Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Açılışı

Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’un eninde sonunda işgal edileceğini bildiği için, önceden gerekli hazırlıklarını yapmıştı. İsgalin ilk günü hemen bütün vali ve komutanlara, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’ne bir önlem olmak üzere şu genelgeyi yayımlar:

“İstanbul’un, İtilaf Devletleri tarafından, çatışma ile ve zorla işgali gerçekleşmiştir. Haince düşüncelere sahip olan bazı kimseler, bu durumdan yararlanarak milleti aldatmaya kalkışabilirler. Nitekim, resmî bildiri biçiminde, imzasız bir takım bildiriler yayımlanmak istendiğini öğreniyoruz. Yanlış davranışlara yönelmemek ve gerçek duruma aykırı hareketlerde bulunmamak için, bu söylentilere hiç itibar gösterilmemelidir. Gerçek durumu takip eden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, milleti aydınlatacaktır.”

Mustafa Kemal, yayımladığı genelgenin hemen ardından bu defa İstanbul’da bulunan İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerika Birleşik devletleri temsilcileri ile bütün tarafsız devletlerin Dışişleri Bakanları’na, Fransız, İtalyan ve İngiliz Parlamentoları’na işgal olayını protesto eden bildiriler gönderdi. Daha sonra olayların gelişimini birkaç gün bekledi. Nihayet 19 Mart 1920’de Mustafa Kemal valilere, kolordu komutanlarına ve bağımsız sancaklara yeni bir bildiri göndererek: “Devlet başkentinin İtilaf Devletleri tarafından resmen işgal edilmesi, yasama adalet ve yürütme gücünden meydana gelen milli devlet gücünü bozmuş ve Millet Meclisi, bu durum karşısında görev yapamayacağını Hükümet’e bildirerek dağılmıştır.” dedikten sonra, aşağıdaki hususları açıklıyordu.

• Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip bir Meclis, millet işlerini yürütmek ve denetlemek üzere toplanacaktır.

• Bu Meclis’e üye olarak seçilecek kimseler, milletvekilleri ile ilgili yasa hükümlerine uyacaklardır.

• Seçimde her sancak bir seçim bölgesi olacaktır ve her sancaktan beş üye seçilecektir.

• Seçim gizli oyla ve salt çoğunlukla yapılacak; oylar kurulun kendi içinde seçeceği iki kişi tarafından ve kurul önünde sayılacaktır.

• Seçimlere her bölgenin en yüksek sivil yöneticisi başkanlık edecek ve seçimin güvenliğinden sorumlu olacaktır.

• Seçimler, en geç on beş gün içinde Ankara’da çoğunlukla toplanmayı sağlayacak şekilde tamamlanarak, üyeler hareket edecek ve sonuç üyelerin adları ile birlikte hemen bildirilecektir.

Bu genelge üzerine, ülke yeniden bir seçim havasına girmiştir. Bir yandan İtilâf Devletleri’nin, Meclis’in Ankara’da toplanmasına izin vermeyecekleri ve orayı havadan bombalayarak yerle bir edecekleri gibi olumsuz propagandalar, öbür yandan İstanbul’daki Osmanlı Hükümeti ve onun yandaşı, kamu görevlilerinin olumsuz tavır ve davranışları seçimi zorlaştırmıştır. Bazı yerlerde seçimler güçlükle yapılmış, bazı yerlerde direnmelerle karşılaşılmıştır. Ancak, ortaya çıkan tüm olumsuzluklar Temsil Heyeti’nin ve millî güçlerin zamanında müdahalesiyle giderilmiştir.

Ülkenin çeşitli yerlerinden seçilen ve İstanbul’dan kaçabilen milletvekilleri, Ankara’da toplanırken, Meclis’in hangi binada çalışacağı bilinmiyordu. Çünkü o günün Ankara’sında Meclis için uygun bir bina yoktu. Tüm aramalardan sonra İttihat ve Terakki Kulübü için yapılmış, fakat henüz bitirilmemiş olan tek katlı binanın Meclis olması kararlaştırılmış (bk.Resim: 27) ve inşaatın bitirilmesi için çalışmalar hızlandırılmıştır.

Resim: 27- Türkiye Büyük Millet Meclisi bu binada açıldı. 23 Nisan 1920

İtilâf Devletleri’nin etkisi altına giren İstanbul Hükümeti’nin kışkırtması ve desteklemesi sonucu çeşitli yerlerde baş gösteren iç isyanlar, Meclis’in bir an önce açılmasını zorunluluk hâline getirmiştir.

