Mustafa Kemâl Atatürk İle Anıtkabir’deki Çalışma Odasında Röportaj

Saygın Okurlarım!

Milliyet Gazetesinin “Örsan Öymen” adına tertiplediği yarışmada 3. lük ödülü alan yazımı sizlerle ilk defa paylaşıyorum.

Bu tür bir paylaşım benim etik değerlerime uygun değildir.

Ancak çoğu okurumun pek çok sorusuna cevap bulacak nitelikte bir yazım olması nedeni ile hoş görünüze sığınarak yayınlıyorum.

Biraz uzun. Ama zaman zaman ve ihtiyaç duyduğunuz anlarda okuyabilirsiniz.

Saygı.
Sevgi.

Eriş Ülger
11 07 2018

10 Kasım 2017 SABAHI
MUSTAFA KEMÂL ATATÜRK İLE
ANITKABİR’DE

10 Kasım 2017’de saat 9.05’te Mustafa Kemâl Atatürk ile Anıtkabir’de ki çalışma odasında “Lâik Türkiye Cumhuriyeti’ni emanet ettiği bir Türk genci olarak” bir röportaj yaptık.

Aşağıda, Büyük Önder’e sorduğumuz soruları ve bu sorulara verdiği cevapları bulacaksınız. Gazi’nin sorduğumuz sorulara verdiği cevapların virgül ve noktasına dahi dokunmadık.
Günlerden 10 Kasım 2012 saat tam 9.05’de Cumhurbaşkanı Atatürk beni Anıtkabir’de ki çalışma odasında kabul edecek. Anıtkabir’in aslanlı yolunda yürürken heyecandan kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Serin bir bahar sabahıydı. Rüzgâr hafif hafif esiyor, sakinleşebilmek için Ankara’nın o tertemiz havasını içime çekerken kabrin uzun ve geniş merdivenleri önüne geldiğimi fark ettim. O anda, 10 Kasım 1953’de bu merdivenlerden bir defa daha çıktığımı ve mozolenin önünde Atatürk’ün “Gençliğe Hitabı”nı okuduğumu hatırladım. Yavaş yavaş, heyecanla merdivenlerden göğe yükselir gibi çıktım. O’nun gözü gibi sevdiği Mehmetçiklerin önünden geçerek, Gazi’nin çalışma odasının önüne geldim. Heyecanım son noktasındaydı. Tarih yazmış, köhne bir İmparatorluktan genç bir devlet kurmuş, o devletin halkını Kul’luktan kurtarıp ülkenin vatandaşı haline getirmiş eşsiz bir devlet adamı, benzeri olmayan bir kahraman beni kabul edecekti. Bir Türk Genci olarak bundan daha büyük bir mutluluk olabilir miydi? Gazi’nin çalışma odasının kapısında iki subay nöbet tutuyorlardı. O ara Paşa’nın Emir Subayı çalışma odasından çıkarak, heyecanımdan mı yoksa gözlerimde ki ışıltıdan mı beni hemen tanıdı:

– Hoş geldiniz. Buyurun. Atatürk sizi saat tam 9.05’de kabul buyuracaklar, dedi ve beni Gazi’nin çalışma odasına aldı.

Hemen sonra bir “Ti” sesi duydum, anlam veremedim. Tam o sırada kapı açıldı Mustafa Kemâl Paşa üzerinde son derece şık bir elbise olduğu halde çalışma odasından içeri girdi. Altın sarısı saçları, gök mavisi gözleri ve ilâhları kıskandıracak, bakışları ile diri ve gören herkesi şaşırtacak kadar canlıydı. Heyecanım doruk noktasına varmış, boğazım düğümlenmiş sanki büyülenmiştim.

Atatürk karşımdaydı.

Resimlerinden, heykellerinden çok daha şık ve çok daha heybetliydi. Kalbim yerinden çıkacaktı.
– Hoş geldin çocuk, derken bana çalışma masasının tam karşısındaki koltuğu göstererek, oturun dedi.

Elini öpmek istedim, müsaade etmedi, tokalaştık. İşaret ettiği koltuğa oturdum.

– Evet, seni dinliyorum çocuk.

– Atam, izin verirseniz, Cumhuriyeti emanet ettiğiniz bir Türk Genci olarak size bazı sorular sormak istiyorum.

