Mehruba Atay Falih Rıfkı Atay’ı Anlatıyor
Not: Falih Rıfkı’nın ölümünden önce yapılan bu son röportaj, gazetenin “Eserlerine Göre Ediplerimiz” köşesinde yayımlanmıştır.
Röportajı yapan: Sermed Sami Uysal
Bayan Mehruba Atay’a, bu röportaja randevu almak için telefon edince:
– Kocam Serkldoryandadır, mülakat gününü lütfen onunla kararlaştırın, dedi.
Serkldoryana uğradım. Teşrifatçı beni kabul salonuna alıp, gelişimi Falih Rıfkı’ya haber vermeye gitti… Birkaç dakika sonra salona halim selim birisi girip de kendisinin Falih Rıfkı olduğunu söyleyince doğrusu ya hayli şaşırdım. Edebiyatımızın ve bilhassa siyaset sahamızın bu mücadeleci ve dişli yazarını ben daha başka türlü tasavvur ederdim. Ziyaretimin sebebini anlatırken o, karşımdaki koltukta bir gene kız çekingenliği ile dinliyordu… Nihayet röportajın gününü kararlaştırıp ayrıldık. Mülakat günü, Falih Rıfkı’nın Çiçek Pasajı’ndaki evine giderken oturduğu muhiti hayli yadırgadım. Öyle ya Çiçek Pasajı günün her saati gürültülü bir yerdir. Hele cumartesi ve pazar geceleri. (Açık hava meyhanelerinde tek sandalye bulmak imkânsızdır). Pasajda biraz ilerleyip karşıya gelen merdivenleri çıktım. Kapıyı hizmetçi açıp Falih Rıfkı’ya seslendi. «Roman» müellifi, sırtında robdöşambr ile, koridoru geçip yanıma gelenek:
– Dün gece eşim rahatsızlandı, bu vaziyetle röportaj yapmanız imkânsızdır, boşu boşuna buraya kadar yorulmuş oldunuz, dedi.
Mecburen şifalar dileyerek ayrıldım. Aradan on beş gün geçti. Tekrar telefon ettim. Yazlığa taşınmışlar, Hanımefendi, oturdukları yeri telefonla tarif etti:
– Caddebostan’da, plâj yolunda, sol koldaki çıkmaz sokakta tam karşıya gelen köşkte oturuyoruz.
Bir müddet durakladıktan sonra sözlerine şunları ilâve etti:
– Yalnız ben bu cins işlere alışık değilim. Acaba beni mazur görseniz olmaz mı?
Telefonda öyle tatlı konuşuyordu ki röportaj esnasında hiç de müşkül durumda kalacağa benzemiyordu. Kendilerini bu hususta ikna edince:
– O halde öbürsü günü saat 16’da buyurun, dedi.
Falih Rıfkı Atay’ın evinde
Bahçesinde hayli çamlar bulunan köşkte biraz ilerleyip, mutfaktan başını uzatan hizmetçiye ziyaretimin sebebini söyledim. Birlikte yukarı çıktık. Ufak bir salondan geçip önündeki geniş terasa girdik. Burada, Mehruba Hanım dikiş dikiyordu. Falih Rıfkı ise «eşinin torunu» ile oynuyordu. Falih Rıfkı beni görünce:
– Ooo buyurun, ben torunla aşağı ineyim de siz bizim hanımla istediğiniz gibi rahat rahat konuşun, dedi.
