Muhsin Ertuğrul

Cumhuriyet dönemi Türk tiyatrosunun kurucusu ve Türk sinemasının da önde gelen isimlerinden biri olan Muhsin Ertuğrul, yaşantısının sonuna dek Türk ve Batı kültürünü sahne yoluyla halka iletmek çabasını aralıksız sürdürmüştür.

Onu her zaman üstün kılan insanlığı, kişiliği ve sanatı için tarihsel bir anı olarak şu olaylar örnek verilebilir: 

Muhsin Ertuğrul, Devlet Tiyatroları Genel Müdürü iken, Cumhurbaşkanlığı görevinden ayrılan İnönü’ye, eski locasında alışık olduğu, salondaki konuşmaları rahatça dinlemeye elverişli ve alıcıları da bulunan koltuğu, devlet bakanlığı locasından çıkartarak ona ayırttığı locaya yerleştirir. 

Bu durumu hoş karşılamayan zamanın Milli Eğitim Bakanı: 

– “Muhsin Bey, Devlet Başkanlığı locasındaki koltuğu İnönü’ye nasıl verirsiniz ve Türkiye’de bir iktidar değişikliği olduğunun farkında değil misiniz?” Sorusu karşısında: 

– “Farkındayım, efendim, fakat insanlığın da değişmediğini sanıyorum.” 

Yanıtını vermiş, fakat bir süre sonra da görevinden ayrılmıştır. 

Muhsin Ertuğrul, bu tutumunu Fransız Devlet Başkanı General de Gaull’e de göstermişti: 

General’in Türkiye’yi ziyaretinde, Ankara’ya adımını atar atmaz uzatılan ilk mektup Muhsin Ertuğrul’dandır. Muhsin Ertuğrul, bu mektubuyla birlikte, Fransız Devlet Başkanı’na, daha önce kendisine verilmiş olan Fransız nişanını iade etmektedir. Nedeni: O günlerde büyük tiyatro adamı J .L. Barrault, Paris’teki tiyatrodan siyasi nedenlerle uzaklaştırılmasıdır. Muhsin Ertuğrul mektubunda: “Bu tutumdaki ve düşüncedeki bir hükümetin verdiği nişanı taşıyamam“ demektedir. 

Böylesine kişiliği olan bir sanatçının başında bulunduğu Şehir Tiyatrosu topluluğu (o zamanki adıyla Darülbedayi) 1930 yılının Nisan ayında Ankara’da temsiller vermektedir ve en büyük seyircisi de Atatürk’tür. 

Atatürk, bir gece bu topluluğu Marmara Köşkü’nde ağırlamakta ve ihtiyaçlarını sormaktadır. Muhsin Ertuğrul, o gece konuşulanların bir bölümünü şöyle anlatmaktadır: 

“Oyunlarımızı en sıcak bir ilgi ile izledikten sonra elbette bize verecek bir emri, söyleyecek bir sözü vardı. Nitekim okyanus dalgaları gibi geniş ve birbiri arkasından ağır ağır gelen iltifatlarından sonra başbaşa kaldığımız zaman: 

– Siz, benim tâ ataşemiliterlik çağımdan beri memleketimizde görmeyi candan özlediğim bir hayali gerçekleştirdiniz. Böylesine birbirine bağlı bir sanat topluluğunu kendi olanaklarınızla hazırlayıp bize getirdiniz, gösterdiniz. Şimdi, ben Devlet Başkanı olarak size soruyorum: Hükümetten ne gibi bir yardım istersiniz? 

– Bir tiyatro okulu istiyorum, Paşam, diyebildim. 

Atatürk, vaktin geç olmasına karşın, Başbakan İsmet İnönü’ye haber gönderdi ve çağırttı. 

– Paşam, sizi rahatsız ettim, fakat önemli bir konuyu size arzetmek istiyoruz, diye beni tanıştırdı, bana da: 

– Haydi, isteğinizi Paşa’ya tekrarlayın, buyurdular. 

– Bir tiyatro okulu istiyoruz, Paşam, dedim. 

O akşam Atatürk, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin hemen hemen bütün büyükleri arasında Türk tiyatro sanatçıları için cömertçe dağıttıkları binbir iltifattan sonra konuşmalarını şöyle bitirmişlerdi: 

– Efendiler!.. Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz, hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatçı olamazsınız. Hayatlarını büyük bir sanata veren bu çocukları sevelim!” 

11 Nisan 1930 akşamı Atatürk’ün verdiği emirle açılan tiyatro okulundan bir devlet operası ve tiyatrosu çıkmıştı. 

Yarının tiyatro tarihi Büyük Atatürk’ün huzurunda geçen 11 Nisan 1930 gecesinin nasıl bir ulusun bütün sanat geleneğine ışık tuttuğunu belirtecek ve yarının sanat dünyası O dönüm gecesini saygıyla anacaktır.” 

