Ölümü İstemek Bir Cesaret Değildir. Ama Ölümden Korkmak Ahmaklıktır

Ölümü başka hastalıktandı ama. Atatürk, ömrü boyunca böbreklerin­den şikayetçi olmuştur. Birinci Ci­han Harbi sıralarında Halep dönü­şü böbrek krizini tedavi etmek için, meşhur Karsbad banyolarına gittiği malûmdur. Yine 19 Mayıs 1919 da Samsun’a çık­tığı zaman, beş altı saatte bir sıcak ban­yo ile ancak rahat edebilecek kadar rahatsızdı.

Hele dişlerinden de sık sık şikâyet ederdi. 29 ekim 1923 gecesi Cumhur­başkanı seçildiği zaman da şiddetli bir diş ağrısı çekmekteydi. 1924’de kalp krizi teşhisi konan bir göğüs ağrısı geçirmiş ve iki ay kadar perhiz etmişti. Daha sonra 1927’de bir enfarktüs krizi geçirmiştir. Bu kriz o zamanlar ciddiyetle ele alınmış ve Atatürk’e özel doktorluk eden Refik Saydam’ın aracılığıyla Almanya’dan iki profesör getirtilmiştir. Profesörler ken­disini uzun uzun muayene etmişler ve perhiz tavsiye etmişlerdir. O, bu tavsi­yelerin hiçbirine aldırmamıştır. Atatürk’ün, adı konmamış hastalığını 1937 senelerinde yakalandığı tahmin edilmektedir. Atatürk ara sıra bilar­do oynamaktan hoşlanırdı. Yanında bulunanlar 1937’de Atatürk’ün bu hoş­landığı oyunu, birkaç istaka vuruşun­dan sonra bırakmasından şüphelendik­lerini söylerler. Atatürk, artık çabuk kesilmekte, rengi ve bakışları yorgun görünmektedir. Atatürk, hastalığı sebebiyle kaşınma­ya, hem de eğilerek kaşınmaya dayana­mıyordu:

— Bu evde (Çankaya’da) göze gö­rünmez kırmızı böcekler varmış, diye tutturmuştu. Oysa kimse böyle bir bö­cekten şikâyetçi değildi. Fakat kendisini teselli etmek için aynı şüpheye düştükle­rini söyleyenler de olurdu. Hattâ bir seya­hatte Çankaya’nın baştan başa en tesir­li ilaçlarla temizlenmesini emretmişti…

ÖLÜM FELSEFESİ

Nihayet tıp, zalim teşhisini koydu: Siroz. Fakat bu teşhisi Atatürk’e söy­lemediler. Bununla beraber o, kimseye sezdirmemesine rağmen öleceğini an­lamışa benziyordu. Bir tıp ansiklope­disinden hastalığıyla ilgili bahsi oku­muş olduğu tahmin edilmektedir. Yine yanında bulunanlardan birine Atatürk ölüm felsefesi hakkında şunları söyle­miştir:

— “Ölümü istemek bir cesaret de­ğildir ama, ölümden korkmak ahmak­lıktır.“

Atatürk’ün ağır hastalığı 1938 mar­tından 10 kasıma kadar sekiz ay sür­müştür, Bir müddet Savarona yatın­da kalmış, daha sonra Dolmabahçe Sa­rayına kaldırılmıştı. Onun karnından iğne ile iki defa su alındı. Savaronada iken kendisini muayene eden Fransız Profesörü Fissinger, hükümet adamla­rına:

— “Her an barsak veya beyin ka­namasından onu ölmüş bulabilirsiniz…“ demişti.

YARINLAR SİZİN

Oysa o, bütün bu ağır haline rağ­men daima Ankara’ya gitmek, Cumhu­riyetin 15 inci yıl dönümü töreninde bulunmak ve milleti ile son defa kar­şılaşmak istemiştir. Hattâ Ankara Stadyumu merdivenlerini çıkmaktan kurtulması için, alelacele bir asansör bile yaptırılmıştır. Cumhuriyet Bayramı gecesi Boğaziçi vapurlarından biri içi talebelerle dolu alarak Dolmabahçe Sarayının önünden geçiyordu. O halsizdi. Adeta dalgındı.

Talebeler haykırışıyor, tezahürat yapı­yorlardı. Bir ara onları fark etti. Buna pek duygulanmıştı. Mırıldanarak:

— “Bu bayramlar ve yarınlar sizin­dir, güle güle…“ Dedi ve gözyaşlarıyla ölüm yatağın­da öbür tarafına döndü. Birinci komayı atlatmıştı. Fakat ikin­ci ve son komadan uyanmadı. Bu uyanmayış, meşum 10 kasım 1938 per­şembe sabahı, saat 9’u beş geçeydi…


Hikmet Bil, 10 Kasım 1963, Hürriyet Gazetesi