Örnek Bir Türk Subayı: Kahraman Kubilay
“Ben irticanın kokusuna o kadar hassasımdır ki, cumhuriyeti kurduğumuz günden beri bilirim o kokuyu… Katil, hırsız, komünist, faşist hepsi canından korkar. Ama bu mürteci gerici öleceği zaman kendisinin Hz. Peygamberin yanına gömüleceğini sanır… Bunlarda ölüm korkusu yoktur. Herşeyi yaparlar.” İsmet İnönü
Fethi Okyar’ın çekilmesi ve Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kapatmasından sonra Mustafa Kemal, demokrasiye ilk adım niyetiyle başlattığı “çok partili yaşam” düşüncesini bir süre için rafa kaldırmayı uygun görmüş, fakat bu düşüncesinden tümüyle vazgeçmemişti. Çok partili yaşamın aksayan yönlerini görmek için halkla yüz yüze konuşmak istiyordu. Yurdun hangi bölgesinde, ne tür aksaklıklar ya da eksiklikler vardı? “Çok partili yaşam”ı halk neden benimseyememişti? Mustafa Kemal, işte bu soruların yanıtlarını gözleriyle görmek, kulaklarıyla duymak nedeniyle büyük bir yurt gezisine çıktı.
Gittiği her yerde gördüğü aksaklıkları, oradan Başbakan İsmet İnönü’ye telgraflar çekerek bildiriyor, bu aksaklıkların ortadan kaldırılması için zaman yitirilmeden çalışmalar başlatılmasını istiyordu.
Mustafa Kemal, bu gezisi sırasında gittiği Edirne’de köylülerle görüşürken, bu kez Başbakan İsmet İnönü’ye telgraf göndermek yerine, kendisi başbakandan bir telgraf aldı.
Telgraftaki haber, haberlerin en kötüsü, haberlerin en karasıydı: “Menemen’de bir yedek subayımız, gerici yobazlar tarafından boğazı kesilerek şehit edildi.”
Mustafa Kemal, deyişin tam anlamıyla, “beyninden vurulmuşa döndü.”
Menemen’in kahraman kaymakamı ve kahraman ileri gelenleri geldiler ve geçtiler bir anda, gözlerinin önünden. Onlar, kentlerini işgal etmek için saldıran düşman birliklerine kahramanca karşı koymuşlar ve bu uğurda şehit düşmüşlerdi.
On yıl düşman işgali altında inleyen Menemen, kendisini bağımsızlığına, özgürlüğüne kavuşturan cumhuriyet yönetiminin sırtından bıçaklanması olayına sahne oluyordu şimdi.
Acı, kolay kolay dayanılır türde bir acı olmanın çok ötelerindeydi. Mustafa Kemal, gezisini yarıda kesip dönmek istemesine karşın inatla acısını yüreğine gömdü ve Edirne’de bir meslek okuluna giderek öğrencilere, “ilk insanların ve ilkel toplumların korkuya dayanan ahlak ve eğitim sistemleri”ni anlattı. Sonra da, unutulmaz şu sözleri söyledi:
“Demokratik toplumlarda bireylerin nasıl bir eğitim alması gerekir? Toplumda en büyük güç kaynağı ve başlangıcını düşünen bu sistemde bireyin topluma karşı görevi herşeyden önce onun bağımsızlık, huzur ve refahını sağlamaya çalışmaktır. En iyi birey kendisinden çok, bağlı olduğu toplumu düşünen, onun varlığının korunmasına ve mutluluğuna nefesini harcayan kimsedir.”
Okulun atölyesinde kan ter içinde demir döven Nuri adlı bir öğrenci ile karşılaştı.
“Öğretmen okuluna ya da liseye gidip tertemiz giyinmiş boyunbağlı bir memur olmak varken ne için bu okula gelerek böyle ateş, kömür ile ter içerisinde uğraşıp duruyorsun?” diye sordu. Öğrenci Nuri’nin yanıtı ilginçti:
“Siz bu vatanı kılıç ile kurtardınız. Bizler de onu bu çekiç ile yükselteceğiz! Ayrıca bizim ellerimiz karadır, anlımız terlidir, fakat yediğimiz ekmek aktır ve anlımızdaki ter paktır!” yanıtını alınca çok duygulandı.
