda derin izler bırakmıştır. Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay, 1952 yılında, şöyle diyor:
“Ölümünden onsekiz yıl sonra bugün onu yine andım. İdealistler unutulmuyor. Her memleket davası ideal âşıklarını hatırlatır. Yanan Milli Eğitim Bakanlığı odasındayız. Kangal dönüşünde ona köy sağlığı üzerinde duygularımı söylemiştim, heyecanla dinlemişti. Bugün Sağlık Şurasında köy tedavi evleri ve okul hekimliği söz konusu edildiği zaman, başı dik, gönlü gani, saf yürekli, hür sesli dostumu hatırladım.
Hem mekansal ve hem de kurumsal açıdan gezginci yaşamı, Dr.Reşit Galip’in beyninde müthiş bir sentez geliştirmişti. Hekimlik, öğretmenlik ve köycülük üçgeninde çözümler geliştirmekteydi. “Öğretmenlerle Konuşmalar” kitabında ve “Köycülük” broşüründe, köylerdeki öğretmen rolü üzerinde ayrıntılarıyla durmuştur.
Öğretmen Hüseyin Kazım, bu konuda şunları yazıyor: “Köylüyle muhabbetimiz (sevgi), ayni zamanda vatana muhabbettir. Çünkü köylü vatanın köküdür, ana unsurudur, asıl temelidir” diyen Reşit Galip, köylüyü seven büyük bir dost ve kurtarıcı olarak köy köy dolaşmış ve köylünün sağlık ve bilgice kalkınmasını kendisi için bir ulak edinmiştir.
Bu verimli çalışmasını, daha çok yaymak ve işdaş edinmek dileği ile “Köy Muallimleriyle Sıhhi Musahabeler” adlı bir kitap yazmış ve köylülerle sıkı bir yakınlığı bulunan köy öğretmenlerini “Ortak dostumuz” köylüyü aydınlatma işindeki yurtçu birliğe çağırmıştır. Bu kitabında köylüye karşı aşkın bir sevgi belirmektedir. Köylünün yaşayışını, eksiklerini, yapılması gerekenleri ve yolları göstermek üzere yazılmıştır“
Reşid Galip şunları söylüyordu:
“Ulusları harekete getirmek ve yürütmek için bir ideal gereklidir. Namık Kemal’in yüce vatan heyecanıyla dolu yazılarından köylümüzün haberi bile yok ne yazık ki! Kaldı ki, bugün edebiyat ile şişirilmiş soyut kavramlarla ulusal hareketler, esaslı devrimler doğurmak da olacak iş değildir. Başta bulunanların enerjisi halk kitlesinin yardımı ile birleşirse tükenmez bir güç kaynağı olur. Halkın ve en büyük sınıf olan köylünün bağrından çıkacak bir devimin ancak iki esası olabilir:
1.Senetsiz, kanunsuz bir şekilde köylüyü borçlandıran kara kaplı defterleri yok etmek, yani halkı borç köleliğinden azat etmek.
2.Büyük toprakları dağıtıp köylüyü kendi payına sahip kılmak. Bu, sermaye ile hükümet nüfuzuna dayanan ağalık zihniyetini, zorbalığı yok edecektir.
Seve seve dövüşüp düşmanı yurda sokmayacak olan asıl ordu işte bundan sonra meydana gelecektir. Türkiye’yi kurtarmak, ilerilik ve uygarlığa kavuşturmak için biricik yol budur. Birden yapılacak bir darbe ile zorbaları ortadan kaldırabiliyor, köylüyü kurtarabiliyor muyuz? Eğer bunu yapacak gücü bulabilirsek, yüreklerimizde bu cüret varsa hiç durmadan işe girişmeliyiz. Değilse işe eliften (A’dan) başlamalı ve köyü örgütlenmeye önem vermeliyiz. Bu örgütlenme sayesinde, asıl elemanlarını hekimlerle öğretmenlerin teşkil edeceği bir aydınlar kadrosu ile sessiz, ama inatçı bir çaba ile köylüyü uyarmalı ve hakkını kanun yollarından elde etmesi sağlanmalıdır. Bugünün tehlikesini yok etmeye çalışırken yarını göz önünde tutalım.“
Sevgili Okurlar,
Dr.Reşit Galip, sap sarı yüzlü ve şiş karınlı çocukları birer, birer muayene salonuna yığar, sabahtan akşama kadar onlarla uğraşırdı. Bir gün pek fazla yorulmuştu. Göğsünü dinlediği bir köylü yavrusunu, yanındaki sandalyeye oturttu. Başı iki yumruğunun arasında ve gözleri yaşla dolu olduğu halde hastaların içinden söylenerek çıktı:
“Bunlar aç! Bunlar gıdasız! Bunlara her şeyden evvel yemek vermeliyiz”
Yaklaşık 2 yıl sonra General İzzettin Çalışlar, Aydın milletvekilliğinden istifa edince Reşit Galip ara seçimde aday gösterilmiş ve böylece 1925 başlarında TBMM üyeleri arasına katılmıştı.
