Köşk Şifre İkinci Katibi Haldun Derin Atatürk Anılarını Anlatıyor
TRT ekranlarında Atatürk’ten Anılar adlı programı yayınlayan değerli gazeteci yazar Nazmi Kal, o dönem Atatürk’ün hizmetinde bulunmuş çoğu devlet adamı ve asker ile röportaj yapmıştı. Haldun Derin bu programa katılmamış fakat anılarını bir mektupla Nazmi Kal’a yollamıştı. Çok değerli ve ilk kez duyacağınız bu anılar için, sayın Nazmi Kal’a teşekkürlerimizi borç biliriz.
Haldun Derin’den Atatürk’ten Anılar programını yayınladığım sırada şu mektubu aldım.
Sayın Nazmi Kal,
29. 5. 1981
Atatürk’ten’ten anılar dizisinin tadına vararak, aksatmadan izlemeye çalışıyorum. İlgimi artıran sebep bundan 48 yıl önce memurluğa riyaseti Cumhur şifre ikinci katibi kadrosunda başlamam olabilir.
1933 Temmuzundan 1951 yılı şubatına dek 17 yılı aşkın bir süre peşi peşine üç cumhurbaşkanımızın özel kaleminde görev yaptım. Bunun yaklaşık 5.5 yılı Atatürk’ün 11.5 yılı İnönü’nün, 9 ayı Bayar’ın dönemine rastlıyor.
Yıllar boyu kapı yoldaşı olduğumuz Yaver Cevdet Tolgay’la ekrandaki söyleşinizin yapmacıksız içtenliği beni etkiledi…
Biz katip derecesindeki memurların Atatürk ile yüz yüze gelişimiz pek seyrektir. İşte bu sınırlar içinde Atatürk döneminin 5.5 yılında gözüme ilişip bende iz bırakmış bölük pörçük birkaç sahne ile ufak tefek ayrıntıları özetleyerek gönderiyorum. .
Teşekkürlerim ve Saygılarımla… Haldun Derin.
Haldun Derin ile konuşup televizyonda yayınlamak olanağım olmadı. Ama yıllar sonra Atatürk İnönü ilişkilerinin önemli bir tanığı olarak anılarını çektim ve arşivime koydum.
Televizyonda yayınlamak olanağı bulamadığım anılarını bu kitapta yayınlıyorum.
Kalemde elimize geçen evrakın az da olsa bir kısmı Gazi Mustafa Kemal’e tabii yurt dışından ya da yabancılardan gelirdi. Hayranlığını dile getirenlerin yanı sıra, içlerinden kimisi el yazısı, imza, fotoğraf, Türk pulu isterdi. Bu tür başvuruların pek çoğu yanıtlanmazdı.
Atatürk genellikle denilebilir ki reklamını ve propagandasını yaptırmaya yatkın yaradılışta değildi. Böbürlenerek kendin göstermeye, pohpohlanmaya pek düşkün olan birkaç çağdaşına bu arada Hitler’e hiç benzemiyordu. Utangaçlığın Atatürk’ün mizacındaki belli başlı üç özellikten biri olarak doktorlarca saptandığını son Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak anılarında belirtmiştir.
Cevapsız bırakılmayan mektuplarından birini anımsıyorum. Bir Amerikalıdan geliyor ve Gazi’ye en sevdiği çiçeğin hangisi olduğunu soruyordu. Mustafa Kemal Umumi Kâtip Rüşen Eşref Unaydın’a mektubun nasıl olduysa yanıtlanmasını söylemişti. Yazdığımız karşılıkta Gazi’nin en çok “Keskin kokulu karanfili” sevdiği umumi kâtibin ağzından meraklı zata bildirildi.
1935 Şubatında Anadolu Ajansı Atatürk’ün Ege vapuru ile İstanbul’dan İzmir’e hareket edeceğini haber verdi. Zafer ve Adatepe muhripleri Ege’ye eşlik ediyorlardı. Ancak İzmir’e uğramaksızın Atatürk Zafer torpidosuna geçerek Antalya’ya uzandığı gezinin amacı sonradan anlaşılacaktı.
Mussolini’nin aklına estikçe dünyaya meydan okurcasına çalımlı söylevleri ile körüklediği hava içinde Atatürk o tarihte İtalya ülkesinin bir parçası olan 12 adalar arasından yol alarak bölgenin stratejik durumunu incelemişti bu gezide.
Ege gemisindeki ilk akşam yemeğinde Atatürk’ün başta kardeşi Makbule ve senli belli konuştuğu tek kişi olan çocukluk ve mahalle arkadaşı Nuri Conker olmak üzere 15 kadar konuğu vardı. Onların yanı sıra mahiyetini oluşturan bizlerin de kendi sofrasında oturmamızı emretmişti. Böylece yaklaşık 30 kişinin oturduğu masada bir ara Atatürk Gemi süvarisi Sait Kaptana dönerek “Hükümet yasak etti ama biz kaptan beyden izin alır biraz plak dinleriz” dedi.