Edirne’den İstanbul’a gitti ve yetkililerle bir toplantı yaptı. Menemen olayının sıradan bir olay olmadığının bilinmesini istedi.
Mustafa Kemal, orduya bir başsağlığı mesajı yazdı:
“Menemen’de son zamanlarda meydana gelen gericilik olayı sırasında yedek subay Kubilay Bey’in görev yaparken başına gelenlerden dolayı cumhuriyet ordusuna başsağlığı dilerim. Kubilay Bey’in vahşice şehit edilmesi sırasında bazı gericilerin olayı alkış tutarak onaylamaları tüm cumhuriyetçiler ve vatanseverler için utanılacak bir olaydır. Vatan savunması için yetiştirilen her türlü iç politika ve anlaşmazlığın dışında ve üstünde, saygın bir durumda bulunan Türk subayının gericiler karşısındaki yüksek görev duygusunun vatandaşlarca sadece saygıyla karşılandığı kuşkusuzdur. Menemen’de halktan bazılarının hataları tüm ulusa acı vermiştir. İstilanın acılığını tatmış bir çevrede genç ve kahraman bir subayın uğradığı saldırıyı ulusun doğrudan doğruya cumhuriyete karşı girişilmiş bir suikast saydığı ve saldırganlarla, onları teşvik edenleri ona göre izleyeceği kuşkusuzdur. Hepimizin dikkati bu konuda görevimizin gereğini duyarlılıkla ve tam olarak yerine getirmeye yöneliktir. Büyük ordumuzun kahraman, genç subayı ve değerli üyesi Kubilay’ın temiz kanıyla cumhuriyet canlılığı tazelenmiş ve güçlenmiş olacaktır.”
Menemen Olayı İstanbul’a uzanıyordu. İstanbul’da Erenköy Şevki Paşa Köşkü’nde oturan 84 yaşındaki tarikat lideri Erbilli Şeyh Esat ile oğlu Mehmet Ali laik cumhuriyetten ve devrimlerden rahatsızdı. Manisa Askerî Hastanesi imamlığından emekli olan İbrahim Hoca, mürteci Derviş Mehmet ve adamlarını kullandı. Amaçları saltanat ve şeriatı geri getirmek, tekke ve zaviyeleri açmak, şapkayı yasaklayıp yeniden fesin kullanılmasını sağlamaktı.
İbrahim Hoca, Erbilli Şeyh Esat tarafından Manisa’ya sözde baş halife olarak atanmıştı. Manisa çevresindeki ilçe ve köylerde tarikatını yaymaya çalışıyor, her olanakta Gazi Mustafa Kemal, cumhuriyet ve devrimlere karşı karalayıcı konuşmalar yapıyordu. Kubilay’ı kör bıçağı ile kesen Giritli Derviş Mehmet’i ise, bu toplantılarından birinde “Mehdî” ilân etmişti.
“Mehdî” Derviş Mehmet ve onun gerici grubu, 6 Aralık 1930 Cumartesi günü akşamı Manisa’da tatlıcı Hüseyin’in evinde yaptıkları son toplantıda, Menemen’de gerçekleştirecekleri eylemin planını hazırladılar. Manisa’dan hareket ederek Paşaköy, Sünbüller ve Bozalan köylerinden sağladıkları silahlarla 23 Aralık Salı günü sabahı Menemen’e geldiler. Müftü (Köseköy-Kesikköy) mescidine girdiler. Mürteciler (Gericiler) mescitte mihrabda asılı üzeri Arapça yazılı yeşil bayrağı da alarak Belediye Meydanı’na geldiler. “Din elden gidiyor, kafirler şapka giymemizi zorlayarak bizi dinimizden ayırmaya çalışıyor” diyerek esnafı dükkanlarını kapatmaya ve kendilerine katılmaya zorladılar.
