Mahmut Esat Bozkurt
“Gazi Mustafa Kemal, Türk milletinin önünde ilerleyen bir zafer bayrağıdır. Bu bayrak bugün de, yarın da, öbür gün de bütün güçlüklerin üstünde yükselecek ve hep yenecektir.” diyen Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk ihtilaline, Kuşadası’nda Kuvvai Milliye çeteleriyle birlikte, eli silahıyla katılmış, eli kalemiyle Türk ihtilâlinin hukuki temellerini atmış, Lotüs-Bozkurt davasının savunmasını üstlenerek ün yapmış bir devlet, siyaset ve bilim adamı idi.
Her konuşmasında Türk olmanın, Atatürk’e inanmanın yüceliğini kendinden geçercesine haykıran Mahmut Esat Bozkurt’un “Türk’ün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisinden iyidir” özdeyişi belleğimizden hiç çıkmamaktadır.
İşte bu inan ve heyecanla Türkiye Cumhuriyeti’nin Adalet Bakanı olarak Bozkurt Lotüs davasını nasıl üstlendiği şöyle anlatılır.
“Lozan’dan üç yıl sonra, bir Türk vapuru bir Fransız vapuruyla açık denizde çarpışıyor. Türk vapuru batıyor ve sekiz Türk’ün hayatına mal oluyor. Lotüs vapuru İstanbul’a gelince, Türk adliyesi olaya el koyuyor. Fransız gemisinin nöbetçi kaptanı Demons’u tutukluyor. Fransız Büyükelçiliği kaptanın serbest bırakılmasını istiyor. Biz, adliyeye hükümetin hiç bir nedenle karışamayacağı yanıtını veriyoruz. Fransız basını işi kızıştırıyor. Aleyhimize sert yazılar yazıyor. Türklerin Devletlerarası Hukuku bilmedikleri, Lozan’da elde ettikleri sonuca yaraşır bir tutum içinde olmadıkları ileri sürülüyor. Bu sırada Mahmut Esat Bozkurt heyecan içindedir. Adliyemizin tuttuğu yolun doğru olduğuna inanmaktadır. Güçlü hukuk eğitimi, ulusal onurla ilgili konulardaki duyarlılığı ona yönünü kolayca belirlediğinden, izleyeceği yolu şaşırmıyordu. Gazetecilerimiz, hukukçularımız arasında duraksama gösterenler, Demons’u serbest bırakırsak iyi olur diyenler de vardı. Mahmut Esat Bozkurt, herkesi inandırmaya çalışıyor ve bu sorunda geri çekilmenin uluslararası saygınlığımızı sarsacağını, hem çok sevdiği ve inandığı Başbakanı’nın Lozan’da binbir zorlukla kaldırdığı adli kapitülasyonlara Türkiye’nin kapılarını yeniden aralamak olacağını söylüyordu.”
Mahmut Esat Bozkurt anlatıyor:
– Bir gün Atatürk ve İnönü beni çağırdılar Sorunu bir daha açıklamamı emrettiler. Anlattım ve sözlerimi şöyle tamamladım: Paşam, La Haye Adalet Divanı’na gidelim. Kimin haklı olduğu orada belli olsun. Ben haklılığımıza ınanıyorum. Müsaade ederseniz davamızı ben savunayım. Kaybedersem yurduma bir daha dönmem. Fakat kazanacağız! Hem Adalet Divanı önüne gitmeden Fransızların dediğini yapacak olursak Fransız devletinin gözdağı karşısında boyun eğmiş olacağız. Bu da onlara diğer sorunlarda aynı gözdağını ileri sürmek yürekliliğini verecektir. Halbuki La Haye Divanı’na gidersek davayı kaybetsek dahi şeref ve haysiyetimiz zedelenmez. Çünkü, uluslararası bir mahkemenin hükmüne uymak şerefsizlik değil, tersine büyük şereftir.
Bu sözler üzerine Şefler kendisine:
– Güle güle git. Kazanacaksın. Kazanmasan da bu millet seni bağrına basacaktır, diyorlar.
Fransızların La Haye Adalet Divanı için hazırladıkları metinde: Türkiye Kaptan Demons’u tutuklamakla devletlerarası hukuka uygun hareket etmiş midir? Sorusu soruluyordu.
