Ruşen Eşref Ünaydın, Kadere Meydan Okuyan Adam
Daha iki akşam önce, Çankaya’da neşe içinde zeybek oynayan Necati, iki sabah sonra, Ankara hastahanesinde devrilmiş gitmişti. O’nun mezarı üzerine senin gözyaşlarından daha sıcak bir rahmet dökülmüş müdür?
Bir Haziran sabahı eski köşkünün balkonunda oturuyordun. Yirmi yedi saattir uyumadan, notlarını belgelerini yoklaya inceleye Büyük Nutkunu dikte ettiriyordun.
Yahya Kaptan’ın Gebze’de şehit düşüşünü anlattığın parçayı okutturup dinlerken, Senin, önüne serilmiş güneşli Anadolu ufuklarına bakan gözlerinin, davan yoluna baş koymuş o halk kahramanı can verirken yanında imişsin gibi nemlendiğini; yıllar sonra o hatıra adınca hâlâ dudaklarının titrediğini görmekten büyük ne olabilir!..
-“Artık yatıp dinlenecektim. Akşama belki görüşemeyiz. Şimdiden gelsin göreyim diye seni istettim” demiştin ve o günün akşamı, sofranın başında tatlı gülümseyişinle:
–Sen sanırsın ki ben uyuyup uyandım da… Hayır… Yazdırmaya devam etmişim. Baktım, artık akşam ol.. muş…’Bari arkadaşlar gelsinler, bunu onlar da dinlesinler, sonra yatarız’ dediğini anlatmıştım; o gece fecre kadar dinç kalmıştın.
Sen ki savaş meydanında, gözlerimizle görenlerimiz çoktur, gül bahçelerinde gezer gibi kendini esirgemeden dolaşırdın; Sen ki yurduna saldırmış düşmanların başına hışmının yıldırımını göz kırpmadan indirirdin; Milletinin davası yolunda Sana arkadaşlık etmiş olanlardan birinin düşmesine, öz canından bir parça alınmış gibi sızlardın. O arkadaşlarından yaşayanların methiyesini, şehit olmuşların mersiyesini, uykusuz geceler ve gündüzler aşarak yazmakla, söylemekle tüketemezdin…
Senin ne hızda çalışkan olduğunu, saatler ve saatler boyunca notlarını tutarken yorgunluktan tükenip bir başkası ile değiş edilmiş kâtipler bilirler. Bunlar masal değil; onlar sağdır!..
Senin için savaş meydanı usançsız bir çalışma yeri idi; çalışma meydanı da, tükenmez bir savaş yeri… İkisinde de milletinin yüzünü ağartacak başarıda imtihan verdin. Dünyaya örnek gösterdin!… ‘Cihanın en uzun meydan muharebesidir’ dedikleri Sakarya’yı durmadan dinlenmeden nasıl yirmi iki gün, gece gündüz uğraşıp baş ettinse; tarihin ancak en zorlu baskınlarından birini yaparak kendininkinden sayıca üstün bir orduyu bir vuruşta darmadağın edip ordunu görülmedik bir hızla on gün içinde Afyonkarahisar’dan İzmir’e nasıl ulaştırdınsa, Millet kürsülerinin işittiği belki de en sürekli söz sayılacak yüzlerce sayfalık Nutkunu da üşenmeden üç ayda ortaya koydun ve yorulmadan sekiz gün okudun.
Sen her yerde ve her işte hep o hız ve hep o kuvvettin… Sen, yurdumuzun çiğnendiğini, devletimizin çöktüğünü acılı gözlerimizle gördüğümüz günlerde kara bahta sert yüz gösterip, ‘Vatan Şairi’nin çelik mısralarını kendi güveninin ateşinde yeniden tavlandırarak:
Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini
deyip kadere meydan okumuş adamsın!.
Sen, İbrahim’in Tanrıya kurban edeceği andaki İsmail gibi:
Canımı cânan eğer isterse minnet canıma
Can nedir kim ânı kurban etmeyim cânânıma
diye başını yurdun hak yoluna koyup dinelmiş Adamsın!.. Sen feleğe sözünü geçirmiş; dünyanın saldırganlığını yüzgeri çevirip yurdunu kurtaracak, devletini kuracak güçte olduğunu dünyaya tanıtmış Adamsın!..
Sen ki bütün cefaları önleyecek yapıda göğüslü; bütün küçüklükleri ürkütecek keskinlikte bakışlı; bütün saldırışları yıkacak çelimde duruşlu idin, bu yer yüzünde öyle, bir sağlam yerleşmişliğin vardı ki!..
En sonunda: ‘Hastalık ciddidir, öldürücü olabilir. Fakat kalbim sağlamdır, dayanacaktır’ dediğin iki koma arasında başını yastığından güçlükle kımıldatıp başbakanına:
-‘Bugün Hatay’dan ne haber var? Yeni raporlar aldınız mı?’ diye sorduğun demlerine kadar bile o derece yaşama ile dolu idin ve hızını başkalarına o derece geçiriyordun ki!..
Bir şülesi var ki sem-i cânın
Fânüsuna sığmaz âsumânın
mısralarında hayal edilmiş coşkunluğu öyle imrenilecek bir güzellikte kendine belirtiyordun ki…
Sofrada ağırladığın çocukluk arkadaşlarından, meclis arkadaşlarından, devrim arkadaşlarından nutuklarında, yurda hizmetlerini övdüğün, şanlarını alkışladığın silah ve zafer arkadaşlarına kadar, Seni tanıyanların, Seni kutlayanların her biri; hepimiz, hepimiz; biz Senden gençler de gideceğiz; Sen, kubbeleri serinlendiren; Sen, meydanlara bahar ferahlığı yayan; Sen, nesillerin başları üstünde çağlayan çınar; Sen, yaşlı tarih gibi sağ kalacaksın sanabilmiştik…
Bu dünyaya Sen lazımdın!..
(Atatürk’ü Özleyiş. Hâtıralar. Birinci kitap: Zafer, 1957, s. 33-36)
fecir: güneşin doğuşu
şem’i can: can mumu
mersiye: ağıt
fanus: cam örtü
mader: anne
asüman: gök
canan: sevgili