Tevfik Rüştü Aras’ın Atatürk’e Dair Birkaç Hatırası
İlk Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, toplanmak üzere, davetiyelerini aldıkları zaman, herkesin gözünden kaçan, yepyeni bir isim, yepyeni bir devletin doğuşunu müjdeleyen bir isim beni gurur ve heyecan içinde bırakmıştı. Bu isim, Atatürk’ün yeni baştan kurduğu memleketin ismi, Türkiye idi.
Atatürk’ün 31 yıllık arkadaşı ve ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinden, eski Dışişleri Bakanı, Dr. Tevfik Rüştü Aras, Atatürk’ün 23 Nisan 1920 günü açılan ilk Türkiye Büyük Millet Meclisine ait hatıralarını, tatlı bir heyecanla anlatıyordu:

Türkiye Büyük Millet Meclisi demek, Mustafa Kemal demekti. İlk Meclisi, ruhu ile, varlığı ile, her şeyi temsil eden, hazırlayan insan, yalnız ve yalnız Mustafa Kemal’di. Gerçi, hepimiz onunla beraber, onun yanında, onun fikirlerinin ortağı idik. Fakat, ruh onda, canlılık, hayat onda idi. Meclis demek, Mustafa Kemal demekti. O zamana kadar, Türkler, Selçuk ismini almışlar, daha sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nun son anlarına kadar da, Osmanlı ismini taşımışlardı. Mustafa Kemal, yeni ülkenin, yeni devletin ismini kendi kalemi ile koymuştu: Türkiye…
O zamanlara kadar Fransızların, İngilizlerin, La Turquie, Turkey isimlerinin tam karşılığı, bizim de lügatimize girmişti..

O zamanlar, Mustafa Kemal, halen olduğu gibi, muhafaza edilen istasyondaki köşkte oturmakta idi. Ben de, istasyon otelinin bir odasında kalıyordum. Meclis açılalı bir ay kadar olmuştu. Bir sabah, beni yanına çağırttı:
Tevfik Rüştü, dedi. Haber aldığıma göre, benim yaverimi, bana haber vermeden Yeşilordu’ya ithal etmişler. Bu nasıl olur..
Mustafa Kemal Paşa, haklı bir asabiyet içersinde idi. Düşüncelerini, şu şekilde ifade etmekteydi:
Yurdu, düşman istilasından kurtarmak için muhtelif teşekküller kurulmuştur. Mesela, Rusya’daki Kızılordu gibi, bizim de memleketimizde, bir Yeşilordu teşekkül etmiştir. Fakat, artık, memleketin işleriyle uğraşacak olan Yeşilordu değil, yeni kurulan bir milleti temsil eden, Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir.
Mustafa Kemal, bu düşüncesinin müzakere edilmesini ve bir karara varılmasını arzu ediyordu. Aynı akşam, toplanmamız arzusunu izhar etti. Gece 10-12 arkadaş, eski köşkün, geniş salonunda toplandık. Rahmetli Yunus Nadi yanı başımda oturduğu için, kendisini çok iyi hatırlıyorum. Beraberce, 8-9 konu üzerinde müzakerelere başladık.
Sayın Aras, burada durakladı ve şu açıklamayı yaptı:
Atatürk, içkiyi severdi. Fakat, ciddi konuların müzakere edileceği zamanlar, kahveden başka içkilerin içilmesine müsaade etmezdi. Bir çok söylentinin hilafına, Ata’nın en önemli kararlarını, içki sofralarında değil, kahve sohbetlerinde aldığını, müzakere ettiğini belirtmeyi borç bilirim.
Ata’nın 31 yıllık yakın arkadaşı, bu açıklamayı müteakip, sözlerine, şu şekilde devam etti:
Müzakere konuları arasında. Bakü’den, Halit Paşa’nın gönderdiği telgraf muhteviyatı, yeşilordu meselesi, daha birçok konular mevcuttu. Müzakereler ilerledikçe, birçok konuda, tam bir ittifakla kararlara vardığımızı görüyordum. Atatürk, müzakere konularını büyük bir maharetle idare ediyor. üzerimizde, en ufak bir tazyikte bulunmuyordu. Fakat hemfikir olduğumuzu gördükçe, derin bir memnunluk duyduğunu da hissediyordum. Vakit ilerlemiş, hepimiz, en küçük bir aykırılık olmaksızın tam bir anlaşmaya varmış kararlarımızı ittifakla almıştık. İçimizde, tam bir ittifak halinde olmanın, derin zevkini duymuyor değildik.

Dr. Aras bir an durakladı ve o anları yaşar gibi heyecanlanarak Atatürk’ün bu hikayesine şöyle son verdi:
Arkadaşlar gitmiş, ikimiz yalnız kalmıştık. Müsaade isteyip çıkmaya hazırlanıyordum ki, Atatürk, bana:
– Tevfik Rüştü, dedi. Bugün bir arkadaş geldi. Kendisiyle bazı şeyler konuştuk, kararlaştırdık. Bazı notlar almıştım. Bu notları okumak ister misin?
Kenarda duran bir saksı vardı. Ata’nın işaretiyle, saksıya yaklaştım, elimi uzattım ve içinde bulunan kıvrılmış vaziyetteki notları çıkarıp okumaya başladım. Hayretten donakalmıştım. Zira, notlar, aynı gece, ittifakla aldığımız kararlardan başka bir şey değildi. Yeşilordunun lağvından, o akşam konuştuğumuz bütün konulara ait karalar… Atatürk, hepsini, gündüzden hazırlamıştı bile. Sonra, sevimli, kararlı başkanlığı ile, ayni kararları almaya bizi sevk etmiş ve bu kararları, bizim de, hakikatte olduğu gibi, canı gönülden tasvip ettiğimize inandırmaya muvaffak olmuştu.