Bana uzun uzun baktı, gözleri derinlere daldı, ince ve zarif parmaklarda oluşan ellerini birbirine kenetledi:

– Başlayabilirsin, dedi.

– Atam Türk Milleti’ni refaha ve muvaffakiyete götürecek yol sizce hangi yoldur?

– Süngü ile silahla, kanla istihsal ettiğimiz (ele geçirdiğimiz) zaferden sonra, irfan, ilim, fen, iktisadiyat gibi sahalarda muzaffer olmak için çalışacağız. Milleti refah ve istikbale götürecek bu sahalarda emniyetle, muvaffakiyetle yürüyebilmek ise, yalnız bir şarta mütevakkıftır (bağlıdır). Bu şart bulunmazsa o sahalarda muvaffakıyetimiz imkânsızdır.

Bu şart şudur:

Milletin doğrudan doğruya kendi hâkimiyetine kendisinin sahip olmasıdır.

20 Mart 1923

– Sizce bir devletin esası nedir?

– Bir devletin istinat ettiği (dayandığı) esaslar, “İstiklâli tam” ve “Bilâkayt ve şart hakimiyeti milliyeden” ibarettir. (Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.)

8 Nisan 1923

– Milletin hâkimiyeti ne demektir?

– Hâkimiyeti milliye öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, tacidarlar (padişahlar, kıralar) mahvolur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar.

19 Mayıs 1924

– Milletimizin hâkimiyeti uğrunda canınızı verir misiniz?

– Hâkimiyeti milliye uğruna canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.

27 Ocak 1923

Milletin hâkimiyetini eline alması çok mu mühim?

– Milletimizin uzun asırlardan beri hanlar, hakanlar, sultanlar, halifeler elinde, onların tahakküm ve istiptadı altında (bir kişinin idaresi altında) ne kadar ezildiğini, onların hırslarını temin yolunda ne kadar büyük felâketlere ve zararlara uğradığını düşünürsek, milletimizin hakimiyetini eline almış olması hadisesinin bütün azamet (büyüklüğü) ve ehemmiyeti nazarımızda tecelli eder.

17 Temmuz 1924

– Milletimize kısaca Cumhuriyet’i tarif eder misiniz?

– Cumhuriyet fazileti ahlâkıyeye müstenit (faziletle, terbiyeye dayanan) bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir

3 Kasım 1923

– Bu sistem Türk Milleti’nin tabiatına uygun mudur?

– Türk Milleti’nin tabiat ve şiarına (yapısına) en mutabık (uygun) olan idare Cumhuriyet idaresidir.

31 01 1923

– Cumhuriyetin icaplarını yerine getirirken neler yapacaksınız?

– Milletin teyakkuzuna (uyanıklığına) milletin terakki ve tekâmül (ilerleme, yükselme) ve istidadına güvenerek, milletin azminden asla şüphe etmeyerek Cumhuriyet’in bütün icaplarını (gerekenleri) yapacağız.

5 Şubat 1925

– Atam, Türk Milleti Cumhuriyet’e ifade ettiğiniz şekliyle sahip çıktı mı?

– Millet Cumhuriyet’in: Türk vatanını asırların müterakim seyylatı (birikmiş ve yığılmış kötü) idaresinden kurtaracak ve memleketin müstahak olduğu itibar ve hürmeti muhafaza ve ilâ edecek (yükseltecek) yegâne şekli idare olduğu hususundaki kanaatini en bariz bir surette izhar eyledi (ifade etti)

29 Ekim 1923

– Bize kısaca Din’i tarif eder misiniz?

– Hangi şey akla, mantığa, menfaati ammeye muvafıktır (uygundur), biliniz ki o bizim dinimize de muvafıktır.

15 Eylül 1923

– Bizim dinimiz son din midir?

– Bizim dinimiz ancak yukarda söylediklerimden dolayıdır ki son din olmuştur.

31 Aralık 1923

– Camiler sadece ibadet için mi kullanılmalıdır?

– Camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lâzım geldiğini düşünmek, yani meşveret (konuşmak) için yapılmıştır.

13 Eylül 1924

– Atam, sizce bize genellikle fenalıklar nereden gelmiştir?

– Tarihimizi okuyunuz, görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve melânetten gelmiştir.

13 Ekim 1923

– Atam, şeriat düzenini yeniden getirmek isteyenler için ne söyleyeceksiniz?