Alaturka parçalar dinlendi. Sonra hep bir ağızdan, Vardar Ovası, Karadeniz Karadeniz gelen düşman değil biziz gibi Rumeli şarkıları ve marşlar söylendi.
Plak dinlemek için Atatürk kaptandan niçin izin istemişti. Şundan ötürü. İçişleri Bakanlığının buyruğuna uyularak bir süredir radyoda piyasa musikisi de denilen alaturka musiki yayını yapılmıyordu. Bu yasağın üç buçuk ay önce, Atatürk’ün 1 Kasım 1934 deki TBMM’nin açış konuşması ile bir bağlantısı vardı.
1 Kasım söylevinin Milli Eğitime ve güzel sanatlara değindiği bölümünde Atatürk şöyle diyordu. “Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi kavrayabilmesidir. Bugün dinlenmekte olan musiki yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal ince duyguları, düşünceleri, yüksek duyguları anlatan yüksek deyişleri, söylevleri toplamak onları bir gün önce genel musiki kurallarına göre işlemek gerektir. Ancak bu sayede Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir. Kültür İşleri Bakanlığının buna değerince önem vermesini kamunun da bunda ona yardımcı olmasını dilerim.”
Bu konusmayı dinleyen, konuşmanın içeriğini anlayamayan kraldan çok kralcılar alaturka musikiyi yasakladılar. Yasak kısa sürdü.
3 Mart 1935, Atatürk Çankaya köşkünün üst kattaki kitaplığındaki limon sarısı uzun bir masada oturmuş çalışıyor. Özel kalem müdürü Süreyya Anderiman karşısında. Katip arkadaşlardan Memduh Atasev ile ben de müdürün yanındayız, bizden istenilen bir çizelgeyi düzenlemekteyiz.
Atatürk’ün önünde Dil Kurumunca hazırlanıp bastırılmış Tarama Dergisi, Fransızca Kücük Larousse sözlüğü var. Therapautique, climatologi aviceptologie gibi bilim terimlerinin Türkçe karşılıklarını bulmaya çalışıyor.
Üst üste dört gün kadar bu incelemelere katıldık. Zaman zaman Şükrü Kaya ve Falih Rıfkı Atay da çalışmalara katılırdı. Bir ara Atatürk üstünde uğraştığı terimin Türkçesini bulmakta zorlanınca “Bulacağım, onu da bulacağım” dedi.
Ardından havaya biraz mizah katmak için şu öyküyü anlattı. Bir Bulgar milletvekili seçim çevresine propagandaya çıkıp köprü kurduracağını söyleyince ahali “Nehrimiz yok ki köprüyü ne yapalım biz” demesi üzerine “öyle ise size nehir de getireceğim” vaadinde bulunduğunu anlattı.
Atatürk bilim, geometri gibi pek çok terimi kendi gayreti ile sabahlara kadar çalışması ile bulmuştur. Açı, dikdörtgen, kare gibi bugün kullanılan pek çok kelimeyi Atatürk bizzat bulmuştur.
14 Eylül 1936. Julien Bryan, belgesel film alanında kendine özgü bir çığır açmış sayılabilecek Amerikalı bir yapımcı idi. Kalkınmamız ve Atatürk üzerine bir film çekmek için izin alıp Türkiye’ye gelmişti. Bizde yapmayı düşündüğünün benzerlerini daha önce Japonya, Rusya ve İtalya’da yapmıştı.
Florya’da deniz köşküne giden yola yakın kumsalda Bryan Atatürk’ü denize girerken, denizden çıkıp kurulanırken, kumda dinlenirken, cumhurbaşkanlığı personelinin kullandığı yemek salonunda yanında dişçi Sami Günzberg ile otururken, küçük Ülkü ile yakından ilgilenirken filme aldı.
Öğleden sonra Atatürk Dolmabahçe sarayında dil kurumunun toplantısına gidecekti. Dolmabahçe’ye gitmek üzere Atatürk otomobile binmek üzere deniz köşkünden asfalt yola doğru yürürken de filme alınacaktı. Bryan makinesini hazırlamış bekliyordu. Cumhurbaşkanının deniz köşkünden çıktığını görenhalk koşuştu. Çocuklar, kızlar hemen oracıkta bakımlı tarhlardan kopardıkları çiçekleri sunmak için Atatürk’e koşuştular. Bryan’in sevincine diyecek yoktu. Tam o sırada güvenlik ve koruma kuvvetlerinden görevliler bu hareketleri önlercesine ileri atıldılar. Böyle davranmakla onların da belki kendi açılarından gerekçeleri vardı. Atatürk’ün bütün neşesi kaçtı, görevlilere çıkıştığı duyuldu. “Reziline bir sahne yaptınız.” O güne kadar haberli habersiz bunca fotoğrafı ve filmi çekilmiş olan Atatürk belki ilk kez kendi rızası ile rol aldığı tek belgesele falso karışmasını istememişti.
