‘Siz Yaşamalısınız’, Diyenlere, Atatürk ‘Mustafa Kemaller Yirmi Yaşındadırlar’, Cevabını Vermişti.
Cumhuriyetçiler ki artık ne çocukturlar, hatta ne gençtirler, orta yaşlı ve yaşlıcadırlar onlar bu yas gününde Atatürk’ün kendilerine nasıl ümit bağlamış olduğunu hatırlamalıdırlar.
Yazan : Falih Rıfkı Atay, 10 Kasım 1955
CUMHURİYET’İN daha ilk yıllarında Atatürk’ün bir kalp krizi geçirdiğini haber almıştık. Canımız, dudaklarımızın ucuna geldi. Çünkü “hepsi” ve “herşey” yalnız O’na bağlı idi. Eski devir henüz bütün kadroları ile yaşıyor ve memleketin her köşesinde “mırıldanıyordu”. Sonradan hastalığın kalpden gelmediği meydana çıktı. Bununla beraber arkadaşlarından biri dayanamayarak:
– Kendine bak. Çünkü yaşamaya mecbursun, öldüğünün ertesi günü heykellerini kırarlar ve ne yaptınsa topunu bîrden yıkarlar, demişti. Hüzünle başını eğip düşündüğünü hatırlıyorum. Bu kadar iğreti ve temelsiz bir eserin kahramanı olmak da sanki pek şerefli bir şey miydi?
Atatürk eğer millet kurtulmazsa, memleket kurtuluşunun geçici bir avunmadan ibaret kalacağını biliyordu, Osmanlı saltanatının çöküş çağında istilâları durduran kahramanlar çıkmıştı. Zaferler milli kaderin artık değiştiği sevincini vermişti. Bunların hepsi kısa sürdü. Büyük topluluk vicdan ve tefekkür köleliğinden, Ortaçağ gelenek ve göreneklerinin, geri ve kör kara kuvvetin tahakkümünden kurtulamıyordu.
Aradan yıllar geçti. Cumhuriyet 29 Ekim geçit törenlerindeki çocuklarla beraber büyüyordu. Bunlar ilk geçit törenlerinde seyirci sıralarındaki analarının kucaklarında idiler. Sonra ilkokul yavru kurtları, ortaokul izcileri, lise ve yüksek mektep delikanlıları arasında Atatürk’ü selâmlayarak geçtiler. 19 Mayıs töreninde Türk şehirlerinin spor meydanlarını onbinlercesi kaplıyordu.
İşte bu törenlerden birinin akşamı yine Atatürk’e:
– Siz yaşamalısınız, diyenlere, Atatürk:
– Mustafa Kemaller yirmi yaşındadırlar, cevabını vermişti.
Cumhuriyet günü henüz doğmamış olanlar bile artık otuz yaşlarını bitirmişlerdir. Mustafa Kemal 30 yaşında Rumeli’de ordunun en iyi kıtalarını yetiştiriyor, eski komutanların baş edemedikleri tehlikeli isyanları bastıran hareketlerde askerî dehâsını gösteriyordu. Ölüm yatağında iken cumhuriyetin onbeşinci yıl dönümü şenlikleri başlamıştı. Boğaziçi vapurlarından birini tutan gençler Dolmabahçe sarayının önünde ‘‘Dağ başını duman almış” türküsünü çağırıyorlardı.
Atatürk kesik nefesli sesi ile pencereye gitmek istediğini anlattı. Kollarına girerek götürdüler ve bir koltuğa oturttular. Genç neslin türkülerini ve marşlarım dinlerken:
– ‘Bu bayramlar ve yarınlar sizindir, güle güle…’ diye mırıldanarak ölüm yatağına dönmüştü.
Cumhuriyetçiler, ki artık ne çocukturlar, hattâ ne gençtirler, orta yaşlı ve yaşlıcadırIar, onlar bu yas gününde Atatürk’ün kendilerine nasıl ümit bağlamış olduğunu hatırlamalıdırlar. Çünkü birkaç yıldan beri gerilemeler olmuştur, zâlim politikacılar menfaat uğruna ideal satıcılığı yapmışlardır, cumhuriyetçiler Atatürkçülük savaşının hâlâ bir ölüm – kalım savaşı karakterinde olduğunu unutmamalıdırlar.
Falih Rıfkı ATAY