Mustafa Kemâl Paşa’nın Zafer Sırasında Emirlerini Yazdığı Kağıt

Saygın Okurlarım!

Hainler çok üzülecek ama gerçek.

1.73 cm. boyundaki yakışıklı delikanlı, adı Mustafa Kemâl Paşa, zaferden hemen sonra İzmir’de.

Bu kısım biraz uzun ama muhteşem Türk ırkının bir ferdi, Atatürkçü olmanızla gurur duyacağınız satırlar.

Aşağıda sizlerle paylaştığım satırların yaşanmasından çok değil üç sene bile geçmeden, O’nu; o zaferi kutladığı yerde, o yollarda bu günkü hainlerin dedeleri öldürmek istedi.

Bu “Benzersiz” ise İzmir’e girdikten on bir sene sonra, nefret ve kin tanımayan Tanrının verdiği tüm güzellikleri içeren ufacık yüreği ile Ankara’da, TBMM önüne kurulmuş tahtadan yapılmış bir kürsünün önündeki mikrofondan bütün bir Türk milletine sesleniyordu:

-Türk Milleti zekidir, Türk Milleti çalışkandır…

İZMİR’E GİRİŞ

İzmirliler, Gazi Paşalarına Karşıyaka’da güzel bir ev hazırlamışlardır. Oraya gidecek, savaşın yorgunluğunu bir iki günde olsa orada giderecektir. Ev iğneden ipliğe kadar her şeyi ile hazırlanmıştır.

Girişteki salona Paşa’nın çok sevdiği sarı karanfiller dahi o kargaşanın içinde bir şekilde bulunmuş, kırmızı bir vazo içinde masanın ortasına yerleştirilmişti. Giriş kapısının hemen üstüne de eski Türkçe harflerle,

“Büyük Halâskâr (kurtarıcı) evine hoş geldin” diye yazmışlardı.

İzmirlilerin misafirperverliği bununla bitmemişti. Gazi için bir Mercedes-Benz otomobil bulunmuş, her tarafı tekerleklerine kadar rengarenk çiçek, karanfil ve güllerle süslenmişti. Mercedes bir gelin arabasını andırıyordu.

Halk Paşa’nın bu otomobil ile Karşıyaka’ya geçmesini istiyordu. Yalvaranlar, rica edenler, dua edenler, sevinç gözyaşı dökenler karşısında Paşa bir çocuk safiyeti ile, hiç kimseyi kırmadan, incitmeden bu ikramı kabul edemeyeceğini söylemeye çalışıyordu.

Hemen bu çiçeklerle süslenmiş otomobilin arkasındaki çilekeş Mercedes’ine yönelir. Üstü açık Mercedes’in sağ arka koltuğuna oturur, yanına Fevzi (Çakmak) Paşa’yı alır, onun yanına da Salih (Bozok) Bey oturur. Karşıyaka’ya doğru yola çıkılır. Mercedes’in geçtiği her yer mahşer kalabalığıdır. Yolun her iki tarafına nöbetçiler konmuştur. Nihayet Karşıyaka’ya gelinir. Yeşillikler içinde beyaz bir köşkün önünde durulur.

Yunan Kralı Konstantin de yüreğindeki bin bir hevesle bu köşkte kalmıştır.

Otomobilden önce Paşa ve sonra beraberindekiler iner. Köşk’te hizmet verecek olanlar beyaz giysileri içinde olduklarından çok daha canlı ve kibar görünüşlüdürler. Köşkün kapısına gelindiği sırada Paşa’nın bakışları sertleşir, kaşları çatılır. Biraz sert bir ses tonu ile sorar:

– Bu nedir?

Beyazlar giyinmiş orta yaşlı bir hanım karşılayıcı cevap verir:

– Yunan bayrağı Paşa Hazretleri! Bu eve yerleşen Yunan Kralı Konstantin, buraya ilk girerken, bu taşlığa serilen Türk bayrağını çiğneyerek geçmişti…..

– Hata etmiş. Ben bu hatayı tekrar edemem. Bayrak, milletin şerefidir. Ne olursa olsun, yerlere serilmez ve çiğnenmez. Kaldırınız!..

O tarihlerde yaşanan bu olay Türkiye’nin sınırlarını aşar, dosta düşmana ”Beşer-i fazilet’‘in (insani vasıf) ne olduğunu gösteren bir hikâyeye dönüşür.

Paşa, bayrak yerden kaldırıldıktan sonra ilahlara yakışan bir asaletle mermer basamakların üzerinden süzülerek köşkten içeri girer.

Mustafa Kemâl Paşa gerçi Karşıyaka’daki konuta yerleşmiştir ama Kordonboyu’ndaki bir başka binada hem Paşa’nın çalışması hem de yabancı konukları kabul etmesi ve ağırlamak için hazırlanmıştır.

Mustafa Kemâl Paşa’nın gözünde ve gönlünde İzmir’in bambaşka yeri vardır. Paşa İzmir’i, doğup büyüdüğü, çocukluk çağının geçtiği Selânik’e benzetir. İzmir, bahçe içindeki ahşap evlerin önünden geçen arnavut kaldırımı sokakları ile, bir iki katlı evlerin pencere ve balkonlarından sarkan rengarenk çiçekleri ile, Rumca ve Türkçe konuşan yerli halkı ile, denizi ile buram buram üzüm kokan bağları ve nefis inciri ile, Gazi’ye hep Selânik’i hatırlatmıştır. Onun için İzmir’e girdiği ilk gün şöyle söylemişti:

– Bu şehre bir şey olsaydı çok üzülürdüm.

