Kıvılcımdan Meşaleye Türk Üniversite Reformu

‘’Batı pisliğinin elini değdirmediği, yepyeni ve harika bir ülke keşfetmiştim.’’

Prof. Philipp Schwartz

Kıvılcımdan meşaleye doğru yürüyen tüm bedenlere…

1912 yılında başlayan Balkan Harbi´nden 1922´nin 9 Eylül´üne kadar aralıksız süren savaşlar halkı yıpratmış, ekonomi denen bir şey kalmamıştı. 10 yıllık savaş sürecinde:

  • 1912-1913: I. ve II. Balkan Savaşları
  • 1914: I. Dünya Savaşı

A) 30 Ocak 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması´na kadar cepheler:

  • Çanakkale Cephesi
  • Kafkas Cephesi
  • Galiçya-Romanya-Makedonya Yardım Cepheleri
  • Hicaz-Yemen Cephesi
  • Kanal Cephesi
  • Suriye-Filistin Cephesi
  • Irak Cephesi
  • 6-10 Ocak 1921: I. İnönü Savaşı
  • 23 Mart-2 Nisan 1921: II. İnönü Savaşı
  • 10-24 Temmuz 1921: Kütahya-Eskişehir Savaşları
  • 23 Ağustos-13 Eylül 1921: Sakarya Meydan Savaşı
  • 26 Ağustos-18 Eylül 1922: Büyük Taarruz

B) Kurtuluş Savaşı´nda Kazım Karabekir önderliğinde kapanan Doğu Cephesi´nin ardından düzenli ordu kurulana kadar birçok bölgede Kuvayi Milliye birlikleri yer almıştır. Düzenliye orduya geçişe kadar gerilla birlikleriyle işgal kuvvetleriyle mücadele devam etmiştir.

10 yılın sonunda Mustafa Kemal önderliğinde Türk milleti bağımsızlığına kavuştu. Mustafa Kemal şöyle der:

‘’Uçurumun kenarında yıkık bir ülke. Her çeşit düşmanla kanlı boğuşmalar. Yıllarca süren savaş. Ondan sonra içerde ve dışarda saygı ile tanınan yeni bir vatan, yeni toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için sürekli devrimler…’’

Paşa bu sözleri 1935 yılında CHP´nin 4. kurultayında söylemiştir.

Atatürk´ün eğitim alanındaki yenilikleri 3 Mart 1924´te kabul edilen Öğretimin Birleştirilmesi Kanunu ile başlamıştır. Ardı arkası kesilmeyen yeniliklerde sıra ‘’üniversiteye’’ gelmişti. Türkiye´de o dönem sadece bir üniversite bulunmaktaydı. İstanbul´da bulunan Darülfünun haricinde hiçbir yerde yükseköğretim veren bir kurum yoktu. Ve birkaç yıl sonra Wiedmann şöyle diyecekti:

‘’İstanbul Üniversitesi kısa zamanda en büyük ve en iyi Alman üniversitesi haline geldi.’’

1925 yılında Ankara Hukuk Fakültesi kuruldu ama üniversite hakkında kapsayıcı hareketlenme 1932 yılında İsviçreli Pedagog Albert Malche´nin İstanbul Üniversitesi Hakkında Rapor hazırlaması ve bunu Türk hükümetine sunmasıyla başladı. Malche´ye 1931 yılında teklif sunuldu kendisi 1932 yılında Türkiye´ye gelip raporu hazırladı. Malche özellikle aşağıdaki eleştirel gözlemleri ortaya koymaktadır: (1)

  • Her şeyden önce Türkçe bilimsel yayınlar eksiktir.
  • Profesörlere düşük ücret ödenmesi, onları yan görevler almaya mecbur bırakmaktadır.
  • Üniversitenin otonomisi, Darülfünun´u toplumdan ve hükümetten yalıtma eğilimindedir.
  • Bakanlıkla sıkı bir işbirliği gerekmektedir.
  • Ders metodu, hiçbir şey vaat etmeyecek şekilde eskimiştir.

