Murat Bardakçı’nın Şahbaba Kitabındaki İddialara Cevap

Biliyorum, yazdıklarım belki sizleri yordu veya yazdıklarımdan bıkmış olabilirsiniz hatta içinizden yeter artık diyenler olabilir ama size son bir tarihçimizi gene kendi kaleminden tanıtacağım.

Sizlere söz veriyorum bu son. Yalnız Bardakçı biraz uzun yazmış ben de ona cevap verince biraz konu uzadı. Ama lütfen okuyun. Okuyun ki tarihimizi, Atatürk’ü kimler yazıyor, nasıl yazıyor?

Buyurun!

MURAT BARDAKÇI

Şimdi Murat Bardakçı’nın Vahdettin ile ilgili yazdıklarına bakalım.

İDDİA

Murat Bardakçı Şahbaba kitabının 14. sayfası ikinci paragrafında şöyle diyor:

“Hayatının son dört yılında acımasız bir sürgünü bütün ağırlığıyla yaşayan, siyasetten ve hatta hayattan bile elini, eteğini çekmiş olan sabık hükümdar bu kitapta söz konusu tartışmaya şimdiye kadar yayınlanmamış notlarıyla, mektuplarıyla ve natamam hatıralarıyla, yani kendi kalemiyle katılıyor…”

Ve soruyor:

“Memleketini niçin terk etti?
Mustafa Kemâl için ne düşünüyordu?
Hain miydi, yoksa vatansever mi?
İstiklâl Savaşını nasıl değerlendirdi?”

Bardakçının iddiasına göre

1- “Hayatının son dört yılında acımasız bir sürgünü bütün ağırlığıyla yaşayan ………….”

CEVAP

Yani parasız pulsuz, sefalet içinde yaşadığını iddia ediyor Şahbaba’nın.

Sayın Bardakçı, İstanbul’dan kaçarken Şahbaba’nın 43 sandıkla firar ettiğini bilmez mi?

Bilmez olur mu?

Benden daha iyi bilir de, eli varıp yazamaz.

Sayın Bardakçı soruyor,

2-“Memleketini niçin terk etti?”

Sayın Bardakçı bu yaşına kadar Vahdettin Efendi’nin memleketi terk etmeyip aksine gizlice firar ettiğini öğrenememiş ise, benden yardım beklemesin. Ben öğretemem.

3- Mustafa Kemâl için ne düşünüyordu?

Hani soru olurda böyle soru olur mu? Mustafa Kemâl Paşa’yı vatanı kurtarmak için çıktığı yolda çaresiz bırakacaksın. Şeyhülislâm Dürrüzade Abdullah’a emir verip idamı için ferman çıkartıp altını imzalayacaksın. Bu kadarla da kalmayıp “Görüldüğü yerde katli vaciptir” diye İngiliz ve Yunan uçakları ile Anadolu’nun üzerine konfeti gibi beyanname attırtacaksın, sonra da Bardakçı Bey soracak, Vahdettin Efendi Mustafa Kemâl için ne düşünüyordu?

Gençlerin ağzı ile cevap vereyim: İyi düşünüyordu Bardakçı, İyi.

4- Hain miydi, yoksa vatanperver miydi?

“Şahsım, hükümetim ve halkım, adına katiyetle ve ciddiyetle temin ederim ki, İngiltere tarafından idare edilmekliğimiz umumi arzumuzdur.”

Ve de

“Osmanlı Devletini himayenize alınız.” diyen adam, ne kadar vatanperver idi ise Vahdettin de o kadar vatanperverdi.

Sayın Bardakçı soruyor,

5- “İstiklâl Savaşı’nı nasıl değerlendirdi?

Buradan ben Bardakçı’ya sorayım. Vahdettin Anadolu’da bir İstiklâl Savaşı verildiğinden haberdar mıydı ki değerlendirsin?