Anadolu’da iç durumun giderek kötüleşmesi üzerine, Ankara’da bulunan milletvekilleri ülkedeki iç gelişmeleri kendi aralarında konuşup tartışmasını yaptıktan sonra Meclis’in 22 Nisan Perşembe günü açılmasına karar vermişlerdir. Fakat daha sonra bu karardan vazgeçilerek, Meclis’in 23 Nisan 1920 Cuma günü açılmasının daha uygun olacağı düşünülmüştür. Çünkü İslâm Dünyası için Cuma gününün ayrı bir özelliği vardı. Bu karar 21 Nisan 1920’de çok acele olarak kolordulara, tüm vilâyetlere, bağımsız sancaklara, Müdafaa-i Hukuk heyetlerine ve belediye başkanlıklarına bildirilmiştir.

Bu gelişmelerden önce, İstanbul’dan Ankara’ya gelmiş bulunan Mebusan Meclisi eski başkanı Celalettin Arif Bey, saldırıya uğrayan bir Meclis’in başkanı olarak, millete bir duyuru yaptıktan sonra, çeşitli devletlerin parlamentolarına da birer protesto bildirisi gönderdi.

Ancak Celalettin Arif Bey, Ankara’da açılacak olan Meclis’in İstanbul’un uzantısı olması bakımından, kendisini bu açılacak Meclis’in doğal başkanı olarak görüyordu. Mustafa Kemal ise, bu Meclis’in İstanbul’un bir uzantısı olacağını kabul etmekle birlikte, görev, yetki ve sorumluluk bakımından çok değişik bir yapıya sahip olduğu nedeniyle dizginleri bir başkasının eline bırakmak niyetinde değildi. Bu arada 2 Nisan 1920’de Salih Paşa Hükümeti istifa etmiş, Damat Ferid yeni Hükümeti 5 Nisan 1920’de kurmuştur. Damat Ferid’in Hükümet üyelerini açıklamasından sonra bir bildiri yayımlayan Mustafa Kemal, “Düşman süngülerine dayanan bu hükümeti tanımadıklarını” açıklıyordu.

Ancak İstanbul’daki işbirlikçiler hıyanet çizgisini de aşarak 10 Nisan 1920’de İngilizlerin önermeleri ve özendirmeleri üzerine, Şeyhülislâm Dürrizade Abdullah Efendi’nin millî kuvvetleri “kafir” ilân eden fetvası yazıldı ve 11 Nisanda yayımlandı. Bu fetvanın kopyaları, 19 Nisanda İtilaf Devletleri’nin uçakları tarafından Anadolu’daki yerleşim merkezlerine dağıtılmıştır. Bunun üzerine Mustafa Kemal, İstanbul’a kendi silahları ile karşılık vermek istiyordu. Bu amaçla, başta sonradan Diyanet İşleri Başkanı olacak olan değerli din bilgini ve Ankara Müftüsü Mehmet Rifat Bey (Börekçi) olmak üzere Anadolu’daki 153 müftünün imzaladığı bir karşı fetvayı yayımlattı ve yurdun en uzak köşelerine kadar dağıtılmasını sağladı. Bu fetva ile hem Anadolu hareketi mesrulaştırılıyor hem de işgal kuvvetlerinin aldatması olarak yayımlanan gerçek dışı fetvaların bağlayıcı olmayacağı savunuluyordu. Bu fetva, endişelerin ortadan kalkması ve milletin direncinin artması konusunda çok etkili olmuştur.

Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1920 Cuma günü törenle açılır. Güneşli bir gündür. Ankara Meclis üyeleri ile dolmuştur. Hacı Bayram Camii’nde kılınan Cuma namazından sonra bir tören alayı biçiminde Büyük Millet Meclisi’nin açılacağı Ulus Meydanı’ndaki binanın (sonra müze) önüne gelirler. Meclis’in önünde kurbanlar kesilir. Bursa Milletvekili Fehmi Hoca dua okur ve tören Ankaralılar tarafından coşku ile izlenir. Daha sonra Mustafa Kemal, Meclis binasına çıkar, kapıdaki kurdeleyi keser ve Meclis’e topluca girilir. Oturumu, Sinop Milletvekili Şerif Bey, en yaşlı üye olarak açar. Konuşmasında “İstanbul’un işgal edildiğini, hilâfet ve saltanat makamının esir düştüğünü” belirtti. Daha sonra ilk sözü Mustafa Kemal alır ve şöyle konuşur:

“Yüksek bilgileriniz dahilindedir ki, Yüce Meclisiniz, olağanüstü yetkiye sahip olarak yeniden seçilen saygıdeğer milletvekilleriyle, saldırıya uğrayan hükümet (saltanat) merkezinden kendilerini kurtararak buraya gelen sayın milletvekillerinden oluşmuştur. Kendilerini kurtarıp gelebilecek olan sayın milletvekilleriyle birlikte yüksek bir meclis kurulması ancak yeni başvurulan seçim yönteminde söz konusu olmuştur. Bu anda meclisimiz kurulmuş durumdadır. Önceden seçilmiş olan milletvekillerinin de aynı derecede yetkili olarak görev yapmasının uygun olacağı düşüncesindeyim. Bunu belirtmek isterim.”

