Mustafa Kemal’in Okulları
Cumhuriyetin kuruluşunu izleyen yıllarda Anadolu’nun çeşitli il ya da ilçe merkezlerinde parasız yatılı okullar açılmıştı. Okulu olmayan köylerden gelen çocuklar, yatılı ve yemekli bu okullara alınıyorlar, hiçbir ücret ödemeden öğrenimlerini burada yapıyorlardı. Anadolu’nun çeşitli yörelerinde her biri birer aydınlık meşalesi olarak çevreye alev alev ışık yayan bu okullara halk, “Mustafa Kemal’in Okulları” adı vermişti.
Emel Kurt , Bütün Dünya, 2004
Bir delikanlı, Sarayburnu’nda bir banka oturmuş, herşeyini kaybetmiş olmasının verdiği üzüntüsünün ağırlığı altında, dalgın dalgın denizi seyrediyordu. Bir polis geldi yanına… Polis, sırtındaki üniformasının çağrıştırdığı otoriter ağırlığından hiç de beklenmeyen bir ağabey sıcaklığıyla elini uzattı, delikanlının omuzuna koydu ve aynı sıcaklıkta bir sesle sordu:
“Hayrola, delikanlı” dedi. “Bu ne üzüntü böyle?”
Delikanlı başını çevirdi, omuzundaki elin sahibine baktı ve “Aldırma” dercesine bir ifadeyle gülümsedi. Polisin sorusuna yanıtı, yalnızca bu gülümsemesi olmuştu.
Fakat babacan polis, delikanlının aldırmazlık tavrına aldırmadı. Onu konuşturmak, onun üzüntüsünü dinlemek ve belli ki, onun derdine ortak olmak istiyordu.
Aynı sıcak ses tonuyla ve sözlerine bu kez biraz da şaka katarak yine sordu:
“Karadeniz’de gemilerin batmadı, değil mi?” dedi.
Delikanlı, babası yaşındaki polisin bu içtenliği karşısında daha fazla suskun kalamadı.
“Çok büyük bir haksızlığa uğradım, amca” dedi. “İşin daha da kötüsü, bu derdimi anlatabileceğim ve kendisinden bana hakkımı vermesini isteyebileceğim kimse de yok koskoca memlekette…”
Polis amca geldi, bankta delikanlının yanına oturdu:
“Derdine çareyi bulacak kişi belki de benim” dedi. “Anlat bakalım, nedir seni böyle derinden üzen haksızlık?”
Delikanlı, “O kişi kesinlikle siz değilsiniz” demek istercesine başını iki yana salladı:
“Bana yapılan haksızlık polislik iş değil, amca” dedi. “Derdimle senin de canını sıkmayayım boş yere…”
Polisin ilgisi, giderek meraka hatta kuşkuya dönüştü. Delikanlının konuşmasını sağlamak için kırk dereden su getirdi ve sonunda başardı.
Delikanlı, gözleri dolu dolu anlatmaya başladı:
“Ben, ilçemizin merkezden uzaktaki köylerinden birinde, anne babamla oturuyordum… Mustafa Kemal Paşa’nın okullarından birinin de bizim ilçede açıldığı haberi geldi köye. Annemin babamın rızasıyla ilçeye geldik ve ben de bu leyli meccani (parasız yatılı) okula yazıldım, orada okudum. O okulu bitirdikten sonra endüstri meslek lisesine gittim, oradan da mezun oldum.”
Cumhuriyetin kuruluşunu izleyen yıllarda Anadolu’nun çeşitli il ya da ilçe merkezlerinde parasız yatılı okullar açılmıştı. Okulu olmayan köylerden gelen çocuklar, yatılı ve yemekli bu okullara alınıyorlar, hiçbir ücret ödemeden öğrenimlerini burada yapıyorlardı. Anadolu’nun çeşitli yörelerinde her biri birer aydınlık meşalesi olarak çevreye alev alev ışık yayan bu okullara halk, “Mustafa Kemal’in Okulları” adı vermişti.