Derviş Mehmet ayrıca, “kendisinin peygamber olarak geldiğini, şeriati yerine getireceğini, Menemen’in 70 bin Müslüman askeri tarafından kuşatıldığını tehditkâr bir biçimde ilan ederek halkı, şeriat bayrağı altında toplanmaya çağırdı. Bu emre uymayanların ise kılıçtan geçirileceğini, askerin silah atamayacağını, kendilerine top ve merminin işlemeyeceğini” söyleyerek halkı ayaklandırdı.
Grubun meydandaki bu eylemlerine Menemen Jandarma Bölük Komutanı Yüzbaşı Fahri Bey müdahale etti ve kalabalığın dağılmasını istedi; fakat orada bulunan halk dağılmadı. O sırada Mehdi Derviş Mehmet, Yüzbaşı Fahri’ye “Ben Mehdiyim. Şeriatı ilan ediyorum. Bana kimse karşı koyamaz. Karşımdan çekil!” diye bağırdı. Mehdinin bu sözü orada bulunan Menemen halkının kimileri tarafından alkışlandı.
Ayaklanan bu gerici topluluğun tehlikeli hareketlerini denetim altında tutabilmek amacıyla Menemen’deki 43. Piyade Alayı’ndan P. Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay görevlendirildi. Kubilay eratın cephane almasını beklemeden 26 kişilik müfrezesiyle hareket etti.
Kubilay olay yerine geldiğinde, müfrezesine süngü taktırdı ve erleri müfreze çavuşunun komutasına bırakarak ayaklanan mürtecilerin yanına gitti. Meydanda Mehdî Derviş Mehmet ile karşılaştı ve kendisine uyarıda bulundu:
“Yaptığınız hareket suçtur. Bu kanunsuz eyleme son verin, kan dökmeden buradan çekip gidin!” dedi. Mehdî Derviş Mehmet, onun bu uyarısına silahla karşılık verdi. Kubilay yaralandı, yere düştü.
Olay yerinde bekleyen Kubilay’ın müfrezesi irticaî gruba ateş açtı; ancak, silahlarında manevra mermisi bulunduğundan etkili olamadı. Bunu fırsat bilen Mehdî Derviş Mehmet, halka dönerek “Bakın bana mermi işlemiyor” diyerek cüretini daha da artırdı. Kubilay, ağır yaralıydı. Meydandaki hükümet binasına girmek istedi; fakat, binanın giriş kapısı kapalı olduğu için giremedi. Bu nedenle, hükümet binasının hemen yanındaki Kazez Camisi’nin bahçesine girdi. Şamdan Mehmet’in de yardımıyla Mehdî Derviş Mehmet, cami bahçesinde bitkin bir biçimde yatan Kubilay’ın başını testereyle keserek gövdesinden ayırdı ve yeşil bir bayrağın tepesine takarak, Kubilay’ın kesik başını adamlarıyla birlikte, Menemen sokaklarında dolaştırmaya başladı.
Kalabalığı durdurmak isteyen Şevki ve Hasan adlı iki bekçiyi de öldürdüler. Olay yerinde toplanan 250-300’e yakın kişi, Kubilay’ın, Bekçi Hasan ve Şevki’nin öldürülmesi sırasında donuk, duygusuz ve seyirci kaldı, hatta bir bölümü olayı onaylarcasına alkış tuttu.
Bu sırada makineli tüfeklerle donatılan iki bölük Menemen’e doğru yola çıktı. Askerler, önce kentte gerekli önlemleri aldılar, sonra da halka dağılmalarını, evlerine gitmelerini söylediler, bu emre uymayanlara ateş açılacağı uyarısında bulundular. Gericiler “Bize kurşun işlemez, biz şeyhiz, dervişiz…” diyerek askerlere de karşı koymaya kalkışınca, Kubilay’ı şehit eden Mehdî Derviş Mehmet ile birlikte Sütçü Mehmet ve Şamdan Mehmet, kendilerine kurşun işleyeceğini son soluklarında öğrenmiş oldular.