Malche´nin dışında ders metodu hakkında İsviçreli gazeteci Annemarie Schwarzenbach (3.12.1933 / ‘’İstanbul Üniversitesi´nin Yeniden Organizasyonu,’’ Neue Züricher Zeitung) şöyle demektedir: (1.1)

‘’Hemen her şey eksikti (eski üniversite hakkında) ve bizde ortaçağda uygulanan eğitim sistemi sürdürülüyordu. Öğrenci pasif bir dinleyici, profesör ders notlarını yüksek sesle okuyan bir kişi; öğrenciyi bilimsel bir çalışmaya yöneltecek hiçbir şey yok.’’

  • Türk öğrencilerin yabancı dil bilgisi yetersizdir. Galatasaray Lisesi´nden, Alman ve İngiliz okullarından mezun olanlar azınlıkta bulunmaktadır.
  • Geleceğin Türk profesörlerinin İstanbul Üniversitesi´nde yetişmesi henüz mümkün değildir. Bu yöndeki eğitim mutlaka yurtdışında yapılmalıdır.
  • Çeşitli dersler hiçbir fayda sağlamayacak şekilde paralel olarak yürütülmektedir; örneğin, Hukuk Fakültesi´ndeki, Mülkiye ve Yüksek Ticaret Okulu´ndaki dersler gibi.

Ne yapılmalıydı? Durmadan ilerlemek istiyordu Türkiye. 30 Ocak 1933´te bir şey oldu. Adolf Hitler Almanya´nın iktidarı oldu. Philipp Schwartz anılarında şöyle bahsediyor:

‘’23 Mart 1933´te, pazartesi öğleden önce, Frankfurt Devlet Hastanesi´nin Bahçesi´nde, meslektaşım A. W. Fischer´e rastladım. Fischer akademisyen grubumuzda, liderlik vasıflarına sahip bir arkadaşımızdı. Endişeli bir ifadeyle niye hâlâ orada olduğumu sordu. Aynı gün ortadan kaybolmalıydım, yoksa tutuklanabilirdim. Hatta çok geç bile kalmış olabilirdim. Büyük bir olasılıkla tıp fakültesindeki tüm gelişmeleri ve eğilimleri bilen Fischer sayesinde, aynı gün beni bizim grubun dönem başkanı Rheindorff aradı ve acilen gitmemi tavsiye etti.’’

Almanya tarihinin en büyük beyin göçlerinden birini vermeye başladı. Sadece beyin göçü denilemez, Musevi olan herkes için geçerliydi ülkeden gitmek. İyi de bu insanlar nereye gidebilirdi? İngiltere mi? İtalya mı? Fransa mı? Avrupa´nın bir başka ülkesine nasıl kaçmalıydı? O dönemde bir şey daha oldu. Türkiye ‘’bilim insanı’’ aramaya başladı. Üniversitelerde kürsülerin başına gelmeleri için. Tabi bu sırada ‘’Yurtdışındaki Alman Bilim Adamları Yardım Cemiyeti’’ kuruldu. Bu cemiyetin amacı Almanya´dan kaçan bilim insanlarını dünyanın farklı ülkelerinde, farklı üniversitelere gönderebilmekti. Yardımlaşma cemiyetinin başarılarından biri Türkiye ile olan etkileşimi oldu. Schwartz Türkiye´ye gelip üniversiteler için profesör önerecekti, geldi. Kerim Erim onu karşılayan kişiydi. Doğruca İstanbul´dan Ankara´ya geçildi. Schwartz şöyle anlatır: (2)

‘’Dr. Reşit Galip beni sevgiyle karşılayıp hemen oturumu açtı. Onun sol yanına Prof. Malche oturdu, ben de onu takip ettim; sağ tarafındaysa Salih Zeki ve Rüştü Beyler oturdu. Uzun masa, reform komisyon üyeleri ve bakanlık görevlileriyle çepçevre sarılmıştı ve her sözü hızlı hızlı not ediyorlardı. Konuşmalar Fransızca yapılıyordu. ‘Bize … için bir profesör önerir misiniz?’ (…) Bu sorular bütün bir öğleden sonra otuz kez soruldu ve artan bir gerilimle bunları cevaplandırdım. Ben ve bütün oradakiler zamanı unutmuştuk. Biliyordum ki, bu saatlerin Almanya´dan rezilce ve alçakça kovulmuş kişiler için yaradılış kadar anlamı vardı. Batının pisliğinin bulaşmadığı harika bir ülke keşfediyordum! (…) Saat 9 olmuştu. 7 unutulmaz saat boyunca çalışmıştık. Dışarısı henüz aydınlıktı. Vedalaştık. Zürih´e telgraf çektim; ‘’3 değil 30!’’