1920 Türkiye Büyük Millet Meclisi ruhunun, ebediyen Türk gençliğine örnek bir ruh olabileceğine işaret eden Dr. Aras, bu konuda, şu aydınlatıcı bilgiyi de verdi:
Ata’nın başkanlığındaki Meclis’te, bugün en ileri Batılı memleketlerin bile gıpta edecekleri seviyede bir olgunluk hakimdi. Mecliste iki zıt grup mevcuttu. Bu zıt grupları birbirlerine, Meclis içerisinde, şiddetle hücum etmekten geri kalmıyorlar, amansız bir şekilde mücadele ediyorlardı. Fakat mücadele, Meclis salonunda kalıyordu. Mesela, benim en yakın arkadaşlarım arasında, ikinci, yani muhalefet grubuna mensup kimseler de vardı ve dışarıda can ciğer arkadaş oluyorduk. Bu zihniyet, yalnız benim şahsımda değil, meclisteki bütün üyelerin içerilerine sinmişti. Hepimizin gayesi birdi. Ayrıldığımız yegane nokta, aynı gayeye varabilmek için, takip edilmesi gereken yolların seçilmesi konusunda idi.

Dr. Aras, o zamanki siyasi mücadelelerin olgunluğuna dair, iki misal anlattı. Bunlardan biri Atatürk’e, biri de, kendisinin Atatürk karşısında şahit olduğu canlı olgunluk numunesi idi.
O günlerin heyecanını, bir delikanlı kadar canlı hissetiğini, her söz ve hareketiyle ifade eden Aras, sözlerine:
Atatürk, müsamahanın bir timsali idi, diyerek başladı. Bir gün, beni ve Mahmut Esat’ı yanına çağırmıştı. Beraberce, ikinci grubun, yani muhalefetin tutumunu müzakere ediyorduk. Atatürk, muhalefetler yani Kara Vasıf, Kayseri mebusu Rıfat bey ve diğerlerinin tutumlarından pek şikayetçi idi.
– Fazla ileri gidiyorlar. Yaptıkları, söyledikleri, takındıkları tavır ve hareketler doğru değil. Pek fena ve yıkıcı bir muhalefet bu…
Atatürk, bir ara, canı sıkılmış tavırla ikimize hitaben:
Bunlara karşı nasıl hareket edilebileceğini, nasıl ezebileceğimi de bilmiyor değilim ya diye ilave ediverdi. Mahmut Esat pek sözünü sakınmaz bir arkadaştı. Atatürk’e hemen şu cevabı veriverdi:
– O zaman da Abdülhamit olursunuz.
– Kim? Ben mi Abdülhamit olacağım. Hayda bakalım. Siz, fazla içmişsiniz. Güle güle…

Arkadaşça sitemlerine, Abdülhamit gibi hareket edebileceği telmihi, Atatürk’ü üzmüştü. Gözlerinden, birkaç damla gözyaşı döküldü. O akşam, Çankaya’daki eski köşkten, tozlu yollarda 1-2 saat koştuktan sonra, Mahmut Esat’ın evine geldik. Yaptığından üzgün Mahmut Esat, duvardaki büyük Atatürk portresinin karşısına geçti:
– İşte dedi. Adam o yaptığımdan çok müteessirim.
Ertesi gün, bizi tekrar yanına çağırdı ve özür dilemek imkanını bulduk.
Dr. Aras, bir ara, Adliye Vekilinin seçiminde, bir anlaşmazlık olduğunu, kendisinin muhalif gruptan, Kayseri Mebusu Rıfat Bey’i desteklediğini, fakat 1. muvafık grup başkanı Ali Fuat Cebesoy ve diğer arkadaşların, 1. gruptaki adayı desteklediklerini, bu yüzden istifa ettiğini de anlattı ve şunları ilave etti:

O zaman, İzmir geri alınmış, gayelerimize, hemen hemen varmıştık. Yoksa, böyle bir istifayı muhalefeti düşünmezdim bile. Atatürk henüz İzmir’den gelmemişti. Ali Fuat Cebesoy, benim durumumu bildirdi. Daha sonra, Atatürk Ankara’ya gelince, bu konuyu görüştük, muhalif grupta olmasına rağmen Rıfat beyin, vekillik için daha layık olduğu konusunda israr ettim. Bana hak verdi, Rıfat bey de, Adliye Vekilliğine getirildi.
Duvarları, Ata’nın resimleriyle, hatıralarıyla dolu salonunu terk ederken, Sayın Dr. Aras, şu sözleri ilave ediyordu:
– Atatürk, daima peşin verdiği hükümlerde haklı çıkmıştır. Kurduğu Meclisi, Türk gençliğine adamakla, ne kadar haklı olduğunu ben görüyor ve bundan saadet duyuyorum.
Kaynak:Her Yönüyle Atatürk, Avni Altıner, 1981