Mustafa Kemâl için, önderliğinde Anadolu’daki bir avuç vatanperver için, “Halkın malını, parasını gasp eden eşkıyalar “ diyen, Yıldız Camisi’nin imamı mıydı?

İDDİA

Şahbaba kitabının 17. sayfasında Sayın Bardakçı şu tezi ileri sürüyor:

“Her milletin tarihinde acı ve tatlı devirler vardır ama bizde sık sık yapıldığı gibi “Fatih Sultan Mehmed iyiydi, Abdülhamit kötüydü” yahut “filânca hükümdar kahramandı, falanca ise hain” gibisinden ifadelerle geçmişin bir döneminin benimsenip bir diğer döneminin reddedilmesi hatadır. Bir milletin tarihi o millete her yönüyle aittir ve milleti bağlayıcıdır.”

CEVAP

Maalesef ne Sayın İlber Ortaylı’ya ne Sayın Bardakçı’ya ne de onlar gibi düşünenlere ne Osman’ın, ne de Osmanlı’nın ne olup olmadığını anlatamadım.

Osman Türk milletinin amcaoğlu değil. Bir aşiretin reisi. Bu bir.

Osmanoğulları bir sülaledir. Bir millet bir ırk değildir. Bu iki.

Osmanlı tarihi Türklerin tarihi değildir. Bu üç.

Osmanlı ırkı, Türk ırkı olmadığı gibi yakından uzaktan da bir ilintisi bir ilişkisi yoktur. Bu da dört.

Fatih Sultan Mehmet’in iyi olduğunu kim söylüyor ki? Kardeş katlini kanunlaştıran bir Tiran nasıl olur da iyi olur?

Adına yaptırdığı Caminin mimarının gözlerine 30 gün müddetle mil çektiren nasıl iyi olabilir ki?

İstanbul’un zaptı sırasında en büyük emeği geçen hem sadrazamı hem de bir anlamda hocası olan Çandarlı İbrahim Paşa’nın gözlerine mil çektirip yağsız iple boğdurtan adamın neresi iyi olabilir ki?

Abdülhamid dedelerinden geri mi kaldı ki? Al birini vur birine.

Tekrar ediyorum Sayın Bardakçı!

Osmanoğulları bir millet değildir, onların geçmişi ve tarihi Türklerin tarihi değildir. Ve de ne yapıp yapmadıkları da Türkleri bağlamaz.

Türklerin doğuşu tarih öncesine dayanır Sayın Bardakçı. Kusura bakmayın yazmadan önce okuyun, öğrenin. Hem sizin sakalınız hemde softa tarafınız var. Bu emir benim değil Hz. Muhammed’indir.

İDDİA

Bakın Sayın Bardakçı Şahbaba adlı eserinin 252’ci sayfasın da Şevketmehab Vahdettin Efendi’nin kaçışını değil de, kendine göre gidişini, Arapça dili ile Hicret’ini anlatırken, Vahdettin’in bastonu ile ilgili birde hikâye anlatıyor. Hep birlikte okuyalım:

“Kader yolcularının ilk gurubu bu 11 kişi idi. (Kader kelimesi bilse ki, kendisini Vahdettin için kullanıyorlar, emin olun adını değiştirir.) Şahbaba’nın yakası kastor kürklü üç düğmeli kurvaze paltosunu giymesine Esvabcıbaşı Küçük İbrahim yardım etti. Berberbaşı Mahmud sade abonoz bastonunu uzattı. Bu baston, 1597 gün önce 1918’in 4 Temmuz günü Topkapı Sarayı’nda yapılan Culüs merasimi öncesinde romatizma ağrılarının artması üzerine istediği ve “Çengelköy’de unutulmuş Efendimiz!” cevabını alınca “Bu bir felâket ” dediği bastondu. Garip ve acı bir tesadüf ama tahta çıktığı sırada yanında bulundurmak istediği abanoz baston memleketi terk ederken (Lütfen dikkat, Bardakçı’ya göre Vahdettin kaçmıyor memleketi terk ediyor) götüreceği son eşyası olacaktı.” (Giderken beraberinde götürdüğü 43 sandık eşyayı her halde yazmayı unutmuş Sayın Bardakçı)