Mustafa Kemal’in sözlerini Meclis yerinde bulur. Bunun üzerine, tutanakların incelenmesi için komisyonların kurulmasını teklif eder. Bu teklif kabul edilerek ad çekme usulü ile iki komisyon kurulur. Böylece saat 13:45’de açılan Meclis’in ilk günkü toplantısı 14:30’da sona ermiş olur.

Büyük Millet Meclisi ikinci toplantısını 24 Nisan 1920 Cumartesi günü saat 10:00’da yapar. İlk sözü Mustafa Kemal alır ve biri gizli dört oturumda Mondros Mütarekesi’nden başlayarak 23 Nisan 1920’ye kadar geçen olayları anlatır ve değerlendirmeler yapar. Mustafa Kemal sözlerini bitirince büyük alkışla karşılanır ve kendisine üyelerin oybirliği ile benimsedikleri karar gereği “Meclis adına teşekkür” edilir. Mustafa Kemal beşinci oturumda da söz alır. Büyük Millet Meclisi’nin ülke yönetimini eline almasını teklif eder. Kürsüde okuyarak yaptığı önerisi özetle şöyledir:

“Bu günkü güç durumda vatanı çökmek ve yok olmak tehlikesinden kurtarmak için gerekli tedbirleri almak, pek doğaldır ki, yüksek kurulunuza düşer… Yüksek Meclisiniz, denetleyici ve inceleyici bir parlamento değildir. Böylece, yalnız yasama ve kanun koyma ile görevli olarak sorumlu bir kattan milletin alınyazısıyla ilgili işleri gözetim altında bulunduracak değil, bununla fiilen uğraşacaktır. Nitekim olağanüstü durumlarda bütün milletler bu ilkeleri bir yana bırakarak ya yasama görevine ara verip yürütme kurullarına üstün yetkiler tanırlar, ya da bütün milletin genel oyuna başvurarak kararlar alırlar. Biz, halkın oybirliğine her organdan çok yetki tanıyan İslâmlık ilkelerini gözönünde tutup Yüksek Meclisinizi milletin bütün işlerine doğrudan elkoymuş olarak tanımak yanlısıyız…Anadolu’da, geçici nitelikte bile olsa, bir devlet başkanı tanımak veya bir padişah vekilliği ortaya çıkarmak hiçbir zaman uygun değildir. Şu halde başkansız bir hükümet meydana getirmek zorunluluğu içindeyiz. Oysa bir tek noktada denge kurmayan devlet güçlerinin çalışmasını uyumlu biçimde sürdürmesi de imkânsızdır. Öte yandan herhangi bir makama devletin ve milletin güçlerini birleştirme ve dengeleme yetkisi vererek o makamı sorumsuz tanımak felâkete getirir. Halifeliğin bile sorumluluğunu ilke olarak kabul etmiş olan İslâmlığın, böyle çözüm yollarına elverişli olamayacağı açıktır. Bu güç ve birbiriyle bağdaştırılması imkânsız prensipler içinde uzun uzadıya inceleme yaparak en sonunda İslamlığın temel ilkelerine başvurup, Yüksek Meclisinizde yoğunlaşmış olan ve bütün Müslüman halkın birleşmiş oylarıyla uygun görülen milli iradeyi, vatanın alınyazısıyla ilgili işlerde fiilen el koymuş tanımak ilkesini kabul ediyoruz… Böylece Yüksek Meclisiniz taşıdığı olağanüstü yetki dolayısıyla karşısına çıkacak bir yürütme kurulun yalnız denetlemek ve milletin çok önemli sorunları üzerinde böyle bir kurulla çatışma zorunda bulunmak gibi günümüzdeki durumun hiç de elverişle olamayacağı dar bir yasama görevi ile değil, milletin genel yönetimini fiilen yüklenmek, ülkenin ve hilafetin kurtuluşunu doğrudan doğruya sağlamak ve savunmak görev ve yetkisi ile kurulmuştur. Ve artık Yüksek Meclisinizin üstünde bir güç yoktur… Yalnız karşı karşıya bulunduğumuz yok olma tehlikesine, devlet ve millet işlerinin uzun süredir boşlukta kaldığına dikkat çekerek, gereksiz varsayımlar ortasında sürüp gidecek tartışmaların en kötü yönetimden daha fenâ etkiler doğuracağını arz etmeyi de bir yurt görevi olarak gerekli görüyorum. Yüce Allah bizi başarıya ulaştırsın, âmin!”

