Tevfik Fikret ile Mehmet Akif’in Mukayesesi

Asaf İlbay anlatıyor:

16 Ocak 1937 akşamı, Yüksek Ticaret Okulu mezunları alışılmış toplantılarını Pera Palas salonlarında yapmışlardı. Oğlum Cahit de bu mektebin talebesi olduğu için, toplantıya iştirak etmişti. Gece saat 11’de yatmak üzere soyunuyordum, telefon çaldı. Oğlum, Atatürk’ün maiyetiyle birlikte oraya geldiğini haber verdi. Bunu üzerine ben de Pera Palas’a gittim. 

Atatürk, bizi görünce sevindi ve, “Dava şimdi halledilecektir” dedi. 

Biz işin aslını bilmiyorduk, sonradan anlaşıldı. Şair Fikret ile Akif mukayese ediliyormuş, bu iki büyük şairin, birbirleri ile geçmiş münakaşaları üzerinde konuşuluyormuş. İsmail Müştak, Fikret’in meşhur “Zangoç” şiirini okumuş, Akif’in, mutaassıp bir ruh taşıdığı noktasında durulmuş. 

İşte tam bu sırada, biz salona girmiştik. Atatürk, âdetleri olduğu üzere bir şeyler dikte etti ve kendi düşüncesiymiş gibi bunu okuttu. Bu yazıda Fikret’in milli şiirde üstün olduğu neticesine varılıyordu. Atatürk, şair Akif’e, Kur’an’ın tercüme edilmesi vazifesinin verildiğini ve kendisine on bin lira gönderilmiş olduğu halde, bugün yarın diye işi uzattığını ve nihayet tercümeyi, güya meçhul bir adrese göndermiş olduğu cevabını verdiğini söyledi. 

Bu sözler sırasında Başvekil’i de şahit göstererek, “Parayı İsmet Paşa vermişti” dedi. 

Atatürk, Akif’in büyük bir şair olduğuna inanıyordu, fakat Misakı Milli dairesinde kurtarılmış olan vatan parçasını elde tutabilmek için, o tarihlerde İslamcılık siyasetinden vazgeçilmek zaruretine de kaniydi. Halbuki Akif İslamcıydı ve sürükleyici eserleri ile bu hususta tesirli olabilirdi. Kur’an tercümesindeki hareket tarzıyla da Atatürk’ü gücendirdiği anlaşılıyordu. 

Gençliği Harekete Getirelim 

Bu konuşmadan sonra Atatürk, gençlerle meşgul olmaya başladı. 

“Görüyorsunuz ya gençlik neşesizdir, bunlara bir büfe tertip edilsin, eğlentili” dedi. Bu arzusu da yerine getirildi. Gençler, büfede yediler, içtiler, neşelenip dans ettiler. 

Bir aralık, başları birbirine yapışık dans eden iki genç, Atatürk’ün dikkat nazarını çekti. 

“Söyleyiniz bu çocuklara, dans etmenin de bir takım usulleri ve tavırları vardır. Yoksa nişanlı mıdırlar?“ 

Derhal cevap verdim: “Ben bunları tanıyorum Paşam, kardeştirler.” 

Paşa, kahkaha ile güldü, “Öyleyse mesele yoktur” diyerek bahsi kapadı. 

Saat ikiye gelmişti. Bana dönerek, “Yarın akşam sizi ziyarete geleceğim. Yarınki programı hazırlamak için de, şimdi evinizde bir kahve içmek istiyorum. Siz İsmet Paşa’yı alınız ve önde bize yol gösteriniz” dedi. 

On beş dakika sonra bizim evdeydik. Adeti olduğu üzere evin bütün köşelerini gezdi, evimizi, bahçemizi tetkik etti. Ve ertesi gece ziyaret programı kararlaştı. 

Başvekil Paşa ve Tayyareci Sabiha Gökçen Ankara’ya gideceklerdi. Atatürk’ün emirleri ve benim de ricam üzerine tehir ettiler. 

17 Ocak 1937 gecesi Bomonti’de, Silahşor Caddesi’ndeki evimiz halkı ve bütün mahalle halkı bu ziyareti uğur saydılar. Sabahlara kadar eğlendik. 

Hatay meselesinden sinirli olan Atatürk, hemşerisinin evinde sakinleşmişti. 