İDDİA

Sayın Bardakçı gene aynı kitabın 18. sayfasında şöyle diyor:

“Sultan Vahdettin’in özellikle sürgün (gene yanlış. Vahdettin sürgüne gönderilmedi. Vahdettin sürgün değildi. Vahdettin kaçaktı, firariydi) yılları hakkında bu güne kadar yanlış bilinen yahut hiç bilinmeyen bazı hususların bu kitapta aydınlığa çıkacağını sanıyorum. Sürgünden yazdığı mektuplar ve o dönemden kalan aileye ait belgeler bu bilinmezlik örtüsünü şimdilik aralamış görünürken, Mustafa Kemâl’in Samsun’a çıkışının yine hiç bilinmeyen bir cephesini oluşturan Samsun Belgeleri başlıklı bölümde, yakın tarihimizi değiştiren çok önemli olayın üzerinde durulmamış bir sayfasını açıyor.”

CEVAP

Sayın Bardakçı, şimdi size kitabınızda yazdıklarınızla size cevap vereceğim. Bakalım bu sürgündeki sevgili sultanınız ne yapmış. Yaptıklarının çok çok mühim şeyler olup da mutlaka bilinmesi mi lâzım mış? Yoksa bilmeyenlerin, Vahdettin’in sürgün hayatını sizin kitabınızdan öğrendikten sonra yaptıklarından ve yazdıklarından utanmaları mı lâzımmış görelim.

Samsun Belgeleri’nde ne gibi bir fevkaladelik var Sayın Bardakçı. Hain Vahdettin aracılığı ile kitabınıza koyduğunuz Samsun Belgeleri yakın tarihimizi değiştiren değil, yakın tarihimizin ne denli yüz kızartıcı belgelerle, ayıplarla dolu olduğunun belgeleridir.

Belgelerden anlaşıldığına göre, Mustafa Kemâl’in Samsun’a gidebilmesi için Vahdettin’in imzası yeterli olmamış, İşgal Kuvvetleri Kumandanlığı’nda ki bir İngiliz generalinin, Millingen’in de onayı gerekmiş.

Sadece Mustafa Kemâl’in Samsun’a gitmesi için mi bu Generalin onayına başvurulmuş?

Hayır.

Mustafa Kemâl Paşa ile Samsun’a gidecek olan 23 kişinin dışında 25 askerin ve ister inanın ister inanmayın 6 tane At’ında Samsun’a gidebilmesi için İngiliz Generali Millingen’in onayı gerekmiş.

Bunlar mı yakın tarihimizi aydınlatan belgeler? Bunlar yakın tarihimizi aydınlatan değil karartan belgeler Sayın Bardakçı. Bu satırları yazarken size özel bir soru sormak istiyorum. Merakımı bağışlayın. Bu satırları yazarken, ibretlik belgeleri kitabınıza koyarken hiç mi utanmadınız?

Sayfa 126’da Vahdettin’in söylediğini ifade ettiğiniz hiç bir hususun doğru olmadığını Mustafa Kemâl “BÜYÜK NUTUK” da tek tek anlatır. Bari önce Nutku okusaydınız ondan sonra yazsaydınız. Torunlarınız gelecekte dedeleri olmanız nedeniyle sizden daha az utanırlardı.

Yok Vahdettin Samsun’a M. Kemâl Paşa’nın gitmesini çok arzu etmiş de, Cumhuriyetçi olması Vahdettin’i ilgilendirmezmiş de, Damadı Enver’in yerine M.Kemâl Paşa’yı tercih ederim demişte, demiş, vs. vs.

Bu söylenenlerin hiç birisi doğru değil. Bana inanmayanlar lütfen Atatürk’ün “Büyük Nutku”nu okusunlar.