– Artık, Türkiye din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa kendilerine başka taraflarda sahne arasınlar.

31 Kasım 1924

– Osmanlılık son günler de çok güncelleşti. Ne diyorsunuz?

– Osmanlı tarihinde bütün gayretler, bütün mesai, milletin arzu ve amali ve ihtiyacatı hakikiyesi noktai nazarından (işi ve ihtiyaçları açısından) değil, şunun bunun mahsusatını (özel isteklerini) ihtiraslarını tatmin noktai nazarından vuku bulmuştur.

27 Kasım 1923

– Son Osmanlı hanedanını hangi düşüncelerle yurt dışına çıkardınız?

– Sarayların içinde Türk’ten gayrı unsurlara istinat eden ve düşmanlarla ittifak ederek, Anadolu’nun, Türklüğün aleyhine yürüyen çürümüş gölge adamlarının Türk vatanından tardı (çıkarılması) düşmanların denize dökülmesinden daha rehakâr (iyi, kurtulucu) bir harekettir

10 Nisan 1924

– Bu aralar çok güncel olan tarikatlar için ne diyorsunuz?

– En doğru, en hakiki tarikat “Tarikat-ı Medeniye” dir. Ölülerden istimdat etmek (yardım istemek) medeni bir heyet-i İçtimaiye (insanlık) için şindir (ayıptır).

30 Ağustos 1924

– Atam, size bu soruyu sormaya cesaret ettiğim için beni affedin. Bugün elde edilen netice tekrar bir saltanata veya hanedana, bunların uzantılarına bırakılabilir mi?

– Millet yalnız kendi kolları ve kendi kanı ile değil, aynı zamanda kendi başı ve kendi dimağı ile kazandığı cevheri hâkimiyet ve istiklali son felakete kadar, büyük bir saffet ve derin bir teslimiyetle hayatını koruyan sandığı kimselere artık teslim etmez. Millet bundan sonraki hayatına, istiklaline ve bütün varlığına bizzat kendisi sahip olacak ve bütün vatanın her yerinde yine yalnız kendisi ve iradesi hükümran olacaktır.

27 Ocak 1923

– Yaptığınız devrimlerin gerçek sahibi kim?

– Türk Milleti’nin son senelerde gösterdiği harikalaların, yaptığı siyasi ve içtimai inkılapların gerçek sahibi kendisidir.

16 Haziran 1925

– Eğitim hakkında Türk Gençliği’ne vereceğiniz öğütler nelerdir?
– Bir millet bilim ordusuna sahip olmadıkça, muharebe meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin o zaferlerin devamlı neticeler vermesi ancak İrfan Ordusu ile olanaklıdır.

24 Mart 1925

– Öğretmenlerimiz hakkında neler söyleyeceksiniz?

– Milleti kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Muallimden, mürebbiden mahrum bir millet namını almak hakkını elde edememiştir. Ona alelade bir kütle denir. Millet denilemez.

24 Mart 1925

– Hukukla ilgili düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

– Hukukta idareyi maslahat ve hurafelere bağlılık milletleri uyanmaktan men eden (alı koyan) en ağır bir kâbustur.

24 Ağustos 1924

– Atam, bilmem size şunu sorabilir miyim? Okullarda mecburi din dersler….

– Milli terbiye ile gelişmek ve yükselmek istenilen genç dimağlar bir taraftan paslandırıcı, uyuşturucu, hayal mahsulü şeylerle doldurulmaktan dikkatle sakınmak lâzımdır.

23 Ekim 1924

– Cumhuriyet Hükümeti’nin esas vazifesi nedir Atam?

– Hükümetin var oluş sebebi memleketin asayişini, huzur ve refahını temin etmektir.

11 Kasım 1923

– Bizlere iyi hükümetle kötü hükümetin farkını söyler misiniz?

– Hükümetin iki hedefi vardır. Biri milletin korunması, ikincisi milletin refahını temin etmek. Bu iki şeyi temin eden hükümet iyi, edemeyen fenadır.

16 Kasım 1923

– Atam bize medeniyeti tarif eder misiniz?

– Medeniye öyle kuvvetli bir ışıktır ki, ona bigane kalanları (kayıtsız kalanları) yakar, mahveder.

26 Eylül 1925

– Ulu Önderimiz, tam bağımsızlık ne demektir?