Konuşurken bir aralık şunları söyledi: 

“Alışık olmakla beraber, ev sahipleri beni nasıl ağırlayacaklarını belki düşünmüşlerdir. Yeni tanıştığım misafirler, ciddi ve ağır bir havanın eseceğini zan ve tahmin etmiş olabilirler. Ben ve arkadaşlarım, alışık olmadığımız yeni misafirlerden belki ağırlık duyabilirdik. Ancak ilk dakikadan itibaren içinde bulunduğumuz salonun hoş havasında, arkadaşım Asaf İlbay ve ailesinin yarattığı samimiyet ve neşe bizi birbirimize kaynaştırdı. Her zaman samimi olalım, bütün duygularımızı samimiliğe açık ve dürüstlüğe doğru iletelim. İçi başka, dışı başka olan insanlar, vicdan rahatlığı duyamazlar. Ben kendi hesabıma ve arkadaşlarım adına bu geceden ferahlık duydum. Ev sahiplerine teşekkür eder, bunun tekrarını arzu ederim.” 

Paşa’nın ellerinden öptük, İsmet Paşa’ya şükranlarımızı sunduk. Atatürk giderken artık tan yeri ağarıyordu. Bu, bizi son ziyaretleri idi. Bir müddet sonra hastalandı. Artık Savarona’da istirahat ediyor, O canlı neşeli hayat yerine, sakin bir şekilde yaşıyordu. 

Kaynak:Çocukluk Arkadaşım Atatürk, Mustafa Kemal’le 45 Yıl, Kaynak Yayınları

Asaf İlbay

Asaf İlbay kimdir: SÜLEYMAN ASAF İLBAY, 1882 yılında Selanik’te doğmuştur. Hayatı, aynı mahallenin aynı sokağında, evine yüz metre mesafedeki bir evde 1881 yılında doğan Mustafa ile altı yedi yaşlarında iken kesişmiştir. Mahalle arkadaşlıklarına, Asaf İlbay’ın, 1891 yılında eğitim gördüğü Terakki Mektebi’nden ayrılıp, Mustafa Kemal’in devam ettiği Askeri Rüştiye’ye kaydolması ile okul arkadaşlığı da eklenmiştir. Asaf İlbay, Askeri Rüştiye’den sonra, Hendese-i Mülkiye-i Şahane Mektebi’nden mezun olmuştur. 1903 yılında sırası ile Selanik İnşaat işleri Mühendisliği Müfettiş Yardımcılığı, Selanik Demir Köprüler Mühendisliği, İstanbul Şehremaneti 2. Şube Mühendisliği, Ankara, İzmir, Konya, Adana, Bursa, Çanakkale, Balıkesir yolları Müfettişliği vazifelerinde bulunmuştur. 

9 Ocak 1913’ten itibaren Bitlis Vilayeti Su İşleri Başmühendisliği görevini yürüttü. 

12 Ekim 1915 yılında, Halep Şehri Belediye Reisliğine tayin edilmiş, 4. Çöl Ordusu Yollar Başmühendisliği vazifesini ifa ederek, Harp Madalyası ile taltif edilmiştir. 

4 Ocak 1922 yılında Konya ovası Su ve Su işletmeleri Müdürlüğü görevine tayin edilmiştir. 

16 Eylül 1924 yılında Nafıa Vekaleti Kara Yolları Umum Müdürlüğü’ne tayin edilmiştir. 

6 Mayıs 1925 yılında yeni teşkil eden İmar Bakanlığı imar Umum Müdürlüğüne tayin edilmiştir. 

27 Ekim 1926 yılında Ankara Şehreminliğine tayin edilerek, Türkiye’de ilk defa planlı bir şehir kurmak şansına erişmiştir. 

4 Kasım 1928 yılında Bilecik milletvekilliğine seçilerek, siyasete atılmıştır. 19 Ekim 1931 yılında hizmet müddetini doldurmak maksadı ile Ankara İmar Müdürlüğüne tayin edilmiş, 1932 yılında kendi talebiyle emekliliğe ayrılmıştır. Bu tarihten sonra, Kızılay, yoksul ilkokul çocuklarına yardım derneklerinde, Halk Evleri Sosyal Yardım ve Gayrimenkul Sahipleri Derneği başkanlığında sosyal ve kültürel hizmetler ifa etmiştir. 13 Ocak 1957 yılında İstanbul’da vefat etmiştir.