Mustafa Kemâl Paşa’nın Tespitlerinin Hüzün Kokan Satırları
Saygın Okurlarım!
Lütfen aşağıdaki satırları yavaş yavaş ama düşüne düşüne okuyunuz.
Ben yazmadım.
29 Ekim 1923’de saat 20.30’da Cumhurbaşkanı seçildikten bir gün sonra Mustafa Kemâl Paşa, Cumhuriyetin ilk Başbakanı olarak atayacağı İsmet (İnönü) Paşa’ya yazıyor.
Kullandığı dilin sadeliğine, ülkenin zavallı haline, Mustafa Kemâl Paşa’nın tespitlerinin hüzün kokan satırlarına bakın.
Üç beş gün sonra ülkemizin var oluşu ile ilgili oyumuzu kullanmak için sandık başına gideceğiz.
Aşağıda sizin dikkatinize sunduğum mektubun (ki orjinali bende) bir kopyasını çekin. Sandıkta oyunuzu kullanmadan bir daha okuyun ve de olanağınız varsa şimdi eşinize dostunuza okutun. Vakit çok geç olmadan.
Geçen günde yazdım. Bu vatan, ister beğenin ister beğenmeyin seksen bir milyonun. İnkâr etmek bu rakamı ne eksiltecek ne de çoğaltacaktır.
Lütfen sabırla ve beğeni ile değil DİKKAT’le okuyun.
Saygı ve sevgi sizlere.
E.Ülger
(Sayın Emin ÇÖLAŞAN’ın SÖZCÜ Gazetesinin 29 Ekim 2016 tarihli nüshasında yayımlanan köşe yazısından alınmıştır. Büyük ATATÜRK’ün Cumhuriyetin ilanından bir gün sonra, 30 Ekim 1923’de İsmet İNÖNÜ’ye yazdığı mektubun günümüz Türkçesine uyarlanmış bu metnini Sayın ÇÖLAŞAN, Yüksek Mimar Eriş ÜLGER’in “Atatürk Milliyetçiliği” isimli kitabından nakletmektedir)
“Sevgili Paşam!.. Cumhuriyet’in ilk Başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın. Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Baş Delegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın. Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim.
Bize geri, borçlu ve hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz. Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4.000 kilometre kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin Kuzeyini Güneyine, Batısını Doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart.
Denizciliğimiz acınacak durumda. Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olana bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyetle de, insanlıkla da bağdaşmaz. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz.
Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor. Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. (Gözleri kör eden bulaşıcı bir hastalık. EÇ.) Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. (Cumhuriyet bunları yok etti. EÇ.) Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı % 60’ı geçiyor. Nüfusun % 80’i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe. Telefon, motor, makine yok. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremiti bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var.
Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı 400 bini geçecek. İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitim sorunu hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet’in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor.
Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler. Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz. Hedefimiz milli iktisat. Bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı. Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı. Cumhuriyete uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney. Ama yılmamak, ucuz ve geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak ve bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız. Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim. Allah yardımcımız olsun! Gazi Mustafa Kemal.”