Mithat Cemal Kuntay
“Gazi konuştuğu zaman güzel, söylediği zaman çok güzel, anlattığı zaman fevkalade güzeldi.” diye O’nu değişik bir yönüyle de tanımlayan Mithat Cemal Kuntay’ın O’nunla yakınlığı ta milli mücadelenin en bunalımlı günlerine dayanıyor. Bu yakınlık, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünde Mustafa Kemal Paşa bir konuşmasını sürdürürken, Kuntay’ın “Yurt Duyguları” adlı manzumesinden:
“Ölmez bu vatan farz-ı muhal ölse de hatta
Çekmez kürenin sırtı o tabut-u cesimi.”
dizesini okumasıyla başlar ve sürer. Yukarıdaki dizeler şairin “Türk’ün Şehnamesinden” adlı yapıtında yer almıştır.
…”Bu kitaptaki birinci manzumenin son beyitini Gazi Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden okumuştu.
Bu kadar güzel bir talihin önünde duyduğum bitmez heyecanın nedeni olan bu manzumeyi, kitabımın başına onun için koydum.
O’nun ebediyetle yaşıt olan adını başında taşıyan her şey güzeldir.” diye başlar.
Kuntay, o sıralarda Türkiye’de ilk kez hukuk doktorasını yapan bir hukukçu olarak tanınıyordu. Geçen yıllar içinde de Atatürk davasına gönülden inanmış ve O’nu en iyi anlatan şair ve yazarlarımızdan biri olmuştur.
“Üç İstanbul” adlı yapıtı da yaşadığı dönemlerdeki siyasal ve sosyal yapının çalkantılı izlenimlerini ve değer yargılarını içermekte ve bugünkü kuşakları aydınlatması bakımından önemli yer tutmaktadır.
Kahramanlık, milli destan ve Atatürk şiirleriyle de ün yapan Kuntay’ın Atatürk’ün sofrasında da her zaman ayrı bir yeri olmuştur.
Kuntay, Taksim’deki Atatürk heykelini yapan İtalyan heykeltıraş Canonica’yı amaçlayarak yazdığı: “O’nu sen anlatamazsın O bizimdir” diye başlayan şiirinin son dizelerinde heykelin nasıl yapılması gerektiğini şöyle anlatır:
“Sırtında tutuşsun da, uçsun da şafaklar,
Tarihe “benimdir” diye bassın o ayaklar.
Hür başların ikbali biriksin de başında,
Kurtardığı bayrak, alev olsun bakışında.
İnsan boyu olsun fakat eflake sürünsün,
Göğsünde bir milletin eb’adı görünsün.
Dağ parçalarından da mehip olsun omuzlar,
Sırtında bütün memlekim var, vatanım var.”
Bu şiiri okuyan Atatürk, Mithat Cemal’i çağırır ve sorar:
– Ne istedin ondan?
Mithat Cemal’in yanıtı:
– Sizi istedim Paşam!
Atatürk, bir kere de şiiri ondan dinler.
Kuntay, Gazi Mustafa Kemal’e “Atatürk” soyadı verildiği günlerdeki bir anısını da şöyle anlatır:
“Demin bir sözü yanlış söyledim, Gazi’yi Büyük Millet Meclisi, kanunla, “Atatürk” yaptı, dedim. Bu söz, eksiktir. O, kendini “Atatürk” yaptı. Kanun olayı kabul etti. O günlerde soyadı kanunu çıkacaktı. Bir akşam yemeğinde, Gazi, “Atatürk” soyadını alacağım, dedi. Karşı geldiler: Memleket, dünya tarihi Gazi Mustafa Kemal’i tanıyor. Ona nasıl dokunulur?
Atatürk, karşılık verdi:
– En tanınmış Türkler, yabancı adları taşıyorlar. İbni Sina gibi, El Biruni gibi… Bu yabancı adların karşısında, bunların Türk olduklarını kanıtlamamız gerekiyor ve kanıtlamak için de uğraşıp duruyoruz. Buna son vereceğim ve kendi adımla başlıyorum!
Ve Gazi Mustafa Kemal o gece Atatürk’tü. Ertesi gün kanun bu olayı onayladı. O’nun kanuna bu kadar nazı geçerdi.”
Kuntay, bir başka anısını da şöyle anlatır:
Yine Büyükada’nın Yat kulübü… Telefonda Gazi’nin yaveri şu müjdeyi verdi:
– Çarşamba akşamı Cumhurbaşkanı’nın bir yemek davetleri var. Sizin de eşinizle beraber gelmenizi rica ediyorlar. Gelip gelmeyeceğinizi de bilmek istiyorlar.
– Büyük şükran ve tazimlerle geleceğimizi, söyledim.
Ve gittik. Gazi Mustafa Kemal, konuk çağırdığı zaman tarihten çıkar, küçük bir burjuva kadar ev sahibi olur ve bütün davetlilerini büyük bir incelikle çağırır, yahut çağırtırdı.
Dolmabahçe Sarayı’nın cümle merdiveninden çıkarak bir salona girdik. Eşleriyle gelen otuz kadar davetli vardı. Herkes ayakta idi. Gazi geldi, kendisini bu ufak kalabalığa o kadar güzel dağıttı ki, tanımayan kimse ,aramızda eşsiz kahramanı bulamazdı. Yemek, Saray’ın bayramlaşma salonunda verilecekti. Fakat, oraya gitmemiz de, yine Gazi’nin görgü inceliği ile gayet tabii oldu ve bir olay olmadı. Gazi:
– Burası çok sıcak. Aşağıya inemez miyiz? dedi.
Davetliler şemaya bakarak yerlerini alıyorlardı. Fakat Gazi bu resmiliği, davetlilerine o kadar eşit ve samimi davranarak azaltıyordu ki, sabaha kadar süren yemek masası sürekli olarak sevimli ve neşeli kalabildi.”
Atatürk, sağlığında yapılan heykellerini, memlekete heykel kavramı girsin diye benimsemiştir. Bu güç kavramı memlekete ancak O’nun heykelleri sokabilirdi.
O’nun davasına ölesiye bağlı bulunan Kuntay, ölümünden sonra bir vatansızın heykeline saldırıp kırmaya yeltenmesine karşı tepkisi sert olmuştur:
“Suç mu masum eşinin ırzını kurtardıysa?
Suç mu tarihini bayraklaşarak sardıysa?
Yirmi milyon yüreğin vurduğu taştır, kırma!
Böyle mihrabı baban görmedi, el kaldırma!
Sanma taştır, seni hala düşünür baştır o baş!
Sana yekpare vatan toprağı vermiştir o taş
Sen de, lütfet ona bir abidelik toprak ver;
Yurdu kurtarması bir suçsa eğer, hoş görüver.”
“Türk milleti davasının çıkar yolunu O’nun izinde bulanlar” aynı inan ve duygular içindedirler.
Mithat Cemal Kuntay’ın 30 Mart 1956’da yaşantısı son bulmuştu.
Kaynak: Atatürk ve Çevresindekiler, Kemal Arıburnu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1994, ISBN:975-458-064-2