Mustafa Kemal’in Büyük Düşü: Seçimler ve… Büyük Millet Meclisi

Ulusal egemenliğin kanıtı ve simgesi “Millet Meclisi”, yepyeni bir devlet kurmakta olan Mustafa Kemal için, “en vazgeçilmez” önemde ve yücelikteki bir temeldi. Çünkü “Meclis”, üzerinde ulusun genelinin görüşlerinin dile getirildiği sarsılmaz bir temel olmasının yanısıra, ulusun egemenliğini simgelediği yüce varlığıyla, ayrıca bir “bağımsızlık kanıtı” idi.

Kurtuluş Savaşı’nı bile “Meclis” çatısı altında yapmaya özel bir özen gösteren Mustafa Kemal, savaş öncesi ön çalışmalarını da hep “kongre” çatıları altında yürütmüştür.

Sivas Kongresi’ni toplamaya çalıştığı günlerde Mustafa Kemal, kongrenin amacını soran bir gazeteciye, o başlangıç günlerinin başlangıç toplantılarından birinin amacını özetlediği sözleriyle aslında, “işin” sonunda gerçekleştireceği “Meclis” kurma amacını açıklıyordu:

“Ulusal yazgımız konusunda birtakım ilkeler benimsiyoruz” diyordu.

“Bu ilkeleri savunacak milletvekillerini seçerek, ulusun genelinin görüşlerini saptamak amacımızı gerçekleştirmek istiyoruz.”

Aynı gazetecinin, “Adaylığınızı koyacak mısınız?” sorusunu ise şöyle yanıtlıyordu:

“Ben sırf vatan ve ulusuma böyle her an, her dakika bütünüyle bedenimi feda etmek amacıyla kutsal mesleğimden ayrılıp ulusun bağrına döndüm. Bunu yaparken sıradan bir ulus bireyi olarak elimden gelen her türlü fedakarlıktan geri kalmamak azmindeydim. Bununla birlikte tümüyle ulusumun genel iradesine uydum ve boyun eğdim. Eğer ulus beni milletvekili seçme isteğini gösterirse seve seve kabul ederim. Fakat kendiliğimden hiçbir girişimde bulunmayacağım.”

Mustafa Kemal, büyük düşü Büyük Millet Meclisi’nin önemini, Bursa’da yaptığı bir konuşmasında şöyle anlatıyordu:

“Siyasetimizin temel taşı, cehaletin yok edilmesidir… Üçbuçuk yıldır ulus olarak yaşıyoruz. Bunun somut ve en açık tanığı hükümet biçimimiz ve hükümetimizin özellikleridir ki, onu kanun TBMM diye adlandırıyor. Bütün dünya bir gerçeği çok iyi bilsin ki, Türkiye devletinin tek ve gerçek temsilcisi yalnız ve ancak, ulusunun egemenliğinin simgesi TBMM’dir.”

Mustafa Kemal, seçim öncesi kendi kaleme aldığı bir seçim bildirgesinde, Büyük Millet Meclisi’nin anlamını ve önemini özetlerken, böylesi bir çatı altında ulusu temsil etmek üzere seçimlere girmeye hazırlanan milletvekili adaylarına ise, dolaylı olarak, bu çatı altındaki görevlerini anlatıyordu:

“Egemenlik kayıtsız, koşulsuz ulusundur. Yönetim düzeni halkın yazgısını doğrudan doğruya kendisinin düzenlenmesi ilkesine dayalıdır. Ulusun gerçek ve tek temsilcisi TBMM’dir. TBMM dışında hiçbir birey, hiçbir güç ve hiçbir makam ulusal yazgıya egemen olamaz. Bundan dolayı tüm yasaların düzenlenmesinde, her çeşit örgütte, yönetimin genel ayrıntılarında, genel eğitim ve ekonomi konularında ulusal egemenlik ilkesi içinde hareket edilecektir.”