– Tam bağımsızlık denildiği zaman bittabi siyasi, mali, adli, askeri ve kültürü ile her hususta bağımsızlık demektir. Bu saydıklarımdan her hangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk millet ve memleketin hakiki manası ile bütün istiklâlinden mahrumiyeti demektir.

18 Ocak 1921

– Peki, Atam, devletin idaresi konusunda, geleceğin Türk gençliğine neler tavsiye edersiniz?

– Yalvarıp yakarmayla, insaf ve merhamet dilenmekle millet işleri, devlet işleri görülemez. Millet ve devletin şeref ve istiklâli temin edilemez. İnsaf ve merhamet dilenmek gibi bir prensip yoktur. Türk milleti, Türkiye’nin müstakbel çocukları bunu bir an hatırdan çıkarmamalıdır.

23 Nisan 1927

– Bir ülkenin başarısı, yalnızca bir insandan istenebilir ve beklenebilir mi?

– Bir millet, bir memleket için kurtuluş ve selâmet ve muvaffakiyet istiyorsak bunu yalnız bir şahıstan hiçbir vakit talep etmemeliyiz.

11 Şubat 1923

– Türk kadınının sizin gözünüzde yeri çok büyük. Ona daha fazla haklar vermeyi düşünüyor musunuz?

– Büyük Türk kadınını çalışma hayatımızda müşterek kılmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmi, ahlaki, içtimai, iktisadi hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı, muavini ve yardımcısı yapmak idealimizdir.

21 Mart 1923

– Sizce bir şahsa bağlılığın sınırı nedir?

– Vatanınızda bir şahsı, istediğiniz gibi sevebilirsiniz. Kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi sevebilirsiniz. Fakat bu sevgi sizi mevcudiyet-i milliyenizi, bütün muhabettinize rağmen her hangi bir şahsa, her hangi bir sevdiğinize vermeğe salk (sebep) olmamalıdır.

17 Eylül 1924

– Sizce Anadolu kadınının zaferinizdeki payı nedir?

Yavaş yavaş ayağa kalktı, arkasındaki pencereyi açtı, derin bir nefes aldı, bana doğru döndü ve gözlerimin içine bakarak “Bak çocuk” dedi,

– Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde Anadolu köylü kadınının fevkinde (üstünde) kadın mesaisi zikretmek imkânı yoktur. “Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi halâsa (kurtuluşa) ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar himmet gösterdim diyemez.

21 Mart 1923

– Sizce milletimizin efendisi kim?

– Muhterem çiftçiler, sizler hepimizin babası, hepimizin efendisisiniz.

16 Mart 1923

– Atam izniniz olursa başka sorularda sormak istiyorum, meselâ:

– Demiryollarımızı geliştirecek miyiz?

– Medeniyetin bugünkü vasıtalarını hatta fikriyatını demiryolu dışında yayabilmek güçtür. Demiryolu refah ve bayındırlık yoludur.

12 Mart 1924

– Atam, herkesle dost olunabilir mi?

– Mevcudiyet-i milliyemize düşman olanlarla dost olmayalım.

13 Temmuz 1923

– Türkiye’nin itibarı hakkında şu an ne düşünüyorsunuz?

– Bütün dünya mevcudiyet-i muhteremesine gıpta edecek ve milletimize lâyık ve müstahak olduğu yüksek mevkii ayıracaktır. Böyle bir millete mensubiyetimden dolayı çok bahtiyar ve mesudum.

18 Mart 1923

– Atam, Türkiye’de birbirinden çok farklı halk toplulukları var mı?

– Bizim milletimiz yekdiğerinden çok farklı menafi (çıkarlar) takip edecek ve bu itibarla yekdiğeri ile mücadele halinde buluna gelen muhtelif sunufa (sınıfa) malik değildir. Mevcut sınflar yekdiğerinin lâzım ve melzumu (devamı) mahiyetindirler.

16 Mart 1923

– Atam size pek çok soru sordum yorulduysanız biraz ara verelim mi?

– Çocuk ben hayatım boyunca yorgunluk nedir bilmedim. Şu anda son derece memnun ve mesudum çünkü bir Türk genci aracılığı ile milletime seslenebilme olanağı buldum bu da beni çok bahtiyar etti.

– O zaman, izin verirseniz sorularıma devam edeyim.

Atatürk başı ile devam etmemi buyurdular.