Şimdi izin verirseniz, Murat Bardakçı’nın Şahbaba adlı eserindeki, bizzat Vahdettin’in yazdığını iddia ettiği satırlara bir göz atalım.

Bakın Vahdettin sözde parasız kalmış gurbet ellerinde de ondan bundan yardım istiyor. Ondan bundan dediğimi küçümsememek lâzım bakın kimlerden dilenci gibi para istiyor, yardım istiyor.

Kimden biliyor musunuz? Bu aziz vatan topraklarını 3 (Yazıyla üç )sene boyunca işgal edip binlerce evlâdımızı şehit eden kimselerden para dileniyor. Bunu yaparken de Mustafa Kemâl’i kötülemekten de geri kalmıyor. Buyurun bir başka hainlik belgesi.

Buyurun hep birlikte okuyalım:

Sayfa 336,341, 345, 369, 413, 425, 431, 440, 441, 442, 444

Sayfa 336:

Fransa Cumhurbaşkanı Millerand yazdığı 13 Mart tarihli mektup:

Şu satırlar Vahdettin’e aittir:

“Türk halkı halen cebir ve şiddet yolu ile kendisini alet eden ve masumiyetiyle temiz kalpliliğinden yararlanarak onu aldatan, çoğunun kökü ve inançları belirsiz, etkili bir azınlığın yönetimi ve güdümü altında bulunmaktadır.”

Bardakçı’nın sürgüne gönderdiği Vahdettin devam ediyor:

“Diğer taraftan Ankara Meclisi, hanedanımın mensuplarına ait bütün şahsi mallara el koymuş ve aile mensuplarını sürgüne göndermiştir. Böylesine güç durum karşısında ekselansları veya Fransa Cumhuriyeti Hükümeti tarafından imkân dâhilinde kendilerine gösterilecek himaye ve yapılacak (Mali) yardım hiç kuşkusuz büyük bir destek oluşturacaktır.”

Adam sadece firari değil aynı zaman da dilenci de.

Daha da rezil durum ne biliyor musunuz? Bu mektubun altında imza olarak sadece Mehmet Vahidettin yazmıyor. Ne yazıyor?

Osmanlı İmparatoru.

Fransız Cumhurbaşkanı Vahdettin’in bu mektubuna ne cevap veriyor?

Sadece:

“Yazdıklarınızı okudum. Türkiye’de olup bitenler Fransa’yı alâkadar etmez”

Vahdettin aynı zamanda İngiltere Kralı V. George’ye bu mektubun aynısını gönderecek fakat aldığı cevap Fransa Cumhurbaşkanı’nın cevabından farklı olmayacaktı.

Vahdettin kendisine verilen cevaplardan ders almayacak en son ümit olarak kime mektup yazacaktı biliyor musunuz? İngiltere Başbakanı Lord Curzon’a.

İnsanda utanma duygusu yoksa, Padişah, Halife, İmparator filan dinlemiyor.

Bir ibret abidesi olan şu satırları okuyalım:

“Pek Muhterem ve Muazzez Lord Hazretleri!

Takriben iki sene evvel Ankara’da ki İhtilâl Hükümeti’nin Hilâfet ve Saltanat’a karşı taarruz ve ihanetleri sebebiyle çaresiz kalarak haklarımı ve reisi bulunduğum hanedanımın hukukunu korumak için memleket dışına çıkmıştım. Olayların gelişmesini beklerken Ankara’da ki zalim hükümet hanedanımın mensuplarını bütün meşru haklarından mahrum etti. Gerek ben ve gerek hanedanım bu gün kalacak bir yere ve servete sahip bulunmadan ümidsiz bir şekilde kısmen Avrupa’da kısmen de Suriye’de perişan bir halde yaşamaktayız. Verilen sürenin sonunda Ankara Hükümeti tarafından elimizde avucumuzda ne varsa hepsi gasp edilecek. Pek çok devlete müracaat ettim. Ancak “Bu konu Türkiye’nin iç işidir.” diye insaf nazarına almadılar. ( Sayın İlber Ortaylı’nın soyum dediği kimselerin yüzsüzlüğünü görüyor musunuz?) Benim için pek kıymetli olan asil nasihatlerinizden istifade etmek istiyorum.”