Böylece Atatürk, çalışmalarını övgüyle izlediği için daha 1921’de Hakimiyet-i Milliye gazetesinin başyazarlığına getirdiği Hüseyin Ragıp’tan sonra onun küçük kardeşine de yönetimde önemli bir görev vermişti. Reşit Galip, milletvekilliğinin ilk aylarında Meclisi ve ülkeyi etkileyen iki olayla karşılaşmıştı.
Bunlardan ilki Ardahan milletvekili Halit Karsıalan’ın Meclis içinde Ali Çetinkaya’nın tabancasından çıkan kurşunla yaralanıp hayatını yitirmesi, ikincisi de etkisi yıllar boyu sürecek olan Şeyh Sait ayaklanması idi. 9 Şubat 1925 günkü olayda Karsıalan’a ilk tıbbi müdahaleyi Reşit Galip yapmış fakat yaralı kurtarılamamıştı. Ondan bir kaç gün sonra da (13 Şubat) Şeyh Sait ayaklanması başlamıştı.
Fethi Okyar Hükumeti ayaklanma bölgesinde bir ay süreli sıkıyönetim ilan etmiş ve buna ek olarak alınacak önlemler CHP grubunun 25 Şubat günlü toplantısında ele alınmıştı. Bu sırada, Reşit Galip hararetli bir konuşma yaparak asilerin en sert önlemlerle yok edilmesini istemişti. Fethi Okyar kabinesinin çekilmesiyle yeniden başbakanlığa atanan İsmet İnönü’nün girişimiyle Takrir-i Sükun yasası kabul edilmiş ve biri Ankara’da ve diğeri ayaklanma bölgesinde olmak üzere iki İstiklal Mahkemesi kurulması kararlaştırılmıştı. 7 Mart’ta Meclis’te yapılan seçimlerde de Reşit Galip, Ali Çetinkaya başkanlığındaki Ankara istiklal Mahkemesi üyeliğine seçilmişti. Mahkeme için Hacı Bayram türbesine giden yolun alt kısmındaki eski bir bina kiralanmıştı. Mahkeme 12 Mart’ta bir bildiri yayımlayarak göreve başlamıştı.
Kışkırtıcı yayın yaptığı ileri sürülen kimi gazetecilerle komünistlikle suçlananların ve asıl önemlisi İzmir Suikasdi ile ona eklenen İttihatçılığı canlandırma gibi önemli davalara bakan, Terakkiperver Cumhuriyet Parti’sinin çalışmaları hakkında hükümeti uyaran ve bu arada gezici olarak İzmir’de ve Anadolu’da çeşitli yargılamalarda bulunan mahkemenin görevi, 2 yıl sonra 7 Mart 1927’de sona ermişti.
Bu denli önemli kararlar veren mahkemelere ve üyelerine karşı toplumun değişik kesimlerinde bazı tepkiler, kırgınlıklar doğması doğaldı. Reşit Galip, mektubunda görevleri sona erdiğinde kendilerine hükümetçe birer binek otomobili verildiğinden söz etmektedir ki bu bağış, ödüllendirmeden çok koruma amaçlı olmalıdır.
Reşit Galip, Atatürk’ün devrimci atılımlarda görev alabilecek bir kişi olarak yakın çevresinde bulunmuştu. Yine mektuptaki anlatımına göre, İş Bankasının kuruluş yıl dönümü için Gazi Orman Çiftliğinde düzenlenen törende Atatürk onu yanındakilere “Bu hem doktordur, hem siyaset doktorudur, hem edebiyat doktorudur ve güzel arkadaştır” diye tanıtmıştı. Başbakan İsmet İnönü’nün Pembe Köşk’te verdiği suarede (22 Şubat 1927), Alman Büyük elçisi Nadolny ile kadeh kaldırılırken de, “Bu da insandandır, bizimle içsin” diye onu çağırmıştı.