Schwartz gelirken birkaç isim söyleyeceğini zannediyordu belki de onlardan bile şüpheliydi ama Türkiye´nin bu tutumu ilk anlaşmada 30 bilim insanını Türkiye´ye getirecekti. Bunun heyecanını dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip´in Schwartz´a olan sözlerinde hissedebiliriz: (3)

‘’Bugün alışılmışın da dışında, örneği gösterilmeyecek bir iş yapabildiğimiz bir gün oldu. 500 yıl kadar önce İstanbul´u kuşattığımız zaman Bizanslı bilginler İtalya´ya göç etmiş ve buna engel olamamıştık. Bu bilginlerin büyük çoğunluğu İtalya´ya gitti. Sonuç olarak Rönesans gerçekleşti. Bugün Avrupa´dan bunun karşılığını alıyoruz. Ulusumuzun yenileştirilmesini umut ediyoruz. Bilim ve yöntemlerinizi getirin, gençlerimize bilginin yollarını gösterin. Size saygılarımı ve teşekkürlerimi sunarım.’’

Gerekli anlaşmalar ve hazırlıklar tamamlandıktan sonra Türkiye´ye doğru bir göç yaşandı. Elbette sadece Türkiye´ye yapılmıyordu bu göçler. Dünyanın farklı coğrafyalarına gidenler de vardı.

1933´te yeni İstanbul Üniversite´nin öğretim görevlileri şöyleydi: (4)

  • Ordinaryüsler: 27 Türk / 38 Yabancı
  • Profesörler: 18 Türk / 4 Yabancı
  • Doçentler: 93 Türk / –

Birinci ders yılı olan 1933/34´te öğrenci sayısı 3417´ydi. 1943´e kadar bu sayı 10178´e ulaşarak üç katına çıktı, bunun yaklaşık %50´si kız öğrencilerden oluşuyordu.

Sayın okurlar, bu bilim insanlarının gelmesi elbette kolay olmadı Türk hükümetinin ısrarlı tavırları onları Türkiye´ye getirdi. Bu ısrardan kastım kimisi Alman hükümeti tarafınca tutuklanmıştı ve Almanya ile anlaşmadan gelemeyeneler de oluyordu. Öyle bir ortamda elbette psikolojik bir savaş da veriyorsunuz. Bu sizi alt üst ediyor. Yeni bir ülkede hayat başlıyor. Hayat standartlarınız değişiyor. Ve bu şartlara dayanamayıp intihar eden de oluyor, ömrünü doldurarak Türkiye´de vefat edenlerde ve yine genelde savaş bittikten sonra Alman bilim adamları Türkiye´den ayrıldı. Kimisi Türkiye için ikinci vatanım dedi. Genelleme yapacak olursak 1933-1950 arası Almanya-Türkiye-ABD üçgeninde geçen bir hayatları oldu. Türkiye´ye birçok katkıları oldu. Bilimsel makaleler yayımladılar, kendi kariyerlerini ilerletmeye devam ederken Türk gençlerinin de ilerlemesinde rol oynadılar. Pozitif bilimlerden sosyal bilimlere değin birçok alanda sayısız insan geldi. Siyasal Bilgiler de Ernst Retuer nasıl ki unutulmaz bir isimse Ankara Devlet Konservatuvarı için de Carl Ebert ve Paul Hindemith öyleydi. İstanbul Üniversitesi ile başlayan çalışmaları Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü, Yüksek Mühendis Mektebi ( İstanbul Teknik Üniversitesi), Ankara Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi (Daha sonra Ankara Üniversitesi´ne bağlanacaktır fakat üniversitenin tamamlanması 1946´yı bulmaktadır.), Ankara Siyasal Bilgiler Yüksekokulu (İleride yine Ankara Üniversitesi´ne bağlanacaktır.), Ankara Devlet Konservatuvarı ile devam etmiştir.