Ve şu sözlerle onlara ise Türkiye Devleti’nin anlamını ve TBMM’nin önemini anlatıyordu:

“Muhterem ve aziz arkadaşlarım, yeni Türkiye devletinin ruh yapısı ulusal egemenliktir. Bir ulusun egemenliğinin bilincinde olabilmesi, onu güvenle koruyabilmesi bir takım özel niteliklere ve üstün bir eğitime sahip olmasına bağlıdır. Bir ulusun siyasal eğitiminde, toplumsal eğitiminde, vatan sevgisinde eksiklik varsa, o ulus egemenliğini yeterince güçlü bir biçimde elinde tutamaz. Yüce meclisin bu günkü kararla tüm bu nitelikler, üstünlükler, özellikle ulusumuzun erginliği bir kat daha yükseltilmiş ve bütün dünyaya, bu gerçeği görmek istemeyen dünyaya gösterilmiş ve ilan edilmiştir.”

Mustafa Kemal, yurt gezilerinden birinde gittiği Eskişehir’de halka, “yurttaş olmanın bir gereği olan seçmenlik görevinin” anlamını ve önemini açıklıyor ve “Seçmenlik görevi, duygusallığa göre değil, akla göre yerine getirilmelidir” diyordu. Seçim sonrası oluşan TBMM’de ise, bu kez milletvekillerine sesleniyor Mustafa Kemal, bir yandan seçmene yurttaşlık görevini, bir yandan milletvekillerine TBMM’nin anlamını ve ulusal egemenliğin önemini anlatırken, aynı çatı altında ve aynı milletvekillerinin karşısında ayrıca, kendini de savunmak zorunda kalıyordu.

Çünkü onun kurduğu meclise, milletin vekilleri olarak girebilmiş iki, üç kişi, yasaları araç olarak kullanarak kendisini, yani Mustafa Kemal’i, seçme ve seçilme gibi çok önemli bir yurttaşlık hakkından yoksun bırakmak girişiminde bulunuyorlardı. Bu iki, üç kişi, yasaların kendilerine verdiği yasa yapma hakkını kullanarak, seçim yasasında değişiklik yapmak istiyorlardı. Onların yasada yapmak istedikleri değişikliğe göre, doğum yeri Türkiye sınırları dışında kalan kişiler, milletvekili seçme ve seçilme hakkına sahip olamayacaklardı. Bunun anlamı çok açıktı. Türkiye’nin şimdiki sınırları dışındaki Selanik’te dünyaya gelen Mustafa Kemal’in elinden, milletvekili seçme ve seçilme hakkı geri alınacaktı. Yani Mustafa Kemal, kendi kurduğu meclise milletvekili olarak da giremeyecekti, oraya girecek milletvekillerinin seçilecekleri seçimde, oy da kullanamayacaktı…

Devletin hem de o doğum günlerinde Mustafa Kemal, kendi devletinin meclisinde, içlerine sızabilmiş iki,üçüyle de olsa, kendi ulusunun vekilleriyle de “savaşmak” zorunda kalıyordu.

Bunlara karşı mecliste yaptığı konuşması, yalnızca şu kadarcıktır:

“Bu girişim beni yurttaşlık haklarımdan yoksun bırakmaya yönelmiştir… Doğduğum yer, ne yazık ki, bugünkü sınırlarımız dışında kalmış bulunuyor. Her hangi bir seçim bölgesinde beş yıl olsun oturup kalmış da değilim… Eğer düşmanlar amaçlarına tam ulaşmış olsalardı, bu tasarıya imza koyan bayların memleketleri de sınır dışında kalabilirdi… Aralıksız beş yıl bir seçim bölgesinde oturup kalmamışsam, bu da yurda yaptığım yararlılıklar yüzündendir… Ben sanıyordum ki bu yararlılıklarımdan dolayı ulusun sevgisini, saygısını kazandım ve belki de İslam dünyasının gözüne girmiş bulunuyordum. Bütün bu sevgilere karşı yurttaşlık haklarımın elimden alınmak isteneceğini hiç düşünmezdim. Sanıyordum ki yabancı düşmanlar, canıma kıymak yoluyla beni ulusuma yararlı olmaktan alıkoymaya çalışacaklardır. Ama hiçbir zaman aklımın köşesinden geçmedi ki, yüce mecliste bunlarla bir düşünen iki üç kişi olsun çıkabilecek!”

Bu sözlerin ardından mecliste Mustafa Kemal’i öven konuşmalar yapılıyor, ona özel bir ayrıcalık tanınarak, kendisinin bu yasanın dışında tutulması öneriliyordu.

