Salih Bozok’un Notlarından Atatürk’ün Son Beş Günü

Saygın Okurlarım!

Cuma günü 10 Kasım.
Benzeri olmayan bir büyük “Adam”a veda ettiğimiz gün.
Bu “Mucize Adam”a karşı yaptığımız tek doğru şey o muhteşem cenaze merasimidir.

Sizlerle Salih Bozok’un notlarından Atatürk’ün son beş gününü paylaşıyorum.

Her zamanki saygılarımla.

E.Ülger.

ATATÜRK’ÜN SON BEŞ GÜNÜ!

Bazı sözüm ona tarihçilerimiz Atatürk’ün aramızdan ayrılma gerekçesini şöyle özetlerler.

“Atatürk, 1938 yılında hastalandı. Çok içki içtiği için siroz (karaciğerin iflası) oldu ve 10 Kasım 1938’de de öldü”

Bu anlatım hem yanlıştır hem bilgi ve belgesi olmayan bir iddiadır hem de gerçeği yansıtmaz.

Siz bakmayın Livaneli’ye, siz bakmayın Can Dündar’a.

Birisi “Veda”da Atatürk’ü Efe, diğeri ise “Mustafa”da utanmadan, sıkılmadan küstahça “Her gece bir büyük deviren” yapar.

Tarih bu ikisini de affetmeyecektir.

Atatürk içkinin karaciğerde yaptığı tahribatın sonucunda siroz olmadı.

Çocukluğundan aramızdan ayrıldığı güne kadar Mustafa Kemal, on yedi defa sıtma hastalığına yakalandı. Çocukluk/gençlik çağı arasında altı, Çanakkale / Trablusgarp / Suriye / Halep / Yemen cephelerinde toplam sekiz ve Atatürk olarak da üç defa sıtma hastalığı ile savaştı.

1900’lü yılların sıtmaya karşı olan tek ilacı “Kinin”di. Kinin ise karaciğerin en büyük düşmanıydı. Sıtma hastalığı nedeni ile Mustafa Kemal’in almış olduğu kinin, Paşa’nın sadece karaciğerini değil, böbreklerini ve hatta gözlerini de harap etmişti.

Suriye cephesinde iken Yıldırım Orduları Kumandanı Mareşal Liman Von Sanders’in doktoru, gene sıtmaya yakalanmış olan Paşa’yı ateşler içinde çadırında yatarken muayene ettikten sonra, Doktor Paşa’nın yaverine şöyle der:

“Mustafa Kemal Paşa kendi sıhhatine karşı bu kadar kayıtsız olursa, korkarım hayata çok erken veda edecektir.”

1917 yılında kâhince ileri sürülen bu kanaat ne yazık ki 10 Kasım 1938 günü gerçek oluyordu.

Şimdi kısaca Atatürk’ün 5 – 10 Kasım 1938 tarihleri arasındaki günlerine değinelim.

Salih Bozok o günlere ait notlarında şunları yazıyor:

“5 Kasım Çarşamba günü Celâl’den (Yaver) nöbeti ben devraldım. Bir emri olup olmadığını sormak için yatak odasının kapısını hafifçe aralayıp baktım. Paşa Hazretleri’nin rengi solgundu ve o mavi gözlerin de eski canlılığından eser kalmamıştı, oturur yatar vaziyette yatağındayadı.

Bir ara ‘Başbakan Celâl Bayar geldi,’ dediler. Durumu Paşa’ya arz ettim. ‘Buyursunlar,’ diye emretti.

Birkaç dakika sonra Başbakan teşrif ettiler. Doktorlar kimse ile uzun görüştürmüyordu. Zaten Celâl Bey de on beş dakika kadar sonra dışarı çıktı.

Öğleden sonra Prof. Dr. Neşet Ömer Bey geldi. Birkaç dakika sonra o da üzgün bir çehre ile dışarıya çıktı.

İki gündür hiçbir şey yemiyor ve karnı su topladığı için su da içmiyordu.

Son uykusunda. 10 Kasım 1938, saat 9.05

Nöbeti Kılıç Ali’ye devretmeden önce kapısını sessizce açtım, yatağına tamamen uzanmış gözleri kapalı bir vaziyetteydi. Uyuyor muydu yoksa uyanık mıydı bilemiyorum.

6 Kasım sabanı erkenden Paşa’nın yattığı kata çıktım. Kılıç Ali’yi kendi kendine konuşur bir vaziyette buldum.

“Nasıl oldu hastamız Kılıç? Geceyi nasıl geçirdi?” diye sordum.

“Sorma Salih. Anlatamam. Sanırım çok sancısı var.”

“Doktorlar gelmedi mi?”

“Biraz sonra geleceklermiş.” demeye kalmadı, müdavim hekimlerin tamamına yakın hepsi geldiler. Onlarla birlikte ben de odaya girdim. İrdealp, Paşa’yı muayene etmek istedi.

Paşa; “Doktor, gerek yok. Nemi ve niçin muayene edeceksiniz? Şu ağrımı kesin ve karnımda mı her neredeyse şu içimdeki suyu alın. Ne gece ne gündüz bana rahat vermiyor,” diye emir buyurdu.

