Reşit Galip’in Çek Hadisesi
Bu yazı Millet Dergisi’nin Kasım 1947 tarihli sayısından alınmıştır.
Atatürk, bütün menfi iddiacıların aksine son derece münakaşayı sever ve karşısında itiraz ve hattâ isyan edenleri bile hoş görürdü.
Haklı olsun olmasın, bir kimse ona samimî olarak inandığı bir mevzuda itiraz ederse fevkalâde memnun olur, büyük sükûnetle münakaşayı kabul ederdi. Şahsen kızdığı mevzularda bile ekseriya muhatabını sonuna kadar tahammülle dinler, fikrini açıkça söylemesine müsaade ederdi.
Yalnız, inkılâp aleyhinde söz söylenmesine ve demagoji yapılmasına müsaade etmezdi.
Serbest Fırka hâdiselerinden sonra İstanbul’a geldiği zaman en küçük teşekküllerin genç şeflerini kabul etmiş ve onların her türlü fikir ve tenkitlerini büyük bir dikkatle dinlemiş olduğunu hatırlayanlar pek çoktur.
Hattâ, genç bir nahiye parti reisinin kendisine: “Efendim, Halk Partisi bir parti değildir. Böyle parti olmaz” dediği zaman etrafta uyanan büyük tepkiye karşı: “Bu gencin söyledikleri hepimiz için ders doludur” cevabını verdiği de meşhurdur.
Bu yazımızı, bu havanın ışığı altında okumalarını okuyucularımızdan rica ederim.
Atatürk İstanbul’da idi. Her vakit ve her vesile ile halkın arasında ve halkla beraber dolaşmaktan zevk alan büyük adam etrafındaki mutad zevatla beraber Beyoğulu’na çıkmıştı. Bu sıralarda da Beyoğlu’nda yeni bir müessese açılmıştı. Adı da Türkuvaz’dı. Bu kelime, Atatürk’te güzel intibalar uyandırmıştı. Türkuvaz kelimesi firenk dilinde Türk mavisi, boncuk mavisi, gök mavisi diye çeşitli Türkçe adları olan bir rengin adıydı. Atatürk’e verilen izahat arasında Türkuvaz kelimesinin yeşim taşı rengi olduğu da söylenmişti.
Otomobiller, Türkuvaz’ın önünde durdular. İçeri girildi, halk şiddetle Atatürk’ü alkışladı. Ona bir mevki hazırlanmak istendi. O, herkesin arasında bir yeri seçti. Müessesenin orta yaşlı sahibesi geldi. Hürmetlerini sundu. Ata kendisinden izahat aldı. Sonra da böyle bir lokal geliştirmek ve yaşatmak için tavsiyelerde bulundu. Müessesenin sahibesi bütün bunları yapmak için lâzım gelen paraya mâlik olmadığını söyledi. O vakit:
“Ne kadar lâzımdır?” diye sordu.
Kadın mübhem bir rakam söyledi. Atatürk çekini istedi. Açtı ve kadının söylediği rakamı yazarak imza etti. Çeki kopardı. Tam bu sırada birisi elini uzattı. Bu zat Reşit Galip’ti. Atatürk’e eğildi:
“Bu parayı vermemelisiniz, efendim” dedi.
Genç doktorun bu kat’î sözü karşında Atatürk’ün gözlerinde şimşekler çaktı. Ve Reşit Galip:
“Bu para yerine masruf olmuyor, sanırım” diye ilâve etti.
Atatürk:
“Nereye istersem oraya sarf ederim, benim param değil mi?” dedi.
Reşit Galip sadece: “Milletin parasıdır, size emanettir” dedi.
Herkes büyük bir fırtınanın kopacağını bekliyordu. Fakat hayretler içinde Atatürk’ün çeki yırttığını ve kalkıp saraya döndüğünü gördüler. Birkaç akşam sonra idi. Sarayda sofra kurulmuştu.
Maarif Vekili Es’ad Bey de oradaydı. Mevzu maarif meselelerimizdi. Atatürk, herkese fikrini sormaya hazırlanıyordu. Reşit Galip söz aldı, maarif gidişini gayet terbiyeli fakat şiddetli bir dille tenkit ederek Es’ad Bey’i itham etti. Rahmetli Es’ad Bey fevkalâde centilmen bir adamdı. Bu tenkitlerden çok üzülmüştü. Bunu gören Atatürk:
“Yok Reşit Galip Bey” dedi, “Ben kendi soframda hocamın (çünkü Es’ad Bey Ata’nın hocasıydı) bu kadar üzülmesini istemem” dedi.
O vakit Reşit Galip:
“Beni mâzur görünüz. Vakıa burası saraydır. Fakat sultan sarayı değil, millet sarayıdır. Sofranızdaki zât da sizin hocanızdır. Fakat sultanın hocası değildir. Sizi sultan yerine koymadığım için serbestçe konuştum” dedi.
Atatürk, fena halde üzüldü. “Sus…” dedi.
Reşit Galip:
“Millet ve memleket meseleleri konuşulurken susamam…” cevabını verdi. Atatürk bütün bütün kızdı:
“Kalk sofradan” diye bağırdı.
Reşit Galip yerinden kalkmadı. O vakit Ata:
“Sen kalkmazsan ben kalkarım” dedi.
Havlusunu topladı ve sofradan kalktı. Bütün sofrada oturanlar ayağa kalktılar. Herkes sofrayı terke hazırlanıyordu. Atatürk geri döndü:
“Size ne oluyor? Oturun oturduğunuz yerde…” emrini verdi. Ve salonu terk edip gitti. Ortalığı derin bir korku ve ağır bir hava kapladı. Herkes susmuş ve ne yapacağını düşünmeye başlamıştı. Biraz sonra Ata’nın yaveri içeri girdi:
“Gazi Hazretleri emrediyorlar. Kendileri olmadığı halde sofraya devam edilecektir ve kimse yerini terk etmeyecektir.”
Reşit Galip ertesi sabah Ankara’ya döndü. Onun ebedî nikbetini bekleyenler birkaç ay sonra Maarif Vekili olduğunu öğrendiler.
Geri bildirim: Andımız ve Türk Aydınlanması - Turcarum