Örneklendirecek olursak Albert Eckstein 1935 yılına kadar Düsseldorf Tıp Akademisi´nde görevliydi. Türkiye´ye bir rüzgâr atıverdi onu da diğerleri gibi. Kendisi Anadolu´da geziler yaptı. Onun döneminde çocuk ölümleri %33´ten %12´ye kadar düştü.

Fritz Neumark ise 20 yıl iktisat ve finans ilimleri profesörü olarak İstanbul´da kalmıştır. 1933 yılında gelmiştir Türkiye´ye ve hemen iki sene sonra derslerini Türkçe vermeye başlamıştır. Burada her biri hakkında açıklamalı bilgiler vermek isterdim fakat şöyle bir sayısal derleme yapabiliriz.

1933-1945 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi´ndeki mülteciler:

Ordinaryüsler: 16

Profesörler, doçentler: 3

Asistanlar: 20

Bilimsel yardımcı elemanlar ve diğer birlikte çalışanlar: 8

Toplam: 47

1933-1945 yılları arasında Fen Fakültesi Enstitüleri mülteciler:

  • Ordinaryüsler: 13
  • Asistanlar: 8

Toplam: 21

1933-1945 yılları arasında Edebiyat Fakültesi´ndeki mültecier:

  • Ordinaryüsler: 5
  • Profesörler: 3
  • Doçentler: 1
  • Okutmanlar ve asistanlar, öğretim görevlileri: 11

Toplam: 20

1933-1945 yılları arasında Hukuk ve İktisat Fakültelerindeki mülteciler:

  • Ordinaryüsler: 10

ÖZETLE GENEL SAYISAL GÖSTERGE:

İstanbul Üniversitesi´nde 1933-1945 yılları arasında mülteciler:

1-Tıp Fakültesi:

  • Mülteci Profesör ve Doçentler: 19
  • Doçentliğini yapmamış Asistanlar: 20
  • Bilimsel yardımcı personel: 7

2-Fen Fakültesi:

  • Mülteci Profesör ve Doçentler: 17
  • Doçentliğini yapmamış Asistanlar: 4
  • Bilimsel yardımcı personel: –

3-Edebiyat Fakültesi:

  • Mülteci Profesör ve Doçentler: 10
  • Doçentliğini yapmamış Asistanlar: 11
  • Bilimsel yardımcı personel: –

4-Hukuk ve İktisat Fakülteleri:

  • Mülteci Profesör ve Doçentler: 10
  • Doçentliğini yapmamış Asistanlar: –
  • Bilimsel yardımcı personel: –

Ankara´daki akademik kuruluşlarda 1933-1945 yılları arasında çalışan Alman ve Avusturyalı mülteciler:

Ankara Devlet Konservatuvarı:

  • Mülteci Almanlar: 12
  • Mülteci Avusturyalılar: 9

Ankara Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi:

  • Mülteci Almanlar: 5
  • Mülteci Avusturyalılar: 1

Tıp mensupları:

Numune Hastanesi:

  • Mülteci Almanlar: 6
  • Mülteci Avusturyalılar: –

Hıfzıssıhha Enstitüsü:

  • Mülteci Almanlar: 1
  • Mülteci Avusturyalılar: 1

Yüksek Ziraat Enstitüsü:

  • Mülteci Almanlar: 3
  • Mülteci Avusturyalılar: 1

Siyasal Bilgiler Okulu:

  • Mülteci Almanlar: 1
  • Mülteci Avusturyalılar: 1

Türkiye´de vefat bilim insanlarına baktığımıza sayısal derlemede:

  • İstanbul´da vefat edenler: 10
  • Ankara´da vefat edenler: 5
  • Dış ülke gezilerinde: 3

1967 yılında Berlin televizyonunda yayınlanan ‘’Um uns die Fremde. Die Vertreibung des Geistes 1933-1945’’ ( Etrafımızdaki Yabancılar: Düşüncenin Sürülüşü: 1933-1945) adlı beş bölümlük bir dizi yayınlandı. 30.4.1967 tarihinde yayınlanan bölümünde Türkiye´deki iltica üzerine de belgeler gösterildi.