Şimdi Vahdettin’in hem hainliğinin hem de rezilliğinin kanıtı olan şu son cümleyi okuyalım. Bakın Vahdettin Lord Curzon’a son cümlesinde ne diyor:

“Mazide hakkımda göstermiş olduğu insani ve hürmet dolu asil davranışlara ilâve olarak mali yardımlarınızı esirgemeyeceğiniz den emin olarak sonsuz hürmet ve takdir hislerimi gönderiyorum.”

Rezillik bu kadarla da kalmıyor ki. Sayfa 345: Bardakçı ne diyor?

Hanedan’ın Türkiye’den sürgün edilmesi faciasının üzerinden henüz on gün kadar geçmişti ki………..” diye devam ediyor.

Demek ki, Sayın Bardakçıya göre Hanedanlığın ortadan kaldırılması veya sürgün edilmesi facia imiş. Siz bu düşünceden ve iddiadan yola çıkar da “Şahbaba’yı” yazarsanız, biz de size “Pesbaba” diye cevap veririz.

Sayfa 369:

Bardakçı bu sayfada bir masal anlatıyor. İstanbul’un kurtuluşundan sonra Mustafa Kemâl Paşa için bir marş yazılmış da, orada “Yaşa Mustafa Kemâl Paşa Yaşa” deniyormuş da, çocukları, bakıcılarının ikazı üzerine,:

– Çocuklar Yaşa Mustafa Kemâl Paşa, denir mi, babanız duymasın, öldürür sizi. “Kahrol Mustafa Paşa” diyeceksiniz demiş de, bunu da Vahdettin balkondan duymuş da çocukları yanına çağırmış azarlamış ve şöyle demiş:

“-Bana bakın! Bir daha böyle bir şey söylediğinizi işitirsem ağzınızı tutar kulaklarınıza kadar ayırırım. Mustafa Kemâl bir Türk askeridir. Türk Paşasıdır. Benim Paşam’dır. Hiç bir Türk askerine hakaret edilmesine izin vermem.” (Hani insanın hay senin iznine diyesi geliyor)

Bu masalın inanılacak tarafı yok ama bizim ülkemizde sakalı olunca tarihçi olunuyor.

Sayfa 413:

Murat Bardakçı diyor ki:

“Damat Ferit Paşa iktidarının Posta ve Telgraf Umum Müdürü ve Türk edebiyatının kıvrak kalemlerinden olan Refik Halid Karay, Vahdettin’in ölümü nedeni ile ilgili olarak şöyle yazmış:

“Bana, öyle geliyor ki, bu Türk Hakanı avizelerinin bin bir türlü ışık saçtığı ve mermer salonlarının denizler gibi ufuklara uzandığı aydınlık ve geniş salonlara bedel bir ufak köşkün frengâne döşenmiş dar, loş odasında can verirken, mahrum kaldığı saltanatına rağmen milletinin bu günkü istikbalini düşünerek siyasetin zorlamasıyla yaptığı bazı yanlışları unutmuş, müsterih can vermiş ve şahsına yapılan tecavüzleri de zafere hürmeten affetmiştir.”

Demek ki neymiş; Vahdettin Mustafa Kemâl’i kazandığı zafer nedeni ile affetmiş. Peki, hainliği nedeni ile Vahdettin’i kim affedecek.

Yukarıdaki satırları yazan Sayın Bardakçı’nın dili ile “Türk edebiyatının kıvrık kaleminden” bir vecize ile bu paragrafı noktalayalım:

Mustafa Kemâl için, mütareke basınının (Refik Halid Karay) kalemşoru şöyle diyor:

“Anadolu’da bir patırtı, bir gürültü, kongreler, beyannameler falan, sanki bir şey yapabilecekler. Blöf yapmanın sırası mı? Hangi teşkilatın, hangi kuvvetin var? Bu ne hayal! Kuzum Mustafa, sen deli misin?”