Bu tarihten bir yıl sonra “Darülbedayi” sanatçıları yine Atatürk’ün huzurunda ve sofrasındadırlar. Atatürk, Muhsin Ertuğrul’dan, oynadığı yapıtlardan birinin bir sahnesini, bir parçasını huzurunda tekrar etmesini, oynamasını veya yüksek sesle okumasını rica eder. Muhsin Ertuğrul, sahne dışında küçük bir topluluk içinde bile uzun boylu konuşmaktan kaçınacak kadar sıkılgan bir yaradılıştadır. Bütün ısrarlara karşın Atatürk’ün buyruğunu yerine getiremiyor. Fakat, Atatürk isteğinden vazgeçmiyor: 

– Peki, diyor. Seninle bir bahse girişelim: Sana bir piyes göndereceğim, bunu oynayacaksın, ben de gelip seyredeceğim. Ama dikkat et rolünü iyi oynayamazsan seni bizzat ben eleştireceğim. Kötü bir aktör olduğuna inanacağım; iyi oynarsan o zaman da gerçek bir sanatçı olduğuna inanacağım.

Muhsin Ertuğrul bu bahsi kabul ediyor ve O’nun buyruğunu en iyi biçimde yerine getireceğini söylüyor. 

Yıl: 1932… Aradan uzun bir süre geçmiş ama Atatürk, bu bahsi unutmamıştır. Bir gün Muhsin Ertuğrul, oynamak üzere gönderilen bir piyesi alıyor. Bu piyes, Faruk Nafız Çamlıbel’in “Akın”ıdır. Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya, Batı’ya yayılıp genişlemesini anlatan bir destan… Yapıtta Türk Hakanı İstemihan’ı Muhsin Ertuğrul oynayacaktır. 

Başta Muhsin Ertuğrul olmak üzere yapıtta rol alan bütün sanatçıların ne büyük bir heyecan içinde oldukları kolayca düşünülebilir. Atatürk, ilk defa Tepebaşı Tiyatrosu’na gelecek ve temsili izleyecektir. 

Atatürk’ün, her işte olduğu gibi sanat işlerinde de ne kadar güç beğendiğini, ufak tefek başarılarla kendisini memnun etmeye olanak bulunmadığını bilen, hele bir yıl kadar önce konuyu hiç unutmayan Muhsin Ertuğrul, en ufak bir falsoya yer vermemek gerektiğini çok iyi bilmektedir. 

Ve 1932 yılının 19 Şubat akşamı Atatürk, Akın’ı görmek üzere Tepebaşı Tiyatrosu’na geliyor. O gece Türk tiyatrosu için tarihsel ve unutulmaz bir gecedir. 

Perde açılıyor. Şehir Tiyatrosu’nun doğuşunda ve gelişmesinde büyük emeği geçen Muhittin Üstündağ, Atatürk’ün yanındadır; ama, o piyesi seyretmiyor, bütün dikkati ile Atatürk’ün yüzünde her an bir memnunluk veya öfke çizgisinin belirmesini bekliyor. Temsil ilerledikçe Atatürk’ün ilgisi artıyor, bakışları yumuşuyor ve ilk perde kapamak üzere iken, Muhittin Üstündağ, yanaklarından iki damla yaşın süzüldüğünü görüyor… 

Bu arada birinci perde kapanmıştır. İlk alkışlar, en değerli alkışlar Atatürk’ün locasından yükseliyor. Temsilden sonra başta Muhsin Ertuğrul olmak üzere yapıtta rol alan sanatçıları yanına kabul eden Atatürk, hepsini kutluyor, güzel sözlerle hepsinin gönüllerini hoş ediyor ve teşvik ediyor. Sonra Muhsin Ertuğrul’a dönerek: 

– Bahsi kazandın, diyor, sen bizim en değerli sanatçımızsın. 

Yine o yıllarda aynı topluluk Ankara’da Vedat Nedim Tör’ün ”Kör“ piyesini oynamaktadır, temsile Atatürk de gelecektir. 

Zamanın İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Muhsin Ertuğrul’la önce konuşur: 

– Muhsin Bey, Atatürk gelmeden sakın perdeyi açma! 

– Biz geleneğimiz gereği saat dokuz oldu mu perdeyi açar temsile başlarız. 

– Aman.

– Maalesef. 

– Atatürk, durumu nedeniyle biraz geç kalabilir. 

– Benim bildiğim Atatürk, her şeyi bırakır, tiyatroya zamanında gelir. 

Ve o gece birinci zil, ikinci zil çalar, Atatürk gelmemiştir. Üçüncü zil çalar, perde açılır. Bundan sonrasını Muhsin Ertuğrul şöyle anlatır: 

– Perde açılırken, sahnede rol gereği, ceketimi çıkarıyordum. Göz ucuyla baktım, Atatürk yanındakilerle, Cumhurbaşkanlığı locasına yeni gelmiş oturmaktadır. Rahatladım. Oyundan sonra bizleri kutlayan Atatürk: 

– Nasıl Muhsin Bey, tiyatroya tam zamanında geldim değil mi, dedi. 

İşte her yönüyle daha da büyüyen Atatürk ve O’nun tiyatro sanatçısı Muhsin Ertuğrul. 

Muhsin Ertuğrul’un 29.4.1979’da yaşantısı son bulmuştu. 


Kaynak: Atatürk ve Çevresindekiler, Kemal Arıburnu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1994, ISBN:975-458-064-2