Türkiye’nin Lisanslı İlk Kadın Boksörü Şükran Çalbak

Atatürk’ün önemli ideallerinden biri; Türk kadınının yükselmesi, yaşamın her alanında erkeği ile birlikte kadının da yer almasıydı. Türk kadınının peçe örtünmesine, evlerde kafesler arkasında kapalı kalmasına karşıydı. Cumhuriyetin ilk yılları; Türk kadınının kendini kanıtlama fırsatı bulduğu ve her meslekte boy göstermeye başladığı bir dönemdi.

İşte, Atatürk’ün fikir ve duygularını anlayanlardan biri; fotoğrafta görülen Türkiye’nin Lisanslı İlk Kadın Boksörü Şükran Çalbaktır.


ATTİLA İLHAN yazdı:

‘YENİ’ KADINLAR

ŞÜKRAN Çalbak, yirmi yaşında bir genç kız, özelliği lisanslı boksör olması! Hayır, yanlış okumadınız:

BTGM Sicil Lisans Dairesi tarafından, ona, usulüne uygun olarak, ‘boksör lisansı’ verilmiş, üstelik verilen lisans hem doktor tarafından, hem de Lisans Dairesi tarafından onaylanmış! Spor çevrelerimizde bir tartışmadır gidiyor: Kadın boksör olur mu? Boks, kadının sağlığına aykırı mıdır? Boksör Şükran Çalbak ise, hayatından memnun. Demiş ki:

“Şimdi tek sorun kendime rakip bulup bulamayacağım. Ancak, gözüme kestirecegim erkekle de müsabaka yapabilirim!”

“Hangi Seks’i okumuş olanlar, hatırlayacaktır: Daha o zaman (1976) Amerikalı kadın boksörlerin sözünü etmis, içlerinden birinin fotoğrafını da yayınlamıştım. ‘Tyger’ adındaki bu kadın boksör, şirin zenci gülümsemesiyle, aşağı yukarı Şükran Çalbak’ın söylediklerini söylüyordu: “…Kadin boksörler neden aynı bir kategori sayılıyor? Sikletimde yalnız kadınlarla değil, erkeklerle de dövüşmeye hazırım.” Kadınların boksör olmak istemesinde, şaşılacak ne var anlamıyorum: Karate, taekwon-do, eskrim yaptıktan, maraton koştuktan, futbol oynadıktan sonra, niye boks ve güreş yapamasınlar? Bünyeleri elverişli değildir itirazına, feministlerin ne cevap verdiğini duymuş olsanız gerek. Doğadan örnek veriyorlar, dişi orangutan, dişi aslan, erkeğinden daha mı az güçlüymüş? Kadının fizik güçlülüğünü yitirmesi, onun mutfağa ve beşiğe tutsak edilmesiyle başlıyor. Bu tutsaklıktan kurtulduğu, daha doğrusu, tutsaklığını erkekle eşit olarak paylaştığı an, fizik güçlülüğünü de elde edecek.

Geçenlerde tanık dinlettiğim, Cambridge Üniversitesi endokrinoloji Profesörü Dr. Norman Mills’in iddiaları, feministlerin savunmalarını destekler nitelikte sayılamaz mı? Endüstri toplumunda, üretime dolaysız katılan kadınlar, hormon dengelerinde doğan değişikliklerinden, fizik güçlülükler edinerek çıkmaktaymışlar!

Ayrıca, kadınların, hukuk düzeyinde elde ettikleri eşitliklerden fazlasını aradıkları, erkeklerle fizik düzeyinde de eşit olduklarını kanıtlamaya uğraştıkları bir gerçek: Yoksa ne diye boksa, güreşe, haltere, vücut yapmaya merak sarsınlar?

Peki bu, kadınların erkekleşmesi midir?