Ayrıca Bardakçı’nın kıvrak kalemi, namı diğer Refik Halit Karay var ya, İstanbul Telefon ve Telgraf Müdürü iken, bütün Anadolu’daki posta şubelerine talimat verip, Mustafa Kemâl adlı eşkiyanın Anadolu’dan çekeceği telgrafların hiç birini yerine ulaştırmayın, diye emir veren adam.

Utanıyorum yazmaya ama Bardakçı’nın sevgili kıvrak kalemlerinden olan bu adam soyadı kanununu protesto etmek için en alçakça ve aşağılayıcı bir soyadı seçmişti kendine. Yakışıyor da bu soyadı bu adama. Bu kıvrak kalemin yukarıdaki soyadını terbiyeniz müsaade ediyorsa lütfen tersten okuyun. Böyle rezillik şeytanın aklına gelmez. İşte tarihçi Sayın Bardakçı’nın kanıt diye aldığı yazarın şeceresi.

Bardakçı gene aynı sayfada Vahdettin’in öldüğü Mustafa Kemâl Paşa’ya anında iletildiği zaman Paşa şöyle demiş:

“Çok namuslu bir adam öldü. İsteseydi Topkapı’nın bütün cevahirini götürür ve öyle bir ordu kurup geri dönerdi ki….”

Yani Sayın Bardakçı, bu sözler bardağa da sığmıyor, sürahiye de. Hatta bidona da.

15 Mayıs 1919 günü “Hacı zannettiğimiz adamın koltuğunun altından Haç çıkmıştır. Artık başka bir şey aramak ama vakitsiz kimseyi ürkütmemek lazımdır” dediği adam için, “Namuslu” adamdı diyecek Mustafa Kemâl öylemi?

O zaman hangi nedenle büyük Nutkunda bu adam için 11 defa hain dedi ki Mustafa Kemâl?

Diyelim ki Mustafa Kemâl Paşa böyle bir söz söyledi. Mümkün değil ama neyse.

Peki, bunları söylediğine dair

Belge, yok.

Şahit, yok.

Tarih, yok.

Nerede söylediği, yok.

Bozacının şahidi sirkeci. Şahit olarak Vahdettin’in damadını gösteriyor. Şıracıdan şahit olur mu?

Sayfa 425:

Bardakçı Vahdettin’in şöyle söylediğini iddia ediyor.

“Osmanoğulları, Türk ilinde en kadim bir ailedir ve halis Türk’tür. Hatta Osmanoğulları mı Türk’ten yoksa Türkler mi Osmanoğulları’ndan gelmiştir tefrik edilemez. Bizim Osmanlı hanedanı kurulmuş müesses bir devlet için Avrupa’dan veya diyar-ı âhireden celb ve naspedilmiş ısmarlama bir hanedan değildir. Bizatihi müessesdir (kurulmuş), müvellidir (Bir ırkın doğmasına neden olan).”

Hiç tarih bilmeyenler bile Türk’ün, Türklüğün az çok nereden nasıl geldiğini bilirler. Burada derinlere gitmeye gerek yok. Sadece şunu söyleyelim ki, daha Osmanoğulları doğmadan yaklaşık 300 sene önce 1071’de Alp Aslan’ın önderliğinde Türkler Malazgirt’te pala sallıyorlardı.

Geliyoruz sayfa 431:

Vahdettin diyor ki,

“Er veya geç memleketimin üzerine çökecek olan musibetleri kendimin ve tahtımın üzerine isteyerek çektiğim için, kendimi feda ederek memleketimi kurtardım.”

Yani kısacası şu anda öğreniyoruz ki, Kurtuluş Savaşı’nı başlatan, yapan, ülkeyi düşman çizmesinden kurtaran Mustafa Kemâl Paşa değil Vahdettin’miş.