– Atam bize başarının ve muvaffakiyetin yolunu gösterir misiniz?

– Dünya da her şey için, medeniyet için, hayat için en hakiki mürşit (yol gösterici) ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir. Yalnız, ilmin ve fennin, yaşadığımız her dakika safhalarının tekâmülünü (devrelerin gelişmesini) idrak etmek ve terakkıyetini zamanında takip eylemek şarttır.

13 Aralık 1924

– Sizce büyüklük nedir?

– Büyüklük odur ki, hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın. Memleket için hakiki mefkure (ülkü) ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceksin.

16 Haziran 1926

– Peki, Atam küçüklük?

– Bir adam ki büyük olmaktan bahseder, benim hoşuma gitmez. Bir adam ki memleketi kurtarmak için evvela büyük adam olmak lâzımdır der ve bunun için bir de numune intihap eder (Örnek gösterir), onun gibi olmayınca memleketin kurtarılamayacağı kanaatinde bulunur bu adam değildir.

16 Haziran 1926

– Kurtuluş Savaşı sırasın da Vahdettin’den ve bazı yerlerden büyük paralar aldığınız iddia ediliyor….

– İyi dinle çocuk, senelerce evvel bu memleket, bu güzel ve kıymetli millet büyük bir felâket içinde bırakılmıştı. Ben memleketi ve milleti düştüğü felâketten çıkarabileceğim kanaati ile Anadolu’ya geçtiğim ve maksadın icap ettirdiği teşebbüsata giriştiğim zaman hiç de emrimde BEŞ PARA OLMADIĞINI BEYAN EDEBİLİRİM. Fakat parasızlık benim milletle beraber hedefe atmaya muvaffak olduğum koca adımları tevkif değil (durdurmaya), zerre kadar tenkise (geriletmeye) dahi sebep teşkil edememiştir. Yürüdükçe, muvaffak oldukça maddi müşkülât ve mevani (engeller) kendiliğinden hallolundu.

16 Haziran 1924

– Atam, içinden çıktığınız ve yetiştirdiğiniz Türk Ordusu’nu her halde siz çok iyi tanıyorsunuz.

– Türk ordusunu, onun faziletini, kıymetini ve bu ordu ile neler yaılabileceğini benim kadar anlayan az olmuştur.

18 Ekim 1926

– Milletin daha da ileriye gitmesi için tavsiyeniz nedir?

– Herkes, her ferdi milletin ruh ve vicdanında şu kanaat sarsılmaz surette yerleşmelidir ki artık bu millet, şunun bunun heves ve ihtirasını, şan ve şerefini, ağraz (sınırsız isteklerini) ve menfaatini tatmin için değil, ancak kendine ait menfaatleri için, kendisine lüzumlu ve faydalı gördüğü şeyler için yürüyecek ve bu millet artık ancak bu zihniyetle ilerleyecektir.

26 Haziran 1923

– Yüce Atatürk, bugün ki neticeyi elde etmek kolay oldu mu?

– Bugün ki parlak neticeye vusul (ulaşmak) kolay olmadı. Mebdel (başlangıçtan) hareket ile muvaselet (varılan netice) arasındaki mesafenin azametini ve istimal edilen zamanın (kullanılan zamanın) azlığını unutmayalım. Bu husustaki hatıratımızı daima kuvvetle muhafaza edelim. Çünkü bu, bizim için müstakbel mesaimizde azim ve metanet membaıdır.

6 Eylül 1923

– Atam 9 Haziran 1936’da Eskişehir Tayyare Alayı’nı ziyaretiniz sırasında uçaklarla ilgili olarak anı defterine yazdığınız kısa paragrafı lütfen bir defa da sizin ağzınızdan duyabilir miyiz?

– Bak çocuk, ileriyi iyi görmek ve olayları zamanında fakat hızla değerlendirmek şiarınız olsun (âdet, görev). Başarının temelinde isabetli uzak görüşlülük yatar. Bu hususu bütün Türk gençliği dikkatle uygulamak ve takip etmek durumundadır. Evet, Eskişehir Tayyare Alayı’nı ziyaretim sırasında anı defterine şunları yazmıştım:

“Geleceğin en tehlikeli silahı da aracı da hiç kuşkunuz olmasın ki uçaklardır. Bir gün insanoğlu uçaksız da gökler de yürüyecek, gezegenlere gidecek, belki de aydan bizlere mesajlar yollayacaktır. Bu mucizenin gerçekleşmesi için iki bin yılını beklemeye gerek kalmayacaktır. Gelişen teknoloji bize daha şimdiden bunu müjdeliyor. Bize düşen görev ise, Batı’dan bu konuda geri kalmamayı temindir.”