Yanımızda kalmasında bir mahzur olmadığını söyledikse de o gene dediğini yaptı. Bahçeye inip çocuğu araba ile dolaştırmaya başladı. Ben de hanımefendinin karşısındaki hasır koltuğa geçip oturdum. Aramızdaki küçük masada Mehruba Hanım’ın yarım bıraktığı bir rob ve ayrıca Falih Rıfkı’nın kalemi ile kağıtları vardı. Sarı saçlı, (bilmiyorum asıl rengi mi, zira kızı kuzguni siyah saçlı), elâ gözlü olan Mehruba Hanım’ın kulaklarında beyaz salkım küpeler, sırtında önü isli beyaz bir blüz ve ayaklarında gene aynı renk spor iskarpinler vardı. Yalnız ellerinin manikürüne değil aynı zamanda burnu açık pabuçlarından çıkan ayak parmaklarının pedikürlerine de hayli itina edilmişti. Her yeni tanışan insanlar gibi biz de evvelâ dereden tepeden konuştuk. Derken yanımıza uzun boylu, zayıf bir hanım geldi. Bilhassa saçları İran şahının kız kardeşi Prenses Esrefinkilere çok benziyordu. Mehruba Hanım tanıttı:
– Kızım Hale Amerika’dan yeni döndü. Üç ay sonra gene gidecek. Eşi Birleşmiş Milletler’de çalışır.
Atay ailesi bu sırada terasa, elinde tabancası ile Hale Hanımın yedi yaşındaki oğlu Toca geldi. İngiltere’de doğmuş. Türkçeyi hemen hiç konuşmuyor. Annesi biraz Türkçe biliyor dedi ise de, Toca her sorduğum suale İngilizce cevap verdi. (Çocuğa Toca ismini Falih Rıfkı koymuş. Toca Kanunî’nin serhad beylerinden birinin ismi imiş.) Biraz sonra hizmetçinin, Falih Rıfkı’nın sürdüğü arabadan alıp yanımıza getirdiği Hale Hanım’ın ikinci oğlu 11,5 aylık. O da Amerika’da doğmuş. Hasan Rauf ismindeki bu çocuk da her halde ana dilinden önce İngilizceyi öğrenecek. Konuşurken lâf arasında Mehruba Hanım kendisi hakkında şu enteresan malûmatı verdi:
– İlk defa 15 yaşında Enis Akaygen’le evlendim. Enis Bey o zaman 37 yaşında idi. Aramızdaki bu büyük yaş farkı ve onun eski ağır İstanbul terbiyesine göre yetişmiş olması, bir müddet sonra evlilik bağımızı çözdü. 24 yaşında intihar eden ilk kızımla Hale ondandır. (Bu sebepden dolayı baş tarafta Falih Rıfkı «eşinin torunu» ile oynuyordu demiştim). İkinci eşim Fadıl Kibar’dır. 14 sene birlikte yaşadık. Sonra o öldü. Aradan bir müddet geçince Falih Rıfkı ile evlendim.
– Falih Rıfkı’yı daha evvelden tanıyor mu idiniz?
– Uzaktan, ama yazılarını daima zevkle okurdum. Bir Hilâliahmer balosunda ağaç altında oturuyordum. Falih yanıma geldi.
Hanımefendi susup bir an daldı. Sanki o günleri tekrar yaşıyordu. Hayallerini bozmamak için bir şey sormadım. Az sonra içini çekerek devam etti:
– Ve benimle evlenmek istediğini söyledi.
– Bunun bir aşk izdivacı olduğu muhakkak.
– Evet, hem biz o günden bu güne kadar birbirimize aynı aşkla bağlıyız.
– Zannedersem Falih Rıfkı ile evlenmenize birisi çok mâni olmaya çalışmış.
– Evet, Atatürk. O kendisine yakın olanların kat’iyyen evlenmesini istemedi. Hiç unutmam, biz henüz Falih’le evlenmemiştik, fakat bir arada idik, Atatürk bir gün bana: ‘Sakın bununla evlenme, bu bohem hayatını seven bir insan,’ dedi. Atatürkle aramızda filozofik bir evlenme münakaşası oldu. Partiyi ben kazandım ve Falih’le evlendim. Atatürk de sonradan bu hareketimizi hoş gördü. Beni de çok sevdi. Ah öyle iyi bir insandı ki… Gündüzleri hiç açılmamış bir genç kız ne kadar mahcupsa Atatürk de o kadar mahcup ve çekingendi. Bir gün biçki biçiyordum. Yeni aldığımız hizmetçi: «Atatürk geldi» dedi. Biz de Atatürk’ün otomobili geldi anladık. Ara sıra Ata otomobilini gönderip Falih’i Çankaya’ya aldırırdı. Onun için, biraz beklesin dedik. Kız da çıkıp kendisine böyle söylemiş. Atatürk hiç itiraz etmemiş. Nihayet neden sonra ben dışarıya çıkıp da kendisini antrede, hem de ayakta görünce nasıl af dileyeceğimi bilemedim. O hiç bir şey olmamış gibi: ‘Geçiyordum şöyle bir uğradım,’ dedi. Ama ertesi sabaha kadar bizde kaldı.
