Okula Başlayan Bir Millet
Paris’te çıkan L’Illustration dergisi; 13 Ekim 1928 tarihli sayısında Türkiye’nin gerçekleştirdiği Harf Devrimi’ni kapak konusu olarak seçti. Aynı sayıda Madam Pittard (Noelle Roger) tarafından bir makale yazdı. Hakimiyeti Milliye gazetesi Madam Pittard’ın makalesinin Türkçe çevirisini 23 Ekim günkü nüshasında“Mektebe başlayan bir millet” başlığıyla şöyle yayımladı:
“Mektebe başlayan bir millet”
Geçenlerde zevci Profesör M. Pittard ile birlikte Türkiye’de tetkik seyahatine gelen Mme. Noelle Roger, bu seyahatinin neticelerini Fransa mecmualarında neşre başlamıştır. Bu makalelerin birincisi, harf inkılâbımıza ait olan ILLUSTRATION mecmuasında “Mektebe başlayan bir millet” unvanı ile intişar etti; karilerimize bu güzel parçanın tercümesini taktim ediyoruz:
“1928 yazı Türkiye için esaslı bir merhale, tarihinde yeni bir dönemeç yeri, evvelce misli görülmemiş bir terakki devrinin mebdei oldu; Türkiye Latin alfabesini kabul etti.
Mustafa Kemal’in başardığı ıslahat arasında bu, belki en ziyade hayretbahş olanıdır.
Bir milletin itiyatlarını bir gün içinde değiştirmek, ifade vasıtalarına yeni bir şekil vermek, asırlardan beri alıştığı yazım yerine yabancı bir yazı koymak; böyle bir tasavvurun tatbiki imkansız gibi gözükmüyor mu? Fakat kendisine milletinin şu güzel Gazi unvanını verdiği bu reis için dünyada imkansız hiç bir şey olmasa gerek.
Böyle bir tahavvül için hiç olmazsa aylar, belki de seneler lazım geleceği; münevverleri eski yazılarını terke tedricen alıştırmak harflere yavaş yavaş ısındırmak icap edeceği zannolunabilirdi. intikal devresinden münevverlerin, biri ellerinden alınan, diğeri yeni teklif olunan iki alfabe arasında tereddüde düşüp tekrar geriye dönmelerinden korkulabilirdi… Arap yazısını ıslah edip, marka şeklinde biri birine bitişen harfler yerine bir “hurufu munfasıla” sistemi koymak istemiş olan Enver’in uğradığı muvaffakıyetsizlik henüz hatırlarda idi. Her halde bu son Ağustos ve Eylül aylarında görülen şeyleri tahmin etmek kabil değildi; o tarihte Türkiye’de seyahat eden ecnebiler, misli duyulmamış, fakat bugün bir emri vaki olan bu ıslahatın muhtelif merhalelerine şahit oldular. Milletini, Latin alfabesinin faydalarına ikna için Gazi’ye birkaç hafta kafi geldi.
Filhakika yeni alfabenin tatbiki şeklini tetkik için toplanan encümen, ilk içtimasını 26 Haziran’da akdetti. Burada izahı uzun olacak bir takım müşkülatın halli lazım geliyordu. O tarihten itibaren Türk gazeteleri bu meseleden halka her gün bahsettiler. Daha Ağustos iptidasında makinede Latin harfleri ile yazılmış ve Gazi’nin eli ile, tashih edildikten sonra, dostlarına dağıtılmış bir takım kağıtlar görülmeye başladı.
Alfabe tespit edilir edilmez gazeteler her gün Latin harfleri ile bir iki sütun yazı neşrine başladılar. Vekiller, büyük memurlar derslerde bulunuyorlardı. Denilebilirdi ki bütün millet Eylülde okuma öğrenmeye koyuldu. İsmet Paşa, aile ocağının bulunduğu Malatya şehrinde söylediği bir nutukta sevinçle: “Bütün memleket, geniş bir dershane halinde çalışıyor” diyordu.