İşte bu okullardan birinde okuduktan sonra endüstri meslek lisesini de bitiren delikanlı, derdini anlatmayı şöyle sürdürdü:
“Endüstri meslek lisesinden mezun olanlar arasında bir sınav açıldı. Sınavda kazananlar devlet tarafından Almanya’ya gönderilecekti. Okumaya orada devam edecektik. Ben de girdim bu sınava ve hem de birinci olarak kazandım. Fakat Almanya’ya gitmek üzere Sirkeci Garı’na geldiğimde oradaki görevli kişi, Almanya’ya benim yerime başkasının gönderildiğini bildirdi. Neden olarak da, hiçbir şey söylemedi. Oysa tüm işlemlerim tamamdı; hiçbir eksiğim yoktu.”
Delikanlı Sirkeci Garı’ndan çıkmış, yürüye yürüye Sarayburnu’na gelmiş, şimdi bir banktan dalgın dalgın denizi seyrediyordu.
Polis ona, nereli olduğunu sordu.
“Gemlikliyim” dedi delikanlı. “Gemlik’te okudum, oradan geliyorum şimdi.”
Polis ayağa kalktı, elini uzattı ona:
“Hadi gel, seni karakola kadar götüreyim” dedi.
Delikanlı birden şaşırdı:
“Karakola mı götüreceksiniz?” diye sordu korkuyla. “Ben şimdi ne yaptım da beni karakola götürüyorsunuz?”
Babacan polis gülmeye başladı:
“Ben sana ‘Suçun var da ondan karakola götüreceğim seni’ mi dedim, yavrum?”
Ve delikanlıyı karakola neden götürmek istediğini tane tane anlattı:
“Sanayi Bakanı Celal Bey de Gemliklidir” dedi. “Şimdi karakoldan ona telefon açarız, sana yapılan haksızlığı, olduğu gibi anlatırsın kendisine…”
Polis, karakoldan Ankara’ya telefon etti, Sanayi Bakanı Celal Bayar’a ulaştı. Durumu özetledikten sonra telefonu delikanlıya uzattı. Delikanlı, kendisine yapılan haksızlığı tüm ayrıntılarıyla, sanayi bakanı hemşehrisine anlattı.
Bakan Celal Bayar telefona polisi istedi ve ondan, delikanlıyı sabaha değin karakolda konukları olarak ağırlamalarını istedi.
Karakolun telefonu sabahın erken saatlerinde çaldı. Ankara’dan, Sanayi Bakanlığı’ndan aranılıyordu karakol.
Delikanlının uğradığı haksızlıkla ilgili olarak yaptırdığı tüm soruşturmasını tamamlayan Sanayi Bakanı Celal Bayar, bir gün önce görüştüğü polise şimdi, yeni bir buyruğunu bildiriyordu. Buyruğun özü şuydu:
“Delikanlı o gece kalkan trene yerleştirilecek ve Almanya’ya gönderilecektir.”
Yıllar önce Sarayburnu’nda derin bir üzüntünün ezikliği altında dalgın dalgın denizi seyrederken bir polisin dikkatini çeken delikanlı, öğrenimini tamamlayıp Almanya’dan döndüğünde Gemlik suni ipek fabrikasında göreve başladı. Ve o fabrikanın temel taşı olarak uzun yıllar hem yöreye, hem de ülke sanayiine hizmet etti.
Yaşamının unutamadığı bu anısını çocuklarına ve torunlarına zaman zaman anlatırken merhum kayınpederim Muharrem Kurt, bir zamanların Türkiye’sinin yöneticilerini de, görevlilerini de minnet ve şükran duygularıyla anıyordu.
Ben de ülkemizin bu örnek dönemini ve bu örnek sorumlularını okurdaşlarımla paylaştığım şu anda, rahmet dileklerim ve özlem duygularımla hem merhum kayınpederimi, hem de onun, minnet ve şükranla andıklarını anıyorum.