Bu verileri tek tek incelemek ve her bilim insanı hakkında detaylı araştırma yapmak gerekmektedir. Yazımda Türkiye´ye gelen bilim insanlarının isimleri ve kısa özgeçmişleri hakkında değerlendirmeler yaparak gitmemeyi tercih ettim. Bunun sebebi yazımızın amacı Atatürk´ün eğitim alanındaki kalkınma için uğraşlarını göstermek içindi. Elde hiçbir parasal değer yokken, ekonomi ancak toplanmaya başlamış ve hâlâ Anadolu yoksul iken böyle bir reforma girip başarı sağlamak hem cesaret hem de büyük bir liderlik örneğidir. Almanya pek rahat bırakmasa da Türkiye aldığı bilim insanlarına sahip çıkmış ve onların güvenliğini sağlamıştır. Malche raporunda teknik kusurlardan söz etmekte ve ders kitaplarının yetersizliğinden, binaların eskiliğinden kısacası bir yokluktan bahsetmektedir. Bu ‘’Beyaz Zambaklar Ülkesi’’ kitabıyla özdeştirilir niteliktedir. Eğitim körelmiş, okuma yazmanın yanında kalkınmak için nitelikli insana ihtiyaç duyulmaktadır. Devlet belirli bir seviyeye kadar getirdiği başarılı öğrencileri elden gelir burs imkânları ile yurt dışına göndererek eğitimini tamamlatmakta ve geriye çağırıp Türk Devrimi´nde rol oynamalarını istemektedir. Atatürk´ün sözü bu yüzden çok mühimdir. Prof. Sadi Irmak´ın anılarında şöyle geçmektedir olay: (5)

Sonra gel zaman, git zaman 1923 de, benim İstanbul Üniversitesi’nde talebe bulunduğum sırada bir ilân görüyoruz: “Avrupa’ya talebe gönderilecektir”. Allah! Allah! Daha Lozan yapılmış ama tasdik olmamış… Memleket her köşesinden, bucağından kanıyor… Harabe içinde… Yunan tahrip etmiş… Birinci Cihan Harbi’nin tahribatı devam ediyor… Tam bu sırada lüks gibi gelmesi düşünülebilen bir şey, Avrupa’ya talebe… Gidelim bari kaderimizi deneyelim… İşte Necip Fazıl, Burhan Ümitlerle beraber, o yüz elli kişi arasından on bir kişi seçilmişiz… Nereye gideceğimizi bize sordukları zaman, dedik ki: “Hükümet nereyi isterse!” Bilhassa Atatürk acaba bir şey ister mi? Benim, naçizane adımın kenarına, “Berlin Üniversitesi’ne gitsin” diye yazmış. Artık başka yer hatıra gelebilir mi? Yola çıkacağım. O zaman uçak filan yok… Trene binmek üzere Sirkeci’ye gittim. Bir müvezzi benim adımı Mahmut Sadi’yi filân arıyor… Bir telgraf… Atatürk’ten bir telgraf: “Sizi birer kıvılcım olarak gönderiyorum; alevler olarak geri dönmelisiniz!”. Şimdi gel de haylazlık et, bakalım!

Sonuç siz değerli okurların inisiyatifine kalmıştır. Mustafa Kemal´in arzu ettiği Türkiye için ne kadar uğraştığının farklı bir gözden izlenimidir. Almanya´daki buhran Türkiye´ye bir ilaç olmuştur.

Ayberk KIZILKAYA
14.IV.2018


KAYNAKÇA:

Prof. Dr. Horst Widmann, Atatürk ve Üniversite Reformu, s.75-76 (1), 337-338 (1.1), 91-92 (3), 107-108 (4) ve üniversitelerin sayısal değerlendirmeleri.
Philipp Schwartz, Kader Birliği (2)
5. http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-01/ataturku-anarken