Kızılay Balosunda ise “Beni dinleyiniz! Bunu Mersin’de buldum. Mühim bir gün gelecek, Doktor iş başına geç diyeceksiniz ve bu adam iş görecek!” diye ondan övgüyle söz etmişti. Bunları sıralayan Reşit Galip, Atatürk’ün 1927 yazında Dolmabahçe Sarayında kendisi için “Ben bu doktoru çok severim!” dediğini de eklemektedir. Bunların dışında Reşit Galip, hastalığı hakkında dolaşan söylentiler üzerine Atatürk’e bir mektup yazarak acil şifalar dilemiş, Atatürk de ona “Hissiyatınıza teşekkür ederim. Mühim bir rahatsızlığım yoktur.
Yakında görüşürüz kardeşim” diye yanıt vermişti. Ama sonbahara girerken, daha doğrusu TBMM’nin 1 Kasım’da yeni çalışma yılına başlamasından sonra bazı nedenlerle Atatürk’le ilişkilerinde bir soğukluk başlamış ve sevgili doktor Çankaya’ya çağrılmaz olmuştu. Mektubunda belirttiğine göre, 9 Aralık 1927 günü Cumhurbaşkanlığı Başyaveri Rusuhi Savaşçı’ya başvurarak Köşke kabul edilmesini dilemiştir. Aradan bir kaç gün geçmesine karşın buna herhangi bir yanıt alamamış, Rusuhi Bey’e telefonla da ulaşamayınca durumu bir mektupla açıklamak gereğini duymuştur.
15 Aralık 1927′ de kaleme aldığı ve Huzur-ı Devletlerine (Yüce katınıza) diye başlayan ve 12 sayfayı bulan bu uzun mektubunda, kendisinin kabul edilmemesine neden olduğunu sandığı Meclis koridorlarındaki bazı konuşmalar üzerinde durmakta, bunların Başbakan İsmet İnönü’ye yanlış yorumlanarak aktarılmış olabileceğini belirtmekte ve bununla ilgili bazı açıklamalarda bulunmaktadır.
Meclisin açılmasına karşın gündemdeki maddelerin azlığı nedeniyle yoğun bir çalışmanın henüz başlamadığını bu nedenle milletvekillerinin aralarında değişik konularda konuşmalar yaptıklarına işaret eden Reşit Galip, Şeyh Sait ayaklanmasının bastırılmasına karşın güncelliğini koruyan Doğu illerinde alınacak önlemler üzerinde durduklarını belirtmektedir. Kendisine verilen ancak çok masraflı olan otomobili satmak için bir gün Ziya Gevher ile görüşürken, Afyon milletvekili Ali (Çetinkaya) ile Avni Paşa’nın yanlarına gelmesiyle onun Adana’daki çiftliğinden söz edilmiş, o yörede asayişi bozanların çoğunlukla Doğudan gelen Kürtler olduğu öne sürülmüş. Bu arada Reşit Galip Fransız yazarı Pierre Redau’nun Kürtlerin 50 yıl öncesinden başlayarak Kilikya’ya akın etmelerinin Fransa açısından olumlu bir gelişme olduğunu savunan kitabını okuduğunu söylemiş. Aralarına katılan Necip Asım bir Ermeni milletvekilinin seçimlere ilişkin temsili bir sistem önerdiğinden bahsederken Trabzon milletvekili Hasan Bey (Saka)’in hararetli konuşması söyleşiyi bir münakaşaya dönüştürmüş. Saka’nın kendisine “içeride kürsü var, söyleyebilirsen orada söyle!” demesi üzerine Dr. Reşit Galip “Orada da söyleyebilirim!” yanıtını verirken, hükumetin bu konuda çok “ketum” davrandığını, açıklama yapmadığını da eklemişti.
Reşit Galip hükumeti eleştiren bir konuşma yapar. Tabii bu konuşma İnönü tarafından tepkiyle karşılanır, araları bozulur. Ancak İnönü, birkaç yıl içinde Reşit Galip’in savunduklarının doğru olduğunu görecek ve 1935’te hazırladığı Kürt Raporunda “Kürtlerin istila hareketinden” yakınacaktır.
Öyle ki milliyetçi tutkuları ile bağlı olduğu Türk Ocakları’nın 23 Nisan 1930 günkü kurultayında “Türk tarihini ve uygarlığını bilimsel bir biçimde incelemek için” için oluşturulan 16 üyeli Türk Tarih Heyeti ‘ne seçilmiş ve bu kurulun Genel Sekreterliğine getirilmişti.
III. ve IV. dönemlerde de Aydın milletvekilliği yapan Reşit Galip, Atatürk’ün isteğiyle Serbest Fırka’ya girdi. Partinin kapanma kararı almasından önce istifa etti.