Mehruba Hanım: Yakup Kadri sade ve güzel yazardı
Mehruba Hanım Atatürk’e ait daha bir çok enteresan fıkralar anlattı. Sonuncusunu bitirince nihayet sadede gelip sordum:
– Falih Rıfkı’nın yazı hayatına tesir edebildiniz mi?
– Evet, bir gün Atatürk bu hususu şu cümlesi ile ifade etmişti:
«Bu çocuk eskiden de güzel yazardı. Ama sen onu büsbütün kuvvetlendirdin.»
– Sizinle evlendikten sonra tesirinizle değişen huyları oldu mu?
– Bekârken ruhan derbederdi. Ona bir çekidüzen vermek lâzımdı. Evlenip evine bağlanınca değişti. Sonra bekârken çok çapkındı. Şimdi çapkınlığa veda etti.
– Nasıl çalışır?
– Ayakta gezinirken ufak ufak kâğıtları kıvırıp kıvırıp atar. Bunların her biri mükemmelleşmiş bir cümleyi ifade eder. Evin orası burası hep o ufak kıvrık kâğıtlarla doludur. Sonra oturup beş on dakikada zihnindeki mevzuu kâğıt üzerine geçirir. Halbuki akrabam olan Halid Ziya odasına kapanıp yazardı. Şair ve bestekâr olan İhsan Raif annemdir. Ona ise akşam üzerileri ilham gelirdi. Ve muhakkak manzaralı bir yerde yazısını yazardı.
– Falih Rıfkı da yazı yazmak için zaman seçer mi?
– Evet, daha ziyade sabahları yazar. Sonra kalemine kimsenin el dokunmasını istemez. Kazara elimiz değse hemen anlar ve kızar.
– Hayat arkadaşınızın beğendiğiniz tarafları?
– Beğenmediğim taraflarına artık alıştım.
– Eşinizin elinden başka işler gelir mi?
– Hiç bir şey gelmez. Şu bardağı şuradan alıp şuraya koyarken muhakkak kırar. Gözlüğünü bile kaybetse bulup eline vermek lâzım.
– Siz edebiyatı sever misiniz, bilhassa kimleri beğenirsiniz?
– Yakup Kadri sade ve güzel yazardı.
– Daha yenilerden?
– Onlardan pek hoşlanmıyorum. Sadece bir yığın yazı. İçinde bir şey yok.
– Ya beğendiğiniz politikacılar?
– Sayayım.
– Ama bağlı olduğunuz Halk Partisi’nden değil diğer partilerden.
Bunun üzerine Mehruba Hanım bir hayli düşündü. Nihayet bir kahkaha atarak:
-Her halde, Adnan Menderes demeyeceğim.
Kızı Hale söze karıştı: Ben Menderesi çok enerjik buluyorum.
Annesi: Vallahi ben bizimkileri beğeniyorum.
Bu mevzu üzerinde hayli konuştuk. Sonra resim çekmek için bahçeye indik. Hale Hanımın eşi ile de tanıştıktan sonra, Falih Rıfkının vaktiyle diktiği çamlar altında epey resim çektik. Bu iş de bitince Atay ailesine veda ettim. Köşkten çıkarken Toca’ya rastladım ve: «Allahaısmarladık Toca» dedim. Çocuk ufak bir tereddütten sonra mukabele etti:
– Allahaısmarladık.