– Atam, izin verirseniz bu yazdıklarınızın, bugüne kadar gelişen olaylar ışığında bir mucizeden başka bir şey olmadığını söylemek isterim. Şüphesiz sizde tarihin bugüne kadar yazmadığı, yazamadığı bir dehasınız. Sizinle sadece biz Türkler değil, bütün dünya milletleri ne kadar iftihar etse azdır. Atam son birkaç sorum kaldı. Milli mücadeleyi başarıyla sonuçlandırmanızın ileri görüşlü olmanızın yanı sıra başka nedenleri var, bunlardan birini lütfeder söyler misiniz?

– Milli mücadelede şahsi hırs değil, milli mefküre, milli izzetinefis saik olmuştur (hâkim olmuştur).

– Atatürk, asırlara sığmayacak inkılâpları, Türk halkı ile birlikte on beş yıl gibi çok kısa bir zaman parçası içinde gerçekleştirdiniz ve başardınız. Bu başarınızın sırrı nedir?

– Eğer ben milletime her hangi bir teşebbüste ön ayak olmuşsam bu hizmet ve teşebbüsün menbaı aslisi (esası), hürmetler ve muhabbetlerle merbut (bağlı) olduğum, bundan sonrada hürmet ve muhabbetle, ikbaline hasrı vücut (geleceğine vücudumu adadığım), vakfı hayat edeceğim (hayatımı vereceğim aziz milletime, sizlere racidir (aittir).

– Cumhurbaşkanı olarak tarafsız mısınız?

– Benim için bir taraflık vardır. Bir tarafım. O da Cumhuriyet taraftarlığı, fikri, içtimai, inkılâp taraftarlığı.

12 Temmuz 1924

– Atam, size verilebilecek en büyük mükâfat ne olabilir?

– Benim için dünya da en büyük mükâfat, milletimin en ufak bir takdir ve iltifatıdır.

26 Mayıs 1920

– Atam, şimdiye kadar Türk milleti için yaptıklarınızı, birkaç kelime ile özetler misiniz?

– Biz Türkler, bütün tarihi hayatımızca hürriyet ve istiklâle timsal olmuş bir milletiz. Kıymetsiz hayatlarını iki buçuk gün fazla sefilâne sürükleyebilmek için her türlü mezelleti (rezilliği) mubah (haklı) gören halifeler oyununu da sahneden kaldırabileceğimizi gösterdik. Bu suretle devletlerin, milletlerin yekdiğeri ile münasabatında şahısların, bu husus mensup olduğu devlet ve milletlerin zararına da olsa, şahsi vaziyet ve hayatlarından başka bir şey düşünemeyecek pespayelerin ehemmiyetli olmayacağı hakikati malumesini (gerçeğini) teyit ettik.

10 Aralık 1924

– Atatürk, size sondan bir önceki sorumu soruyorum. Başarınızın nedenlerini açıkladınız. Yakınlarınızın ifade ettiği esas nedeni şimdiye kadar hiç kimseye açıklamamışınız. Lütfen bugün bu nedeni de açıklar mısınız?

– Gençler tarihi iyi okuyun, ondan kendinize göre dersler çıkarın. Geçmişini bilmeyen milletlerin gelecekte başarılı olma ihtimalide imkânı da yoktur. Soruna gelince:
Büyük muvaffakıyetler, kıymetli anaların yetiştirdikleri güzide evlâtlar sayesinde kazanılmıştır.

13 Kasım 1923

– Son sorum Atam. Türkiye’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

O alev alev yanan gök mavisi gözleri buğulandı, sigarasından derin bir nefes aldı, altın sarısı saçlarla kaplı o güzel başını geriye doğru çevirdi, taaa uzaklara çok uzaklara bakıyordu sanki. Bir müddet öylece kaldı. Sonra ayağa kalktı ve dönerek:

– Güle güle çocuk, dedi.

Huzurundan saygı ile başım dik ayrıldım!

Eriş Ülger
10 Kasım 2017