Atatürk’ün çok önem verdiği tarih çalışmalarına öncülük edecek bu kurul, Ocakların 10 Nisan 1931’de kapatma kararı alması üzerine varlığını 15 Nisan 1931’de kurulan Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti (Türk Tarih Kurumu) içerisinde sürdürmüştü. Söz konusu kurul çalışmalarını çoğu kez Atatürk’ün de katıldığı toplantılarda sürdürdüğünden Reşit Galip de yeniden Cumhurbaşkanının yakın çevresi içerisinde yer almıştı. Örneğin Cumhurbaşkanı yaverlerince tutulan Nöbet Defteri, 1931 sonbaharından başlayarak Reşit Galib’in sık sık Çankaya’da Cumhurbaşkanının konukları arasında yer aldığını göstermektedir.
O, kurulun genel sekreteri olarak ilk aşamada Türk Tarihinin Ana Hatları adıyla yayımlanmasına karar verilen araştırmanın Etiler (Hititler) bölümünü Mehmet Saffet’le birlikte yazmayı üstlenmişti. Ayrıca, 2 Temmuz 1932’de toplanan Birinci Türk Tarih Kongresinde ateşin bir dille Türk Tarih Tezi’ni savunmuş ve Türk Irk ve Medeniyet Menşeine Umumi Bir Bakış adlı bir de bildiri sunmuştu.
Bunda Türk tarihinin efsanelerden ve yanlı suçlamalardan kurtarılması, Türk sanat ve uygarlığına önem verilmesi zamanının geldiğine işaret ederek “Türk tarihine asırlardır katran yağdıran yerli ve yabancı taassup bulutlarını paralıya paralıya dağıtacak, Türk tarihi Ergenekon’dan çıkacaktır” demişti.
Kongreye damgasını vuran olay ise Zeki Velidi Togan ile yaptığı tartışma idi.
1930 Temmuz’unda izinli olarak yurda gelen Paris Büyükelçisi Fethi Okyar Yalova’da bulunan Atatürk’ü ziyarete gittiğinde Reşit Galib’i tarih kurulunun öteki üyelerinden Yusuf Akçura ve Samih Rıfat’la beraber Cumhurbaşkanı ile çalışırken görmüştü. O buluşmada Okyar’ın yeni bir parti kurması kararına varılınca Atatürk, kız kardeşi Makbule’den başlayarak yakın arkadaşlarından bazılarının bu partiye girmelerini önerirken Reşit Galib’i de onlar arasında saymıştı. Böylece o da muhalefet partisi öncüleri arasına katılmış ve Ahmet Ağaoğlu’nun esaslarını saptadığı Parti Programına Okyar, Tahsin Uzer ve Nuri Conker’le birlikte son biçimini vermeye çalışmıştı.
Atatürk’ün resmi ve özel kuruluş temsilcileriyle çıktığı ve 1930 Kasım’ından 1931 Martı’na kadar süren yurt gezisine katılmıştı. Onun arkasından toplanan CHP Kurultayında Türk Ocaklarının yerine Halkevleri adıyla yeni bir örgüt kurma kararı alındığında Reşit Galip de bunun kuruluş hazırlıkları içinde yer almıştı. 19 Şubat 1932’de 14 Halkevi’nin açılması nedeniyle düzenlenen törende CHP Genel Sekreteri Recep Peker’den sonra kürsüye gelerek Halkevlerinden beklenen görevler ve onların çalışmalarını düzenleyen yönetmelik hakkında ayrıntılı bilgiler vermişti. Halkevlerinin kültür alanında çok önemli bir atılım olduğunu vurguladıktan sonra her halkevinde oluşturulması öngörülen şube ya da kollar hakkında açıklamalarda bulunmuştu.
Onun vurguladığına göre, eskiden Türklerce kutsal sayılan ‘9’ rakamından esinlenerek halkevlerinde oluşturulacak kol sayısının 9 olması kararlaştırılmıştı. Kollara; Dil, Edebiyat, Tarih, Güzel Sanatlar-Temsil (Tiyatro ve seyirlik oyunları), Spor, Sosyal Yardım, Halk Dershaneleri, Kurslar-Kütüphane ve Yayın-Köycülük, Müze ve Sergi diye adlar vermenin ve onlara yüklenen görevlerin Atatürk’ün benimsediği ve CHP programında öngörülen ilkelere dayandığı kadar Reşit Galib’in de öteden beri üzerinde durduğu, halk sağlığı, eğitim, öğretim ve köylere hizmet götürülmesiyle örtüştüğü görülmektedir.