Mustafa Kemal, milletvekillerinin böylesi tutumuna da karşı çıkıyor ve yeniden söz alarak, bu kez kendini öven milletvekillerine, dünyanın belki de en kısa, fakat en önemli şu dersini veriyordu:

“Hiçbir kişiye ayrıcalık tanıyan bir yasa olamaz. Bana ayrıcalık tanınan bir yasa da olamaz… Ben adalet ve hukuk istiyorum ama, kendim için değil, herkes için istiyorum…”

Mustafa Kemal, seçimlere yurttaşların gereken önemi ve duyarlılığı göstermesini her zaman istiyor ve bu isteğini, hemen her olanak bulduğunda, kendisini dinleyenlere bir ders verircesine tane tane açıklıyordu.

Adana’da çiftçilerle yaptığı bir söyleşideki şu sözleri de, bu “ders”lerinden biridir:

“Sayın çiftçiler, yeni seçimleri çok önemli bir vatan görevi olarak değerlendiriniz. Çünkü seçimler sonrasında oluşacak Meclisin ülkeye, ulusa yapmak zorunda olduğu görevler çok güç, çok ağır ve çok önemlidir. İçinizden ülkeyi ve ulusu en çok seven, aklına, sağduyusuna, vicdanına en çok güvendiklerinizi seçiniz.

Meclis bu sayede sizin isteklerinizi gerçekleştirmeye, hak ettiğiniz refahı sağlama gücüne sahip olacaktır. Bana gelince, ulus beni yeniden seçtiğinde bu meclise katılırım. O zaman görevimi güvenle yerine getirebilmek için bir Halk Fırkası kurmak niyetindeyim. Partinin programını gereken zamanda tüm ulusa bildireceğim. Memnun olursanız, iyi bulduğunuz yerler olursa, onları kabul edersiniz; memnun olmadığınız yerler olunca, onları da bana bildirirsiniz. Ben de gereken düzeltmeleri yaparım. İstiyorum ki o program kişisel olmasın, tüm ulusun programı olsun.”

Kurtuluş Savaşı, TBMM, Cumhuriyet ve diğer kazanımlar gerçekleştikten sonra bu yapıyı geleceğe taşıyacak kurumların oluşturulmasına sıra geldiğinde Mustafa Kemal, “Bir düşünceyi yaşama geçirebilmek için elbette o düşüncenin girişimcisi ve girişimcileri olmalıdır” demiş ve bu girişimcileri şöyle tanımlamıştır:

“Ulusumuz çok zamandan beri siyasi partiler yüzünden ve siyasi partilerin ihtirasları ve onların çatışmaları yüzünden çok büyük zararlara uğramıştır. Ulusun çıkarları unutulmuştur. Şunun bunun çıkarının hizmetine konmuştur. Gerçekten ulusun çeşitli sınıflarından bir, ya da iki ya da üçünü alıp da diğerlerinin zararına olarak, yalnız o sınıfın yararını sağlamakla uğraşan bir siyasi parti, bizim ulusumuz ve ülkemiz için zararlıdır. Bizim zorunlu olduğumuz, bütün ülke evlatlarının elele vererek çalışmasından ve çalışmasıyla elde edilecek sonuçtan ibarettir.

Siyasi örgütler ekonomik amaçlara dayanarak kurulur. Parti kuruluşunda başka bir kötü niyet yoktur. Başka kötü niyetle kurulan partiler gerçek partiler değildir. Onlar hırs, çıkar ve çapulcu partileridir. O halde biz öyle bir parti yapacağız ki, bundan bütün ulusun, hiç ayırım yapmadan herkesin çıkarını ve yaşam nedenlerini, mutluluğunu sağlamayı görev edinebilsin! Buna olanak var mıdır? Evet buna olanak vardır ve bundan başkasını ülkede yapmanın olanağı yoktur.”

Mustafa Kemal, 1922-1931 yılları arasında, o günün güç ulaşım koşularına karşın, ondokuz kez yurt gezisine çıkmıştır.

Bu gezilerindeki ana amacı, mecliste ulusu temsil edenlerle, ulus arasında bağların her zaman canlı ve sağlam tutulmasıydı.

