'Atatürk kendisini karşılayanları selâmlarken ben de Zehra ile birlikte İstanbul'un büyüsüne tutulmuş öylesine kendimizden geçmiştik.'

Sabiha Gökçen, Albümünden Özenle Seçtiğimiz 9 Fotoğrafı Anlatıyor

ESKİ FOTOĞRAFLAR İNSANLARA NELER SÖYLÜYOR?.

Taa Bursa’da çekilmiş bir fotoğraf bu.. O günlerin moda olan çerçevesi içinde.. Giysilerimiz de öyle.. Soldaki ben’im.. Sağdaki ise çok sevdiğim yeğenim.. Bu fotoğraf bana çoğunlukla rahmetli anamı, babamı, Bursa’nın meş’um işgâl günlerini anımsatır hep.. Düşman çizmesi altında inleyen, Yunan mezalimi ile benliğinden uzaklaştırılmak istenen Bursa’mı..

GÜNLER GEÇİYOR VE ARTIK BÜYÜYORUM.

Dolmabahçe Sarayı, benim o yaşlardaki durumumla bir tezat teşkil ediyor gibiydi..

Bursa’daki bir eski evden, İstanbul’daki koskaca saraya gelivermiştim işte.. Sanki başıma devlet kuşu konmuştu.. Bir cesaret, bir okuma aşkının verdiği cesaretle Atatürk’e koşmuş, ona derdimi anlatmış ve sonunda kendimi bu yeni yaşamın ilginç ortamında bulmuştum. Sol tarafımdakı yeğenim Sabahat.

İSTANBUL’A İLK GELİŞ.

Yuvadan ayrılmış, yeni bir yuvaya kavuşmuştum Atatürk sayesinde. Tahsil imkânını da bulmuştum. Artık düşlerim birer birer gerçek oluyordu. Bursa’dan İzmir’e, İzmir’den Ankara’ ya geçmiş, bilmediğim, görmediğim yerleri görmüş, yeni bir dünyaya gözlerimi açmıştım.. Ama İstanbul’a ilk gelişimi hiç mi hiç unutamam..

Ne büyük, ne görkemli bir şehirdi burası.. Deniz, gök, kara ve koskaca anıtsal yapılar.. Atatürk kendisini karşılayanları selâmlarken ben de Zehra ile birlikte İstanbul’un büyüsüne tutulmuş öylesine kendimizden geçmiştik.

MANEVİ KARDEŞİM ZEHRA AYLİN İLE.

Alınyazısı diye birşeye inanır mısınız bilemem? Ama ben bu yazgıyı insanların çoğunlukla kendilerinin yazdıkları inancını beslerim.. Belki de irade dediğimiz şeydir alınyazısı.. İşte yaşam, beni, Atatürk’e ve O’nun manevi kızlarından Zehra Aylin’e kendi isteğimle kavuşturmuştu. Ankara’da, İstanbul’da bir büyük mutluluğun içinde yaşayıp gidiyorduk. Sevgilerle doluyduk.. Ama günün birinde Zehra, hiç beklenmedik bir şekilde aramızdan ebediyyen ayrılmıştı..

1934’TE DOLMABAHÇE SARAYI TERASINDA BİR SABİHA GÖKÇEN..

O devrin giysileri işte böyle idi.. Rahmetli Atatürk, benim de, diğer manevi kardeşlerimin de kendisi gibi giyimimize son derece dikkat etmemizi isterdi.. Temizlik, iyi giyim çok önem verdiği hususlardandı.. “Giyimine dikkat etmeyen insanın ne kendisine ne de topluma saygısı yoktur!” derdi.

YIL: 1935.. ATATÜRK TÜRKKUŞU’NU AÇIYOR..

1925 yılında kurulan ve dünyada bir benzeri daha bulunmayan örnek sivil havacılık kuruluşu olan Türk Hava Kurumu çalışmaları olumlu sonuçlar verince, Atatürk bu kez Türkkuşu’nu kurarak, bu hizmetler zincirini tamamlamayı planladı. 1935 yılında da bunu gerçekleştirerek, Türk gençliğine havacılık sporunu okullar kanalı ile açtı. Şimdi artık Türkkuşu tesislerinde, deneyimli öğretmenler istikbalin göklerde olduğuna inanan çelik kanatlı Türk gençlerini yetiştireceklerdi.. Türkkuşu’nun açılışı benim de yönümü saptamamı sağlamış, istikbalimi belli etmişti..

“YA HAVADA ARIZA YAPARSA MOTOR?”

Beni havacılığa iten, bu mesleğe aşık eden Atatürk’ün arada bir canı sıkılır gibi olurdu.. Nihayet bindiğimiz, bulutların arasından süzülüp gittiğimiz çağımızın bu araçları da insan yapısı değil miydi? Ya şöyle mavilikleri delip geçerken motor arıza yaparsa? Bunun yanıtı vakit varsa, düşme olayı başlamamışsa, en kısa zamanda paraşütle uçaktan atlamaktı kuşkusuz.. Peki ya motorda patlama olursa; yanar, patlarsa? Eh, o zaman da yazgımız der geçerdik!. Buna benzer konuşmalar Ata’nın hassas kalbinde derin izler bırakır, yüzü değişiverirdi..

ATATÜRK, KAZIM ÖZALP PAŞA İLE BİRLİKTE..

Atatürk benim bir yandan havacılıkla geniş bir şekilde ilgilenmemi isterken, bir yandan da yaşamın gereği her konuya eğilmemi, araştırma yapmamı arzulardı.. Örneğin tarihimizi ve dilimizi çok iyi bilmemizi isterdi.. Yaşayan tarihlerle tanıştırır, onlara yakın geçmişimizin karanlık günlerinden aydınlık günlere nasıl, ne zorluklarla geldiğimizi anlattırırdı.. Kâzım Özalp Paşa da bu canlı tarihlerden biri idi işte..

ATATÜRK’ÜN HEMŞİRESİ MAKBULE ATADAN İLE..

1956 yılında iyiden iyiye hastalanmıştı Atatürk’ün hemşiresi Sayın Makbule Atadan.. Kendisiyle çok, ama çok sevişirdik.. Beni öz kardeşinden ayırt etmezdi.. Bu nedenle hastalığı süresince sık sık ziyaretine gider, sohbet ederdik.. Bana ağabeyinden, annesi Zübeyde hanımefendiden bahseder, dalar giderdi..


Kaynak: Sabiha Gökçen, Atatürk’ün izinde bir ömür böyle geçti, 1982