30 Mart 1938’de Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinden bir bildiri yayınlandı. Bunda Atatürk’ün kışın geçirdiği gribin azdığı, ancak önemsenecek bir durumun olmadığı, Fransa’dan getirtilen Prof. Dr. Fissenger’in bu durumu saptadığı, kendisine 1.5 ay kadar dinlenme tavsiye ettiği kamuoyuna duyuruldu. Ne var ki iç hastalıklarını ilgilendiren hastalığı konusunda karaciğer uzmanı olan hekim rapor veriyordu.
30 Mart’tan sonra 17 Ekim’e dek geçen 6.5 ay içinde Atatürk’ün rahatsızlığı konusunda halkı aydınlatacak resmi bir bilgi verilmedi. Anadolu Ajansı değişik zamanlarda Atatürk’ün ne yaptığı, nerelere gittiği, kimleri kabul ettiği türünden haberler vermekle yetiniyordu. Hastalığı hakkında yalnızca söylentiler dolaşmakta, sessizlik hüküm sürmekte idi.
Bu suskunluğu Tan gazetesindeki 7 Ağustos tarihli başyazısı ile Ahmet Emin Yalman bozunca gazete 3 ay süre ile hükümetçe kapatıldı. Sonra yine sessizlik sürüp gitti.
Atatürk’ün geçirmekte olduğu karaciğer rahatsızlığından ilk kez 17 Ekim’de yayınlanan bir bildiride söz edildi. Yani vefatına 24 gün kala. 17 Ekim bildirisinden sonra ilgi çevresi birden genişledi. Ülkeler arası telefon görüşmeleri 43 yıl önce bugünkü gibi yaygın, düzgün ve kolay değildi. Ama Londra’daki bir gazetenin sorumlusu ne yapıp yapıp Dolmabahçe sarayını telefonla bulabilmiş Atatürk’ten haber almak istiyordu. Polonya’dan çekilen bir telgrafta “Çığ havuç yedirin'” öğütlemesi yer alıyordu.
Bir gün Saray kapısına, yaşlısı Fransızca konuşan bir çift hanımın geldiğini haber verdiler. 1917 devrimi sonucu yurtlarından göç eden Beyaz Rus imişler. Kız, güzel Türkçesi ile bu başvurudan annesini vazgeçirmek istediğini, ama söz geçiremediğini söyledi. Yaşlı hanım hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. El çantasından çıkardığı ufak bir kadife çıkını uzattı. “Bu bana atalarımdan kaldı. Kutsal bir emanet. Ne olur Atatürk’ün rahatsızlık duyduğu yerin üstüne koyun, görürsünüz bir şeyciği kalmayacak” dedi.
Küçük çıkını Genel Sekreter Hasar Rıza Soyak’a götürdüm. Açtı, içinden mini mini bir tahta haç çıktı.
1938 Yılının olayı bizim için de Dünya içinde Atatürk’ün ölümü idi.
Yeni Cumhurbaşkanı İnönü’ye dünyanın dört bir yanından üzüntülerini bildiren telgraflar geliyordu. Amman’dan gönderilen bir telgraf “Her şeye rağmen ölümü büyük kayıptır” türünden sözler içeriyordu. İmza ilginçti. Ethem.
Bağımsızlık savaşında Türk ordusunun disiplini ve komuta zinciri içinde görev yapmayı kendine yediremeyen, kanun dışına taşmaya kalkışan, sonunda üstüne ordunun yürümesi üzerine adamları ile birlikte Yunan Ordusuna katılan asi Çerkez Ethem.
Evet, o bile acı duymuştu.
Yıllar önce bir gün Ankara istasyonundaki şimdi müze olan Atatürk’ün konutuna gelerek Mustafa Kemal’i öldürmeye kalktığını unutmuş insanca tepki gösteriyordu. Üstelik bu tepkisini bir vakitler Mustafa Kemal üzerinde Garp Cephesi Komutanlığından alınması için baskı yapmaya yeltendiği İsmet Paşa’ya iletiyordu.
Ethem’in 1921’de düşman saflarına geçişinden epey önce yaptığı ziyaret sırasında kendisine kıyacağını sezmişti Mustafa Kemal. Soğukkanlılığını elden bırakmamakla Ethem’in aklına koyduğu haince girişimi boşa çıkarmıştı.
Can düşmanlarına da eninde sonunda kendini ister istemez kabul ettirip beğendirebilmiş kaç devlet adamı vardır dünyada.
Kaynak: Atatürk’ten Duymadığınız Anılar – Nazmi Kal
Kitabı isteme adresi: Cinnah Cad. Vali Dr. Reşit Sokak, No:16/3, 03124387475 Çankaya/Ankara – Ziraat Gurup Matbaacılık A.Ş – Ankara