Bu sözler üzerine, Meclis üyelerinin bazılarında endişeler görülür, karşı çıkışlar olur. Mustafa Kemal yeniden söz alır ve şunları söyler:

“Efendiler; bütün maddi ve manevi sorumluluğu Heyeti Temsiliye adını taşıyan kurul üzerine almış ve 16 Mart 1920 tarihinden bu dakikaya değin bütün acı gelişme ve görünümlere karşı görev yapmayı olağanüstü bir ödev bilmiştir. Bu sorumluluk çok ağıdır. O kurulu artık bu sorumluluğun altında bırakamayız. Şunu teklif ediyorum ki, bu dakikadan başlayarak milletin alınyazısının sorumluluğunu üstleniniz. Bundan kaçınmak gereksizdir. Bu görev o kadar önemli, içinde bulunduğumuz zaman o kadar tarihseldir ki, büyük sorumluluğu içinizden üç beş kişiye yüklemekle yetinemeyiz. Bütün bu Meclis’in, bütün anlamıyla, sorumlu olması gerekir. Millet bizi ancak bunun için gönderdi. Bizi buraya, milleti beş kişinin eline bırakalım diye göndermedi.”

Neticede, Mustafa Kemal’in teklifi oy çokluğu ile kabul edilir ve Meclis, ülke yönetimine el koymak yolunda ilk adımı atmış olur. Aynı gün Meclis Başkanlığı için seçim yapılır. Mustafa Kemal, Başkanlığa oy birliği ile seçilir (bk.Resim: 28). Bunun üzerine tekrar kürsüye gelerek, Meclis’in kendisine karşı gösterdiği ilgi ve güvene teşekkür eder ve şöyle konuşur:

Resim: 28-Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal

“Sayın Efendiler; milletin alınyazısına ilişkin işlere fiilen ve tüm olarak el koyup Halifeliği ve Saltanatı içine düştüğü tutsaklıktan kurtarmaya ve ülkenin bütünlüğü ve kurtuluşu uğrunda her türlü fedakârlığa büyük bir azim ile katlanmaya karar vermiş olan Yüksek Meclisinizin başkanlığına seçerek hakkımda cömertçe gösterilen güvene ve sıcak yakınlığa teşekkür ve minnetimi sunarım. Hayatımın bütün dönemlerinde olduğu gibi son zamanların bunalımları ve felaketleri arasında da bir dakika geçmemiştir ki, her türlü huzur ve rahatlığımı, her çeşit kişisel duygularımı milletin rahat ve mutluluğu için fedâ etmekten zevk duymayayım. Gerek askerlik hayatımda, gerek politika yaşamımın bütün dönem ve evrelerini kapsayan savaşlarımda her zaman tuttuğum yol, milletin ve vatanın ihtiyaç duyduğu amaçlara yürümek olmuştur. Bugün saygıdeğer kurulunuzun oybirliğinde açıklanmış olan milli güveni, lâyık olduğumun çok üstünde görmekle birlikte, kendim için amaç olarak değil, elbirliğiyle giriştiğimiz kutsal savaşın yöneldiği bir destek sayıyorum. Bu millî birliğin bana yüklediği sorumluluk, biliyorum ve hepiniz de biliyorsunuz ki, pek ağırdır. İçinde yaşadığımız, benzeri çok az olan dakikaların çok tehlikeli olmasına rağmen bu ağır milli sorumluluğun altında ancak sayın kurulunuzun yardımı ve desteği ile ve savaşımızın her zaman hak yolunda olmasına rağmen. Yüce Allah’ın yardım ve desteğinden umutlu olarak çalışacağım… Milli sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi gücümüze dayanarak varlığımızı koruyup milletin ve ülkenin gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına çalışmak; gelişigüzel, ulaşılamayacak istekler peşinde milleti uğraştırmamak ve zarara sokmamak, uygarlık dünyasının uygarca, insanca davranışını ve karşılık dostluğunu beklemek!”

Bu sözler, Mustafa Kemal tarafından yeni devletin politikasini (millî politika) belirleyen sözlerdir. Mustafa Kemal, bu sözleri Meclis’in açılışını izleyen günlerde milletvekillerine söylemiş, yeni devletin kurucularına uygulayacakları ilkeleri açıklamıştır.