Çok geçmeden Türk Dili Tetkik Cemiyeti (l936’dan sonra Türk Dil Kurumu) kurulduğunda, Hüseyin Kazım Özdilci’nin çıkarmakta olduğu Öz Dilimiz adlı derginin başyazarlığını kabul etmiş olan Reşit Galip, Türkçe’nin ulusal ve aynı zamanda bir bilim ve kültür dili düzeyine çıkartılmasını öngören bu kuruluş içinde de yer almıştı. Ancak bu arada Reşit Galib’in Dolmabahçe’deki bir akşam yemeğinde, Atatürk’e öğretmenlik yapmış olan Milli Eğitim Bakanı Esat Sagay’ı eleştirmesi Çankaya ile olan ilişkilerini kısa bir süre de olsa gölgelemişti.
1932 ilk aylarında olması gereken bir akşam yemeğinde kız öğrencilerin kısa etek(bilekten 4 parmak yukarıda), kısa çorap ve kısa kollu kazak giymelerinin doğru bulmayan ve bayan öğretmenlerin Ankara Halkevi’nde sahneye çıkmalarını yasaklayan Esat Bey’in davranışını gericilik diye suçlayınca, Atatürk bu konunun daha sonra tartışılmasını önermişti.
Fakat Reşit Galip, Bu sofrada inkılâpları zedeleyecek icraattan bahsedilmesi küstahlıktır diye sert bir yanıt vermişti. Bunun karşısında Atatürk kendisini “Yorgun görünüyorsunuz, gidip istirahat edebilirsiniz!” diye uyarmıştı fakat o, daha da alevlenerek “Burası milletin sofrasıdır, kovulmamalıyım. Kendimi iyi hissediyorum, kalkmam” diye dikleşmişti.
Bu durum karşısında Atatürk, “O halde biz kalkalım, masayı beyefendiye bırakalım!” diyerek odasına çekilmişti.
Diğer konuklar da kalkınca tek başına kalan Reşit Galip, o gece bir koltukta sabahlamış, Ankara’ya dönebilmek için de Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Tevfik Bıyıklıoğlu’ndan 25 lira borç almak zorunda kalmıştı.
Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa; “Bu durumda olan bir arkadaşa 25 lira mı verilir? Bari benim hesabımdan birkaç yüz lira verseydin… Adamın parası yokmuş baksana” diyordu ve ekliyordu: “Cebinde beş parası yok ama, karakterinden hiç taviz vermiyor, parası yok ama, cesareti var…”
Gergin geçen o gecenin yorumu, bu cümle ile sona eriyor, ama hiç kimse o geceden sonra Reşit Galip’in adını Mustafa Kemal Paşa’nın yanında geçirmemeye özen gösteriyordu.
Bu çatışmanın Reşit Galib’in ateşin yaradılışından kaynaklandığı kuşkusuzdu. Çankaya sofrasında bulunanlardan Vasfi Zorlu, Reşit Galib’in Atatürk tarafından sevilen bir genç olduğunu belirtirken onu “evin şu anki çocuğu” olarak nitelemekte ve “her şeyi söyler, hoş görürdü Atatürk onu” diye eklemektedir.
Nitekim onun yalnız başına kaldıktan sonraki durumunu öğrenen Atatürk, “Cebinde beş parası yok ama karakterinden hiç taviz vermiyor” diyerek dolaylı da olsa davranışını takdir etmişti.
Birkaç ay sonra Mustafa Kemal Paşa, Reşit Galip’in bir konferans vereceğini Ankara Radyosu’nda duyunca, o akşam hiç kimseyi çağırmadı ve sofra kurdurmadı. Radyoyu açtırarak, konferansı beklemeye başladı.
Konu; Halkevleri ve Devrimlerdi. Bir ara Reşit Galip’in ağzından şu sözler döküldü:
“Türk Devrimi, Türk milletinin çektiği uzun çileler sonucu elde edilen denemelerimizin fikir haline gelmiş kesin inancıdır. Her yerde, herkese ve her şeye karşı Türk Milletine has bu devrimleri savunacağız. Gerekirse babalarımıza ya da çocuklarımıza karşı bile…”
Bu sözleri duyan Mustafa Kemal Paşa, yanlış yapan evladını bağışlamış bir babanın yüz hatlarıyla radyonun başından kalkıyordu. Bir kaç gün sonra çağırttığı Dr. Reşit Galip’i, sofrada hemen yanındaki sandalyeye, Milli Eğitim Bakanı Esat Mehmet Bey’i de diğer yanına oturtmuştu. Bir ara Reşit Galip’in kulağına eğilerek; “Yarın Milli Eğitim Bakanı’sın!” diye fısıldadı…
Çok geçmeden de Esat Bey Milli Eğitim Bakanlığından istifa etmiş ve yerine Reşit Galip getirilmişti (19 Eylül 1932).
Taner Ünal