Size de çok teşekkür ederiz Sayın Murat Bardakçı bu gerçeği geç de olsa yazıp, bizlere öğrettiğiniz için. Biz halen bu ülkeyi Mustafa ile İsmet’in kurtardığını ve bu devleti iki sarhoşun kurduğunu sanacak ve bu hayalle yaşayacaktık.

Sayfa 440:

Vahdettin devam ediyor:

“Mustafa Kemâl Paşa isyanının neticesinde kumandanlıktan alındığı zaman, bütün Anadolu’ya talimatlar göndererek hadiseyi yalanladı ve daima benim saltanat otoritemden bahsederek, daha doğrusu benim adıma hareket ettiğini söyleyerek en sadık hizmetkarlarımdan biri olduğunu, müttefik işgal güçlerinin elinde ki İstanbul’da esir bulunan Halife Sultan’ı kurtarmak için mücadele ettiğini anlattı.”

Bu ifade külliyen yalan.

Mustafa Kemâl Paşa Samsun’a çıktıktan 54 gün sonra senin verdiğin görevden istifa edip ve aynı gün kordonlarını, nişanlarını, madalyalarını yüzüne fırlatıp attıktan sonra bir defa ne senin adını ağzına aldı nede senin yardımına ihtiyaç duydu.

Vatansever, vatan haininden yardım ister mi?

Devamla Vahdettin’in şöyle söylediğini iddia ediyor Bardakçı:

“Halkın sempatisini ve gücünü arkasına aldıktan ve milli gücün yerini kendisi aldıktan sonra idareyi ele aldı.”

Bunları söyleyen de Osmanlı’nın Halifesi. Hani Halife yalan söylemez diye düşünüyor insan ama işte öyle değil.

Bitmedi devam ediyor Vahdettin:

“Mustafa Kemâl’i durdurabilmek için her yolu denedim. Damad Ferid’i araya koydum olmadı. Tevfik Paşa’yı Mustafa Kemâl’i halletmesi için göreve çağırdım, beceremedi. Avni Paşa’nın fikirleri doğrultusunda bu isyancıdan kurtulalım dedim olmadı velhasıl, olmadı.”

Sayın Bardakçı!

Hani Vahdettin Mustafa Kemâl’i Samsun’a bizzat kendisi göndermişti?

Hani gizli gizli Mustafa Kemâl’i kollamış ve desteklemişti

Tekrar soruyorum hiç utanmadınız mı bu Şahbaba’nızı yazarken?

İDDİA

“İdam fermanını doğru yorumlamak lazım. Bu bir idam kararı değildir,” diyor Bardakçı.

Sayın Bardakçı iyi ki Kuran yorumcusu değil. Emin olun ayetlerden birisine bir yorum getirseydi, hepimiz dinimizden olurduk.

Şeyhülislam Dürrüzade Abdullah’ın kaleme alıp imzalayıp Vahdettin’ne sunduğu idam fetvasında bizzat Vahdettin’in de imzası var.

İDDİA

Sayın Murat Bardakçı Şahbaba’sının 254 sayfasında Vahdettin’in, istimbottan kaçacağı Malaya Zırhlısı’na binerken yaşanan olayı şu dramatik kelimelerle anlatır:

“İstimbot harp gemisine doğru son hızla yol alırken Şahbaba’nın kendisine ufakta olsa bir hediye vereceği ümidenydi General Harrington. Meselâ Yardımlarınızın ve bu günün hatırası olmak üzere lütfen kabul ediniz!…. diyerek daha birisini söndürmeden ötekini yaktığı sigaralarını koyduğu altın tabakayı beklemişti. Ama tam tersi oldu. Sultan Vahdettin generale mahrem bir sır tevdi edercesine ve fısıltıyla, kadın efendilerine göz kulak olmasını, müsait bir zamanda da yanına gönderilmeleri için aracılığını rica etti.”