Gazi, İzmir’de belki de hayatının en mutlu günlerini yaşamıştır. Üniformasını çıkaran Paşa artık 40 yaşında sivil bir centilmendir. Yakışıklıdır, ince ve narindir. Altın sarısı saçları ve ruhlara huzur veren o bakışları ile cana yakın, başındaki zafer halesine ehemmiyet vermeyecek kadar tevazu sahibi genç bir insandır.

Mustafa Kemâl Paşa’nın daveti ile, İzmir’in kurtuluşundan sonra Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile birlikte İzmir’e gelen Falih Rıfkı Atay, İzmir Rıhtımı’ndaki evde Paşa’yı ilk gördüğü anı “Mütareke Defteri” adlı eserinde şöyle anlatır:

“Fethin ikinci günü İzmir Rıhtımı’ndayım. Rıhtım’da bir yalının alt kat salonunda açık bir pencere. Başkumandan’ı yanlamadan görüyoruz. Tığ gibi bir asker. Keskin, canlı ve yanık bir yüz. Karşısında ayaküstü selâm duran iki İngiliz subayı. İstanbul’da, bir sözleri ile küme küme insanları hapse yollayan, Malta’ya sürülen, evlerinden kovulan kapı uşakları bile Osmanlı nazırlarından daha dik konuşan üniformalı İngilizleri, Başkumandan’a put gibi selâm durur görmek, âdeta içlerimizi soğuttu. Bunlar büyük rütbeli subaylarmış. İnanabilmek için gözlerimin sevinç yaşlarını siliyorum. Zırhlıları da neredeyse rıhtıma yanaşık….”

Paşa Selânik’e benzettiği İzmir’de mutludur. Günleri yoğun geçmektedir. Kabul ettiği yerli ve yabancı gazetecilere verdiği beyanatlarda isteklerini,yapacaklarını ve beklentilerini çok açık ve kararlı bir dille anlatır.

Bir gün İzmir’deki İngiliz Başkonsolosu Harry Lamb’ı kabul ederken, diğer gün Gazi ile görüşmek için Amerika’dan gelen “Daily Mail” gazetesi muhabiri G. Ward Price kabul eder ve ona şunları söyler:

“…Bu son taarruzu istemedim; fakat Yunanlıları Anadolu’yu terk etmeye mecbur olduklarına inandırıcı başka yol yoktu.”

Diğer taraftan milletine seslenmeyi de ihmal etmez. Anadolu’nun kurtuluşu nedeni ile yayınladığı bildiride milletine şöyle der:

“Akdeniz, askerlerimizin zafer teraneleriyle dalgalanıyor…Ordularımızın kabiliyet ve kudreti, düşmanlarımıza dehşet, dostlarımıza güven verecek bir mükemmellikte kendisini gösterdi.

Büyük ve soylu Türk milleti!

Anadolu’nun kurtuluşu zaferini tebrik ederken sana İzmir’den, Bursa’dan, Akdeniz ufuklarından ordularının selâmını da sunuyorum.“

Bütün bu yoğun çalışmalar içinde vakit buldukça Selânik’in “Beyaz Kule” sine benzettiği İzmir Kordon’daki Kramer Oteli’ne gidip arkadaşları ile içkisini alırken, çocukluk ve gençlik günlerine dönüyor, sanki o günleri tekrar yaşıyordu.

Falih Rıfkı Atay, o günlere ait anılarını anlatırken şöyle diyor:

“Otel, yerli ve yabancı Hristiyanlarla doluydu. Sonradan bize anlattıklarına göre, Mustafa Kemâl de şehre girince bu otele (Kramer Otel) uğramış. Ne sırması, ne de önünde, ardında koşuşan subayları, generalleri varmış. Dolu salona girmek isteyince, garson önlemiş, yer olmadığını söylemiş. Fakat müşterilerden biri, tanıyıp ta:

– Mustafa Kemâl!…Mustafa Kemâl!…diye bağırınca kalabalık birbirine girmiş.

İhtimal hepsi dağılacaklardı.

Fakat Mustafa Kemâl, kimsenin rahatsız olmamasını rica eder. Yanındakilerle bir masaya oturur. Garson mudur, otel müdürü müdür, artık kim önce koşup gelmişse, birer kadeh içki istediklerini söyler.

İşte o ara bu gelene Paşa sorar:

– Kral Konstantin de bu otele gelip, burada bir kadeh rakı içti mi?

– Hayır Paşa Hazretleri.

– Öyleyse neden İzmir’i almak istemiş!…..(*)

(*) Falih Rıfkı Atay: Mütareke Defteri.

(*) E.Ülger “Harp ve Sulh” Asi Kitap. Sayfa. 325


Not: Fotoğraflar Türkiye Cumhuriyetinin YÜKSELİŞ DEVRİNE aittir. Atatürk devrinin genç kız talebeleri. En son fotoğraf ki, boş yırtık bir kağıt parçasıdır, Mustafa Kemâl Paşa’nın Zafer sırasında emirlerini yazdığı kağıtlardan birisidir. Muhtemel ki Mustafa Kemâl Paşanın parmak izi de vardır üzerinde. Hainler sorabilir, Mustafa Kemâl emirlerini böyle kağıtlara mı yazıyordu?

Hain!

Evet.

Sen anlamazsın yoksulluğun ne olduğunu. Anlasan zaten hain olmazdın.


Eriş Ülger