”O Çayı Ekmek Ve Peynirle İçeriz.”

Saygın Okurlarım!

Sizleri kısa bir yolculuğa davet edeceğim. Edeceğim çünkü gidip yaşananları yerinde izleyin ve yerinde görün istedim.

Neresinden baksanız bu gün Türkiye dünyada haini ve aptalı en bol ülke.

Ama bir de bunun tam tersi var. Hem vatansever. Hem yürekli. Hem de çile, yoksulluk, şehadet, acı, azap o günün “Türk”üne ana ninnisi gibi gelen bir halk.

Eli öpülesi, bağra basılası bir halk, bir ulus, bir millet olacak gelecekte. Ancak bu Asil Millet oluşmadan, bu milletin aslını oluşturacak benzeri olmayan bir ordu kurulacak.

Bir defa daha yazmıştım.

Dünyada ki tüm ülkelerde önce millet oluşmuş, o milletin içinden o ülkenin ordusu oluşturulmuştur.

Asil Türk Milleti böyle doğmamıştır.

Önce Türk Ordusu oluşturulmuş, bu kahraman ordudan bir millet doğmuştur.

Şimdi siz Saygın Okurlarımı Sivas’a davet ediyorum. Yıl 1919’un son günleri.

Evet buyurun hepimiz Sivas’da geçen şu kısa hikâyeyi yerinde izleyelim.

Saygın Okurlarım biraz uzun hoş görün. Özetlemeye kıyamadım, bir bir yaşananları.

“17 Aralık gecesi, kar Sivas’ı bir yorgan gibi örtmüştür. Lise binasında telaşlı bir hareketlilik vardır. Mustafa Kemal Paşa ertesi gün Ankara’ya doğru yola çıkacaktır. Sivas Lisesi’nin arka bahçesine bakan kahve ocağından devşirme Paşa’nın odasının loş aydınlığı, gecenin ilerlemiş bir saati olmasına rağmen hâlâ kararmamıştır. Üst kat koridorlarında arada sırada duyulan ayak seslerinden başka, gecenin sessizliğini bozan hiçbir şey yoktur. Kahve ocağından devşirme odada karşılıklı oturanlardan birisi, diğerine karşı son derece saygılı ve söyleyeceklerini can kulağı ile dinlemeye hazırdır. Bir gün sonra yapılacak olan uzun yolculuk için gerekli tüm hazırlıklar yapılmış, şahsi eşyaların yerleştirildiği küçük bavullar alt kat koridorunun çıkış kapısına yakın bir yerine adeta bir ip gibi dizilmiştir. Günlerce süren kongrelere ait evrak, belge, tutanak, telgraf ve notlar ise, halen yağlı kandillerin (O kandillerden birisi halen bendedir) aydınlattığı alt kattaki odanın köşesindeki tahta sandıklar içindedir.

Bahçeye bakan pencerenin yanında oturan Paşa, altın sarısı saçları ve yeşil mavi karışımı gözleri ile titrek kandillerin ışığı altında, henüz tanrı kavramının insanlık tarihine yazılmadığı çağlardaki ilâhları andırıyordur. Kar soğuğunun tunçlaştırdığı bu çehrede, günlerdir verilen çetin mücadelelerin izlerinden en ufak bir eser yoktur.

“Çocuk, zor günler geçirdik. Sen ve hepiniz çok yoruldunuz. Kongrelerin yapılmış olması ve kongre kararlarının halk üzerindeki olumlu etkisi son derece memnuniyet verici. Arada en yakın arkadaşlarımızla ufak tefek sıkıntılarımız oldu, ama mühim olan elde edilen neticedir. Bu neticeden şüphesiz hepimiz memnunuz.”

Biraz dinlenir ve devam eder.

“Yatmadan evvel az şekerli kahveye ne dersin çocuk?”

“Paşa Hazretleri, nerede para, nerede kahve? Emrederseniz size şimdi, tavşan kanı gibi bir çay demlerim.”

“Olur, Müfit. Yarın erkenden yola çıkacağız. Her şey hazır mı?”

“Yol için alınacak erzağın dışında her şey hazır. Yol için gerekli kumanyayı, yarın sabah alayım dedim, taze olsun.”

“Neler alacaksın?”

Mazhar Müfit bu soruyu beklemiyordur. İçinin cız ettiğini duyar. Bu soru canını acıtmıştır. Ne cevap verecektir? Bal, tereyağı, kavurma, tahin-pekmez deyip gönlünden geçeni mi, yoksa elinde kalan üç kuruşla alabileceklerini mi söylemelidir?

Boynunu büker, oturduğu koltuğa biraz daha gömülür, ancak Paşa’nın duyabileceği bir ses tonu ile,

“Bütün mevcut paramız, yol için ancak 20 yumurta, bir okka peynir, on ekmeğe kâfi gelecek.”

“Müfit çay kalsın, yarın taze ekmek ve peynirle içeriz o çayı…” (*)

O gece Mazhar Müfit (Kansu) Bey’in gözüne uyku girmez. Mustafa Kemal Paşa’nın son cümlesi bütün gece kulaklarında çınlar.

”O çayı ekmek ve peynirle içeriz.”

Mazhar Müfit Bey günlerdir Sivas Osmanlı Bankası Müdürü Mösyö Oscar Schmit ile görüşmek için çaba sarf ediyordur. Müdür ya bir yerlere gitmiştir ya hastadır ya da önemli bir mazereti vardır. Bir türlü fırsat bulup da bir araya gelemezler.

Mazhar Müfit (Kansu) Bey,

“Gün doğar doğmaz bankanın kapısına gidip müdürü bekleyeceğim. Olmazsa evine giderim,” diye düşünür.

Sabahın olmasını zor bekler. Günün ışımasıyla birlikte, liseden çıkar, o zamanki Hükümet Konağı’nın hemen karşısındaki Osmanlı Bankası’na gider. Banka henüz açılmıştır, fakat müdür görünürlerde yoktur.

Gerçi istenen borç para, çok büyük bir meblağ değildir. Ama o günlerde bir kuruşun dahi kıymeti vardır. Mazhar Müfit Bey hem sabırsızdır hem de endişelidir. Ya müdür “Size verecek paramız yok!” derse diye endişelenmektedir.

Paşa ve beraberindekiler hazırlanmış yola çıkmak için Müfit Bey’i beklemektedirler.

Müfit Bey, birkaç gün önce Sivas’ın yerli halkından sözü geçen birkaç kişiyi müdüre aracı olarak göndererek, onların yardımını rica etmiştir. Mazhar Müfit Bey, yapılan ricaların ve aracı olan Sivas’ın etkili kişilerinin de çabalarının netice vermediğini düşünürken uzaktan, şişman ve kısa boylu Müdür Mösyö Oscar Schmit görünür. Müfit Bey müdürü selâmlar, beraberce odasına geçerler. Müfit Bey, müdüre ricasını tekrarlar. Durumu uygun bir dille anlatmaya çalışır. Zamanın çok dar olduğunu, borcun gününde ödeneceğini söyler. Nihayet müdür borç vermeye razı olur, fakat bu sefer de Müfit Bey’den kefil ister. Hemen karargâh subaylarından Yüzbaşı Bedri Bey’e haber verilir. Müfit Bey’in borçlu, Yüzbaşı Bedri Bey’in de kefil olmasıyla bankadan 1000 lira borç alınır. Beş dakika sonra, Sivaslıların coşkun, heyecanlı ve içten sevgi gösterileri arasında konvoy 18 Aralık 1919 sabahı Ankara’ya doğru üç araba ile yola çıkar.


(*Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber. c:1)

Eriş ÜLGER