O, bunu beğenmedi ve şu formülü önerdi ve kabul ettirdi:
– Türkiye Kaptan Demons’u tutuklamakla devletlerarası hukuka aykırı hareket etmiş midir?
Bu ufak değişiklikle davanın yükünü Fransızların üzerine yüklemişti. Çünkü, birinci biçimde kanıtlamak bize düşerken, ikinci formül bunu tamamen Fransızlara yüklemiştir.
Dava kazanılmıştı. Bu Türk devriminin bir zaferi idi. Bozkurt-Lotüs davası, Lozan’ı uygulama alanında perçinlemişti.
Şefleri onu “Bozkurt” soyadı ile onurlandırdılar.
Bozkurt, bir inkılâp tarihi dersinde şapka konusunda öğrencilerine şunları anlatıyordu:
Fes giymek bir sorun değildir. Sorun, fes’e bir kutsallık veren onu çıkarıp atmayı, kutsallığa hakaret sayan anlayıştır. Atatürk, bir gün düşüncemi sormuşlardı. O sırada Musul işi, aleyhimize sonuçlandığı ıçin hayli sıkıntılı idi. Şu yanıtı vermek cesaretinde bulundum:
– Şapka giymek, bu millet hesabına bir Musul fethinden üstündür!
Atatürk, hafifçe gülümsedi ve başını bir kaç kez eğerek beni onurlandırdı.”
Mahmut Esat Bozkurt, O’nunla ilgili olarak ayrı değer taşıyan iki anısını da şöyle anlatmaktadır:
Atatürk geçmişten hoşlanmaz bir adam değildi. Örneğin; Cengiz’i, Aksak Timur’u, Yıldırım’ı, Fatih’i çok över ve sofrada çoğu kez bunlardan söz ederdi. Yıldırım için bir defa şunu söylediğini anımsıyorum:
– Bir gün ressamlar kahramanlık yüzünü kaybederlerse, Yıldırım’ı alsınlar, yapıversinler!
Aksak Timur’u çok akıllı bulurdu. Bir gün de:
– Ben, dedi. Timur zamanında olsaydım, onun yaptığını yapabilir miydim? Onu söyleyemem. Fakat o, benim zamanımda olsaydı, belki daha çoğunu yapabilirdi, demişlerdir.
Yine Bozkurt anlatıyor:
Bir gece beraber oturuyorduk. Yanımızda Siirt Milletvekili Mahmut Soydan, Ruşen Eşref Ünaydın, bir de İsmail Suphi Soysallı vardı. Atatürk, ertesi günü Büyük Millet Meclisi’nde okuyacağı söylevi hazırlıyordu. Mahmut’la Ruşen Eşref not alıyorlardı. Atatürk, ara sıra bana da, “Ne dersin?” diye soruyordu. Ben ne diyebilirim? Hiç… Sonra Atatürk bana döndü ve dedi ki:
– Bu memleketin efendisi kimdir?
Düşündüm, karşılığı o verdi:
– Türk köylüsüdür, dedi.
Ve sürdürdü:
– Türk köylüsü “Efendi” yerine getirilmedikçe memleket ve millet yükselemez!
Bir inkılâp tarihi dersinde öğrencilerine:
Türk milleti büyüklerini bazen Padişah olarak, bazen de Padişah’tan da büyük olarak halk çocuğundan verir. Türk milleti büyükler yaratıcısıdır, çünkü; kendisi en büyüktür, diyen bu inan, heyecan ve inkılap adamı Mahmut Esat Bozkurt şimdi, düşmana karşı ilk silaha sarıldığı yerde, Kuşadası’nda sonsuz uykusundadır. Mezarının başındaki levhada şunlar yazılıdır:
“Burada kuvvai milliyeciler ruhunun ve Türk ihtilalinin büyük evladı Mahmut Esat Bozkurt yatıyor.”
Mahmut Esat Bozkurt’u 21.12.1943 günü yitirmiştik.
Kaynak: Atatürk ve Çevresindekiler, Kemal Arıburnu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1994, ISBN:975-458-064-2