Ankara’da bütün vekaletler memurları kurslara devama mecbur edilmişti. Askerler, jandarmalar kışlalarında yazı meşk ediyorlar. Yeni alfabenin sadeliği o derecededir ki ümmiler bile on beş gün içinde okuma öğreniyor. Bursa Türk Ocağı’nda gördüğüm bir manzara hâlâ gözlerimin önündedir: Ak saçlı hanımlarla on ikişer yaşında kızlar yan yana oturup masaları üzerine eğilmiş, kemali dikkatle imla yazıyorlar… Her mebus dairei intihabiyesine gidip halka ders verdi. Gazi bir nümunei imtisal oluyor, herkesi şevke getiriyor, ruhlara kendi ateşin kanaatini aşılıyordu: “Bunu bir vatanperverlik milliyetperverlik vazifesi olarak ifa ediniz.” Çabuk öğrenmek… Yeni harfleri bütün vatandaşlara öğretmek…
Evvela İstanbul’da, sonra eylülde Samsun ve Sivas tariki ile Ankara’ya dönerken yolculuğu esnasında yeni alfabeyi halka, bir mukaddes emir gibi tebliğden bir an fariğ olmuyordu. Talebesine hitap ediyor, sualler soruyor, iyi cevap verdikleri zaman onları tebrik ediyor.
Ankara’ya geldiği gün (21 Eylül), bütün dükkanlardan Arap harfleri ile yazılmış levhalar kaldırılmıştı. Takı zaferler üzerinde Latin harfleri ile yazılmış ibareler okunuyordu; akşamı, elektrikle işlenmiş harfler, ta kalenin üzerine kadar, pırıl pırıl yanıyordu. Eserini ikmal hususunda hiç bir yorgunluktan kaçınmayan Gazi, trenden iner inmez Meclis binasına gidip, yeni kararlaştırılan bir tadili üç saat mütemadiyen izah etti: yazıyı pek işkal eden hatların kaldırılması.
Alfabeyi sadeleştirmek, herkesin öğrenebileceği bir hale getirmek: işte istihdaf olunan gaye. Anadolu halkı bunu derhal anlamış gibi gözüküyor, zira Gazi’nin ateşli hitabına cevap verenler yalnız münevverler değildir. Ümmi küçük tüccarlar da, köylüler de bu cevaba iştirak ettiler. Yaylalar boyunca kaybolmuş köylülerde yeni harflerin bahsi geçiyordu; kahvehanelerin mermer masaları üzerine acemi bir elin çizdiği satırları okumak için bir çok başların eğildiği görülüyordu. Yüzde doksanı okuma bilmeyen bir milletin, yeni bir yazı sistemine bu kadar ateşle, imanla taraftar olması şayanı hayret bir manzara değil midir?
Hiç şüphesiz ki bu millet, bu ilme ancak bir çok tahsil senelerini vakfedebilenlere mahsus Arap harflerini öğrenmekten ümidini kesmiştir. Bir mecmua müdürü bana: “Arap harfleri ile okuma öğrenmek için tam on sene lazımdır, zira Arapçasız, Acemcesiz olmaz” dedi. Başka biri de; “Tam yirmi beş sene, dedi; ben ancak o kadar zamanda öğrendim. Münevver kadınlar lisanlarını okuyor, fakat yazamıyorlar. Çocuklar okumayı üç dört senede öğrenip gene unutuyorlar.”
Arap harflerinin müşkülatı hakkında bir fikir vermek için yalnız şu kadarını söyleyelim: rakamlar da dahil olmak üzere onlar, matbaa kasalarında 612 göz işgal ederler, halbuki Latin harfleri kasalarında yalnız 90 göz vardır. Bir tek Arap harfinin, kelimedeki yerine göre altı, yedi, bazen de sekiz şekli vardır. Bir tek kelime dört beş türlü okunur ve her seferinde manası değişir. Kari bunları ancak karine ile keşfeder.
Hayatın bugünkü şeraiti artık böyle kitabet inceliklerine, lisan teşevvüşlerine müsait değildir. Yaşamak isteyen bir milletin fikirlerini ifade için, kolaylıkla kullanmayı öğrenebileceği hassas bir alete ihtiyacı vardır. İnce farkları gösterebilen zengin Türk lisanı istikbalde, yani bugün medeniyetin önüne geçilmez cereyanına karışan on beş milyon insan tarafından okunup yazıldığı zaman Avrupa’ya, belki hiç beklemediği eserler verecektir. Şimdi o insanlar, kendilerini Avrupa medeniyetinden ayıran kalın duvarın yıkıldığını görüyorlar; onlar artık bugünün fikirlerine, bugünün meşgalelerine karışacaklar. Onlar Avrupa ailesinde, kendilerine ses duyurmakta kat-ı ümit edilen “Ayrı birer kardeş” gibi idiler; artık bu halden kurtulacaklar.
Noelle Roger
(L’Illustration dergisi, 13 Ekim 1928)
Kaynak: Hakimiyeti Milliye gazetesi, 23 Ekim 1928, sayfa: 2