Bu gezilerinin sonunda milletvekilleri ile görüşmeler yapıyor, onlara gezisine ilişkin gözlemleri anlatıyordu ama, gerçekte milletvekillerine hem öğüt veriyor, hem de herbirine görevlerini anımsatıyordu:

“Ülke yıkıntı durumundadır” diyordu. “El birliği ile çalışmalıyız… Kişilerle değil, ilkelerle meşgul olunmalıdır. Türk ulusunun zorbalık ve baskıyla yönetilebileceğini sananlar Türk’ü ve Türk Tarihini bilmeyenler ve anlamayanladır. Evet yine yineliyorum, Türk ulusunu demokrasiden başka bir şekilde yönetme olanağı yoktur. Harabeler içinde Türk köylüsüne rast geldim. Depremin zararlarından ben onları teselli edeceğime, onlar beni teselli ettiler. Ulusun maddi yoksunlukları çoktur. Fakat efendiliği ezelden beri benimsemiştir. Efendiliği benimsemek, ona her yeniliği yaptıracaktır. Türk halkı tutucu değildir. Her yeniliğe hazırdır ve yeteneklidir.”

Mustafa Kemal, yalnızca milletvekillerine değil, yurt gezilerinde çiftçilere, işçilere, zenginlere, aydınlara da kimi görevlerini anımsatmaktan geri kalmıyordu. Bu amaçla yaptığı konuşmalarından birinde şöyle diyordu:

“Aydın bilim adamı denen insanlar vardır. Aydınlar, okumuşlar olsun, bunlar başlı başına kendi çıkarlarını düşünür bir sınıf olamaz! Eğer bunlar, ‘Biz ülke içinde özel bir kitleyiz, bizi mecliste başlı başına temsil edenler bulunsun ve meclis yalnız bizim çıkarlarımızı sağlayacak yasalar yapsın’ derlerse umdukları yarardan yoksun kalırlar. Aydınlara ve okumuşlara düşen çok yüksek bir görev vardır. Halkın içine girmek ve onlara yol göstericilik yapmak, onlara zenginliğe ve mutluluğa kavuşmak için öncülük etmek, onları aydınlatmak, bilgilendirmek ve başarılı kılmaktır. Sanıyorum ki her ülkede bilginlerin en insancıl ulusal ve vatani görevi yalnız ve ancak bu olabilir. Ulusun karşısında namuslu olmak ve namuslu davranmak gerekir. Ulusu aldatmayacağız! Ulusa daima ve daima gerçeği söyleyeceğiz. Kendimizi kimsenin üstünde görmeye hakkımız yoktur.”

Mustafa Kemal’in 1927 yılında yayımladığı genelge:

Milletvekilleri İçin Zorunlu Kurallar

Milletvekillerinin özel yaşamlarında ticaret, tarım, sanayi vb. alanlarındaki iktisadi ve mali faaliyetleri devletin yasalarına bağlıdır… Ancak milletvekilleri milletvekili sıfatını özel iktisadi yaşamları için kullanmamalarına bir özen gösterecektir.

Sermayesinin çoğunluğu devlete ait olan kuruluş ve şirketlerle, genel çıkarlara ait ve özel sözleşmeye bağlı ayrıcalıklı şirketlerde ve tekel idarelerinde, hükümetçe yönetim kurullarına atanan ve bu kuruluşları temsile yetkili kimseler partiye bağlı milletvekillerinden olmayacaktır. Öbür kuruluşların yönetim kurulu üyelikleri konusunda genel kurallar geçerlidir.

• TBMM başkanı, ve başkan yardımcıları, bakanlar ve parti genel sekreteri, parti grubu başkanı ve başkan yardımcıları, parti denetçileri gerek devletle ilgili kuruluşlarda, gerek devletin ilgili olmadığı özel kuruluşlarda müdürlük, yönetim kurulu üyeliği, temsilcilik gibi görevlerden kesinlikle kaçınırlar. Müdürlük ve yönetim kurulu üyeliği, temsilcilik gibi bir yöneticilik durumu söz konusu olmaksızın özel kuruluşlarda pay sahibi olma konusunda genel yasa hükümleri geçerlidir.

• Milletvekillerinin göreve devam konusundaki durumları TBMM’nin özel kanununa tabidir. Partili milletvekillerinin TBMM’ye devamları açısından durumlarını izlemek parti genel başkanlığınca özel öneme sahip olacaktır.


Yaşar Öztürk – Bütün Dünya