CEVAP

Bir kaç paragraf önce Halife Vahdettin için vatansever miydi, vatan haini miydi diye soran Bardakçı, bu hainin eşlerini çocuklarını Allah’a emanet etmeyip de, elin düşman generaline emanet etmesini vatanseverlik olarak görüyor.

Son olarak Vahdettin’nin nasıl kaçtığını 18 Kasım tarihli Tevhidi Efkâr gazetesinden okuyalım:

Nasıl firar etti?

17 Kasım 1922 sabahı Altıncı Mehmed selamlık resminde hazır bulunmak üzere bir miktar kıtaat ile İstanbul muhafızı Miralay [Albay] Abdürrahman Nafiz, polis müdürü Sadi beyler Yıldıza muvasalat etmişlerdi. [gelmişlerdi.] Mu’tad olan hazırlıklar tamam olmuş, namaz zamanı gelmişti. Birkaç dakika daha geçti. Cuma namazını kılacak olan halife elan [halen] görünmemişti. O vakit orada bulunanlar arasında bir sual [soru] çalkalandı:

-Acaba hasta mı?

Birkaç dakika sonra alayın dağılması emir olunmuştu. O vakit bütün dudaklarda şu kelime dolaştı:

-Kaçmış!

Filhakika da [Gerçekten de] öyle olmuştu. Halife Vahdeddin henüz kendi üzerinde bulunan peygamber vekâletini, o mukaddes emaneti terk ederek gayr-i müslim, yabancı, hatta düşman bir bayrağın altına iltica etmişti. [sığınmıştı.] Osmanlı hanedan-ı saltanatının tarihinde ilk defa vaki olan menfur bir ihanet idi.

Bu menfur firar keyfiyeti icap eden ecnebi makamlarla temas neticesinde firari Zeki Bey vasıtasıyla daha bir hafta on gün önce kararlaştırılmıştı. Eşlerinden ve kendisi ile birlikte kaçacak olanlardan başka kimse Vahdettin’in kaçacağını bilmiyordu.

Kendisine bir kaç numara büyük bir ecnebi kaput üzerinde olduğu halde Yıldız Sarayı’nın arka kapısı olan Malta Kapısı’ndan çıkarak beraberindekilerle arabalara binerek Teşvikiye üzerinden ve Dolma Bahçe Sarayı’nın içinden geçerek rıhtımda kendisini bekleyen motora binerek İngiliz Zırhlısı Malaya’ya ayak bastığı zaman saatler sabahın sekizini gösteriyordu. Şimdi Padişah düşmanın elindedir, bayrağının altındadır, askerinin gölgesinde ve düşman komutanın emrindedir. Zırhlı Vahdettin’in binişinden hemen sonra hızla boğazdan Malta’ya gitmek üzere demir alır ve yola çıkar.

İngiliz Generali Harrington bir yazı ile öğleden sonra bir yazı ile İstanbul’da bulunan Refet Bele’yi Vahdettin’in kaçtığından haberdar eder. Bunun üzerine Beyoğlu Mıntıka Kumandanı Miralay Edip Bey hemen Yıldız sarayına gelerek Vahdettin’in kullandığı bütün odaları mühürletir. Ancak Vahdettin beraberinde götüreceklerini on gün içinde kendi elleri ile yerleştirmiştir. Özellikle Mareşal Üniformalarını, madalya ve nişanları ile kıymetli mücevherleri kendi elleri ile bavula bizzat yerleştirmiştir.

Yani Bardakçı’nın dediği gibi sadece bir abanoz baston ile kaçmamıştır.

Sayın Hıfzı Topuz’un, Mustafa Kemâl’i Fikriye Hanım ile gizlice evlendirip çocuk sahibi yapmış olması, Abdurrahman Dilipak’ın Atatürk hakkında gerçek dışı iddiaları ciddiye alınıpta cevap verilecek türden olmadığı için onları da konu dışı tuttuk.

Saygılarımla.


Eriş Ülger