Kubilay, Şevki ile Hasan’ın cenazeleri, ertesi gün törenle Menemen’de toprağa verildi. Cumhuriyet gazetesi öncülüğünde Nadir Nadi’nin ilk gazetecilik çalışmasıyla Menemen’de Ayyıldız Tepe’de Devrim Şehidi Kubilay ile Bekçi Hasan ve Bekçi Şevki adına bir anıt dikildi. Anıtın üzerinde anlamlı bir söz vardı:
“İnandılar, dövüştüler, öldüler… Bıraktıkları emanetin bekçisiyiz.”
Olaydan bir hafta sonra Başbakan İsmet İnönü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden şu tarihi konuşmasını yaptı:
“Hepimiz ailelerimizde yetiştirdiğimiz çocuklardan bir kurban vermiş olduk… Sorunun dini siyasete alet eden aşamasına dikkatlerimizi yöneltmeliyiz. Bu aşama yüzlerce yıldan beri yinelenen aşamaların aynısıdır. Cumhuriyetin başlangıcından beri izlediği devlet işlerini din işlerinden ayırmak hareket tarzı, ihtimal ki bundan beş, sekiz yıl önce dine karşı bir hareket gibi suçlama ve kandırmaya yer verebilirdi. Çünkü bu suçlamanın asılsız olduğunu gösterecek en önemli ve en inandırıcı etken yani zaman henüz geçmemişti. Fakat dünya işlerinden din işlerini ayırdıktan sonra yıllar geçti. Vatandaşların inanç ve vicdanlarına başkalarının herhangi bir karışması, yasaklaması ve tasarrufu olmadığı kanıtlanmış oldu.
Siyasette aranılan şey, birtakım adamların ve özellikle politikacıların dini diğer bireylerin özgürlüğüne karşı ve devletin kanunlarına karşı bir saldırı aracı olarak kullanmamalarıdır. Yasak olan şey budur. Bu hareketler devlet ve cumhuriyet karşıtı fiili tecavüz ve kast niteliğindedir.
Dinle dünya işlerinin ayrılması sorununun ruhu buradadır. Laik yönetimde herkes inanç ve vicdanında her türlü engelden ve yasaktan kurtulmuştur. Ancak bunu vatandaşlar siyaset aracı yaparak başkalarını zorlamak için veya devletin yönetiminde etkili olmak için kullanamazlar.”
Bir ay sonra Ege bölgesindeki gezisinde konuşan Mustafa Kemal ise şunları söylüyordu:
“Halkın saflığından yararlanarak ulusun maneviyatına sataşan kimseler ve onların takipçi ve müritleri elbette birtakım cahillerden ibarettir. Ulusumuzun önünde açılan kurtuluş ufuklarında durmaksızın yol almasına engel olmaya çalışanlar, hep bu örgütler ve bu örgütlerin üyeleri olmuştur. Türk ulusunun bunlardan daha büyük düşmanı olmamıştır. Bunların varlığını hoşgörü ile kabul edenler, Menemen’de Kubilay’ın başı kesilirken kayıtsız, ilgisiz izlemeye dayanan ve hatta alkışlamaya cesaret edenlerle birdir.”
Menemen olayına karışanların yargılanması için Divan-ı Harp Başkanı General Mustafa Muğlalı görevlendirildi. Muğlalı sanıklara “tarikatın aydın tabakalarından bu ulus çok zarar görmüştür. Tarikatçılar, her zaman ulusa ve ülkeye kötülük yapmışlardır. Son 400 yıllık Türk tarihi incelenirse din ve tarikat perdesi arkasında zavallı saf Müslümanları kalpte saklı olan o ‘sırla’ zehirlemiş ve bu ulus sizin aletiniz olmuştur” dedi.
Menemen Olayı’nın soruşturması derinleştirildikçe, olayın çıban başı konumundaki hazırlayıcısı tarikat lideri Şeyh Esat’ın yurt dışı bağlantıları olduğu da saptandı, ortaya çıkarıldı.
“Yurt dışı güçler”, yeni kurulan Türkiye Devleti’nin varlığı yanısıra, onun yönetim biçimi cumhuriyetten de duydukları rahatsızlıklarını, dedelerinden miras aldıkları ve torunlarına miras bırakacakları alışılagelmiş yöntemleriyle sürdürüyorlardı.
Yaşar Öztürk, Bütün Dünya