Tarihin En Büyük Adamını Hatırlarken
Atatürk, Sen Toprak ve İstilâ Diye Çırpınan Bir Dünyanın Ortasında Başka Milletlere Tahakküm Etmenin Ezici Bir Yük Olduğunu Keşfeden ilk İnsansın. Bütün insanlara Nur Verdin, Sen de Nur İçinde Yat!
Yazan: Ahmet Emin YALMAN, 10 Kasım 1940, Vatan
Tarihin en büyük adamı odur.
Hepimizin ruhunda bu kanaat yerleşmiştir.
Niçin? Onu çok sevdiğimiz için mi? Yurdu muhakkak bir ölümden kurtardığı için mi? Taassuba ve göreneğe dayanan ölü bir âlemi cesaretle yıkarak aklı zincirlerden kurtardığı ve bizi serbest inkişaf imkânlarına kavuşturduğu için mi?
Hayır, bunların hepsi değil… Mustafa Kemal Atatürk, tarihin en büyük adamı unvanına, yalnız kendi milletine ait ölçülerle değil, en geniş tarih ölçüleri ile, insanlık ölçüleri ile hak kazanmıştır.
Harpten sonraki hasta dünyanın ortasında; kendi memleketlerindeki tehlikelerin, çaresizliklerin, İçtimaî tazyiklerin yarattığı büyük çapta insanları gözden geçirelim. Atatürk’ün insanca büyüklüğü karşısında ne kadar küçük, ne kadar zavallı kalırlar! Gelecek insan nesilleri Atatürk’ü gittikçe daha iyi anlayacak, ona karşı gittikçe derin bir hayranlık duyacaktır. Buna mukabil, dünyayı kana, harabiye, cehalete boğan muasırlarına, en uzak nesiller tarafından bile lâyık oldukları ağır sıfatlar verilecektir.
Atatürk, arazi hırsının bir millet için felâket olduğunu, millî yurt haricinde arazi sahibi olmanın, yabancı milletler üzerinde polislik etmenin bir millet için şan, şeref değil, ezici, boğucu bir yük olduğunu tarihte ilk keşfeden insandır.
Her tarafı çöken bir dünya ortasında, kör körüne «toprak, toprak» diye kıvranan milletler arasında bize fırsat mı yoktu? Başımızda Mustafa Kemal gibi eşsiz bir kumandan, elimizde fedakârlıktan yılmayan bir ordu varken, büyük bir kısım halkımızda da Rumeli’de, başka yerlerde terkettikleri eski yurtlar hakkında derin hasret duyguları hüküm sürerken macera imkânları mı bulamazdık? Böyle maksatlar için yoldaş mı seçemezdik? Şu veya bu tarafa iltihakımızı türlü türlü topraklar, menfaatler mukabilin de satmaya mı muvaffak olamazdık?
Atatürk, numunelerini gördüğümüz insanlar gibi milletlerinin hakikî menfaatini değil, kendi büyüklük zevkini, kendi hırsını düşünseydi kesif bir kumar heyecanı duymak hevesi ile dünyanın macera sahalarında at oynatmaya kalkar, dünden kalan türlü türlü hislerin tesiri altında biz de seve seve arkasına düşerdik.
Atatürk kendi şahsî hisleri bakımından bütün bu fırsatları reddetti. Milleti maceralara sürükleyecek yerde kökü eski asırlarda bulunan bütün istilâ emellerini ve heveslerini tam bir tasfiyeye uğrattı. Türk ordusuna bir istilâ kuvveti diye değil, ancak yurdu tecavüze karşı koruyacak bir müdafaa silâhı diye umumî hayatımızda yer verdi. Düşmanlarımızla asırlarca süren münaferetlere nihayet vererek tarihte eşi görülmemiş dostluklar kurdu. Sonra millî hisleri, hariçten gelen ideolojilerin ifratçı tazyiklerinden koruyarak Türk milleti içindeki âhenk, muvazene ve tesamüh duygularını kuvvetlendirdi ve Türk milletini sulh ve insanlık için emin bir destek haline koydu.
Atatürk’ün kendi nefsine olan galebesi yalnız bu noktada kalmadı. Tarihte yetişen bütün büyük insanlardan ayrı olarak, Atatürk hiçbir zaman büyüklük sarhoşu olmadı, hiçbir zaman: «Ben öldükten sonra beni arasınlar, benim sözlerim, benim düşüncelerim ebedî bir kanun olsun. Bir takım müftiler, müçtehitler yarınki hâdiselerde tutulacak yolu, benim kanaatlerime göre tefsir etsinler» diye düşünecek yolda zâflara kapılmadı. Tamamı ile aksine olarak: «Ben fânî bir adamım. Dünyada terakki ve inkişafın kendi şahsı ile kaim olduğunu zannedecek bedbahtlardan değilim. Benim bütün zevkim kendim için değil, gelecek nesillerin iyiliği için çalışmış olmaktır» fikrine tâbi oldu.
Atatürk kusursuz olmak iddiasından çok uzak bir adamdı. Bir kusuru varsa yüz gösterirdi, çünkü riyakârlığı sevmezdi. Herkes gibi fânî ve kusurlu olduğunu halka daima hatırlatmak isterdi.
Yanlış işler de yapmış olabilir. Çünkü onun kadar çok hareket ve teşebbüs gösteren bir rehberin yanlış iş yapmak cesaretine sahip olması ve bir işteki hâkim faydaya karşı ikinci derecede mahzurları iptidadan göze alması çok tabiî idi. İdarî hayatımızda faydaya hiç bakılmaz, insanlar hakkında; yalnız hareketlerindeki yanlışlar ve mahzurlar bakımından hükümler verilir. Halbuki Türk milletinin ölçüsü hiç de bu değildir. Millet aklı selimi ile Atatürk’ü pek iyi anlamış, bir dâhinin büyük ölçüdeki hareketlerinin her günkü hayatın küçük ölçülerine sığmadığını takdir etmiş, Atatürk’ün büyük hizmetlerine karşı küçük hatâlarını hiç saymıştır.
Siyasî değişiklikler geçirmiş memleketlerin hepsinde siyasî nizam namına sellerle kan akmıştır. Halbuki Türkiye’nin her memleketten daha esaslı tahavvüller geçirmesine rağmen hiç şiddet göstermemiş, ancak memleketin selameti ölçü diye kabul edilmiştir. Sükûn takriri maksadı ile muvakkat surette gösterilmesi zaruret halini alan şiddet de bazı teferruatında yanlış da olsa herhalde milletin hayrına ait düşüncelerle yapılmıştır.
Bunun için Atatürk’ün büyük ve asil hatırası karşısında bu gün minnetle, saygı ile, hayranlıkla, derin bir matemle inen yaşlar, hiçbir istisna kabul etmeden bütün Türk milletinin yaşlardır.
Atatürk’ün hatırası Türk milleti için ebedi bir bağ olacak, hiçbir hâdise, hiçbir tesir bu âhengi bozamayacaktır. Atatürk’ün canlı misali, gelmiş, gelecek Türk nesillerine; kendi şahısları için değil, kendi yurtları için ve kendilerinden sonra gelecekler için çalışmak idealini ve aşkını öğretecektir.
Atatürk’ün tarihte ilk olarak yükselttiği sulh meş’alesi, karanlıklarda kalan insanlara yollarını gösterecek bir nur parçasıdır.
Bize de, bütün insanlara da nur verdin, Atatürk, sen de nur içinde yat.