Mustafa Kemal’e göre, aydınlık ve uygulanabilir politik yöntem, “milli politika”dır. Dünyanın genel koşulları içinde, hayalci olmak büyük yanılgıdır. Tarih bilimi, aklı, mantığı göstermektedir. Türk milleti’nin, güçlü, mutlu ve sağlam bir düzen içinde yaşayabilmesi, devletin bir bütün olarak millî politikasını belirleyip uygulaması ile gerçekleşecektir. Bu politikayı ise milli sınırlar, gerçekçilik, toplumun kendi gücü, uygarlık, insanlık ve karşılıklı dostluk oluşturacaktır.

Ortadaki gerçek, Osmanlı Devleti’nin ve Halifeliğin artık yıkılmış olduğudur. Amaç, yeni bir devlet kurmaktır. Fakat Mustafa Kemal’e göre bu durumu olduğu gibi göstermek, amacın bütünüyle kaybedilmesine neden olabilir. Çünkü Meclis’teki bazı milletvekillerinin Padişah ve Halife’ye katı bağlılıkları devam etmektedir. Ayrıca, onlara göre Padişah işgal altında bulunan İstanbul’da, İtilâf Devletleri’nin elinde zor durumdadır ve serbest hareket edememektedir.

İşte Mustafa Kemal, hükümetin kurulması ile ilgili teklifini yaparken, bu yönde düşünenleri de gözönünde bulundurmuştur.

Belge: 4 – “Türkiye Büyük Milet Meclisi Reisi Mustafa Kemal” Yazılı Mühür

Teklifini Meclis’e sunarken de asıl amacını gizler. Bazı karşı çıkışlardan sonra kabul edilen teklifte, yer alan ilkeler şunlardır:

• Hükümet kurmak zorunludur.

• Geçici olduğu bildirilerek bir hükümet başkanı tanımak ya da bir padişah vekili ortaya çıkarmak uygun değildir. (Padişah adına iş görecek ve onu temsil edecek biri)

• Meclis’te ortaya çıkan milli iradenin ülke kaderine doğrudan el koymasını kabul etmek temel ilkedir.

• Büyük Millet Meclisi yasama ve yürütme yetkilerini kendinde toplamıştır.

• Meclis tarafından seçilecek bir kurul, hükümet işlerine bakacaktır, meclis başkanı, bu kurulun da başkanıdır.

• Padişah ve Halife, baskıdan kurtulduğu zaman Meclis’in düzenleyeceği yasaya uygun olarak vaziyet alacaktır.

Mustafa Kemal’in bu önerisine göre oluşacak hükümet, milli egemenlik temeline dayanan halk hükümetidir. Daha doğrusu, Cumhuriyet’tir. Ancak “Cumhuriyet” adı, zamanı gelince açıklanacaktır.

Meclis, ülke yönetimine el koyduğu halde hükümetin kurulması kolay olmadı. Çünkü Padişah’a bağlılıklarını sürdüren bazı üyeler, hükümetin kurulmasını bu makama karşı bir ayaklanma olarak değerlendiriyorlardı. Mustafa Kemal tarafından verilen hükümet kurulması yolundaki teklife karşı çıkanlar olur. 25 Nisan 1920’de önce geçici bir “Yürütme Kurulu” oluşturulur. Ancak bir hafta süren tartışmalardan sonra, 2 Mayıs 1920’de hükümetin seçimine ilişkin kanun kabul edilir ve kabine (Bakanlar Kurulu) kurulması imkânı doğar.

Kabul edilen bu kanuna göre, 3 Mayıs 1920 günü hükümet üyelerinin tek tek seçimi yapılır ve onbir bakandan meydana gelen kabine kurulmuş olur. Aynı kanuna göre Büyük Millet Meclisi Başkanı, aynı zamanda hükümetin de başı olacaktır.

ONBİR ÜYEDEN OLUŞAN İLK BAKANLAR KURULU

• Şeriye Vekili Mustafa Fehmi Efendi

Müdafaa-i Milliye Vekili Fevzi Paşa (Çakmak)

• Hariciye Vekili Bekir Sami Bey

• Maliye Vekili Hakkı Behiç Bey

Nafia Vekili İsmail Fazıl Paşa

İktisat Vekili Yusuf Kemal Bey (Tengirşek)

Adliye Vekili Celâlettin Arif Bey

• Dahiliye Vekili Cami Bey

Maarif Vekili Dr. Rıza Nur Bey

• Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekili Dr. Adnan Bey (Adıvar)

• Erkânı Harbiye-i Umumiye Vekili İsmet Bey (İnönü)