Doktor Mim Kemâl Bey; “Siz endişe buyurmayınız efendim. Gereken ne ise yapacağız ve sizi bu şikâyetlerden azade kılacağız. Ancak lütfen bize biraz zaman tanıyın,” dedi.

“Ne zamanı Mim Kemâl… Zaman mı kaldı?”

Atatürk, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile bir yurt gezisinde.

Paşa’nın bu sözünden sonra birden heyet büyük bir sessizliğe kapıldı. Doktorlardan bir ikisi bir şeyler söyleyecek oldu, ama Paşa yalnız kalmak istediğini eli ile ifade edince heyetle birlikte hepimiz odayı terk ettik.

Akşam üzerine doğru Paşa’nın kız kardeşi Makbule Hanımefendi ile Afet ve Sabiha Hanımefendiler teşrif buyurdular ve yarım saate yakın biz müddet Paşa’nın odasında kaldılar.

7 Kasım günü, unutamayacağım bir gündür. O gün Paşa’nın karnından üçüncü defa su aldılar. Dr. Mehmet Kâmil Bey saat 12.00’de Paşa tarafından kabul edildi. Doktor Bey’e yardımcı olacakların dışında hiç kimse içeri alınmadı. Yarım saatten fazla süren ponksiyondan sonra Paşa biraz rahatlar gibi oldu. Doktor ve beraberindekiler odadan çıkıp alt kattaki bekleme odasına geçtiler. Ben bunun üzerine odaya girdim. Gazi eli ile işaret ederek ‘yanıma gel’ diye buyurdu. Yanına gittim.

‘Daha yaklaş’ diye işaret etti. Nefesini duyacağım mesafeye kadar yaklaştım.

“Çocuk, canım enginar istedi.”

“Emredersiniz Paşa Hazretleri, hemen temin ederiz,” diyerek odadan çıktım.

Kış olduğu için İstanbul’da enginar bulmak mümkün değildi. Hemen telefonla bir an önce enginar temin edilmesi için Adana’ya haber verdik.

8 Kasım öğle üzeri Celâl’den nöbeti devir aldım. Paşa derin bir uyku halindeydi. Bütün doktorlar odada bekleşiyorlardı. Mim Kemâl, Gazi’nin yatağının başındaki sandalyeye oturmuş, eli ile Paşa’nın alnına kolonya ile pansuman yapıyordu.

Ben daha fazla dayanamayarak yaşlı gözlerle odadan çıktım. Hava kararmıştı. Sanırım 19.00 – 20.00 saatleri arasında Doktor Akil Muhtar Bey yanında Kamil Berk olduğu halde Gazi’nin odasından kıpkırmızı bir yüzle çıktı. ‘Ne oldu?’ diye sormaya korktum. Kâmil Bey:

“Maalesef hastamız komaya girdi,” dedi.

Beynimden vurulmuşa döndüm. Paşam olmadan ben nasıl yaşardım? Bir arkadaş, bir kardeş, bir yüce insan, bir kahraman değil, bir can gidiyordu. Güneş batıyordu. Kendi kendime bir şeyler söylendim. Ne dediğimi de hatırlayamıyorum. ‘Artık nöbeti kimseye vermem’ dedim.

9 Kasım’da, hastamızda hiçbir değişiklik olmadı. Doktorlar gelip gidiyorlardı. Her birinin yüzüne, gözlerinin içine bir umut, tek bir umut var mı diye bakıyordum. Ama nafile…

10 Kasım 1938 saat 09.05’te gitti.

Bir anda odadan çıkıp sarayın nöbetçi odasına gittim, sonrasını hatırlamıyorum……”

Bundan sonrasını ben devam edeyim. Salih Bozok nöbetçi odasına girdikten hemen sonra belindeki Smith Wesson (228 411 numaralı) sedef kakmalı tabancısını belinden çıkarır, göğsüne dayar ve tetiği çeker. İntihar etmiştir. Ancak bu girişiminde ağır yaralanan Salih Bozok ölmemiş, Mim Kemâl’in müdahalesi ile Ankara Devlet Hastanesi’nde ameliyat edilerek kurtarılmıştır. Fakat bu yaranın şifa bulmaması nedeni ile 1941’de hayata veda eder.

Eriş Ülger


Muhtemelen, Salih Bozok’un ölmeden önce son fotoğrafı…
Salih Bozok’un Suadiye’de vefat ettigi ev.
Atatürk’ün Bozok (Yozgat) milletvekili Salih’e BOZOK soyadını verdiğini kendi el yazısıyla gösteren belge.
Basında Salih Bozok’un ölümü haberi.
Basında Salih Bozok’un ölümü haberi.
Basında Salih Bozok’un ölümü haberi.
Basında Salih Bozok’un ölümü haberi.
Basında Salih Bozok’un ölümü haberi.
Basında Salih Bozok’un ölümü haberi.
Basında Salih Bozok’un ölümü haberi.

Not: Fotoğraf ve belgeler Atatürk’ün sadık yaveri, dostu sayın Salih Bozok’un torunu Salih Bozok’un Facebook sayfasından alınmıştır.