Kimdir bu? ‘Mustafa Kemâl Paşa’

Saygın Okurlarım!

Gene kıymetli zamanınızı alacağım ama Türk tarihinin kırılma noktalarını hepimizin çok iyi bilmesi lâzım.

Şöyle ki dün, Vahdettin tercihini Mustafa Kemâl’den yana koysaydı, hem Kurtuluş savaşı daha kısa zamanda hemde daha az kan dökülerek kazanılırdı.

Bu günde Cumhurbaşkanı Erdoğan tavrını Atatürk’ün bizlere miras olarak bıraktıklarından yana koysaydı, siyaset bu denli yozlaşmaz, “Medeniyet yolunda koşar adımlarla ilerlerdik”

Şimdi siz Saygın Okurlarımı, Yıldız Sarayının Beşiktaş’a bakan cephesindeki Hünkâr salonuna davet ediyorum.

(İkinci defa yayınlıyorum)

Denize bakan pencerelerden birisinin önünde karşılıklı iki koltuk ve bu koltuklar arasında sedef kakmalı “Vahdettin” armalı gül ağacından yapılmış küçük bir sehpa vardır.

Tarih 15 Mayıs 1919. Yani Mustafa Kemâl’in Samsun’a hareket etmeden bir gün öncesi.

Şimdi, sözü Mustafa Kemâl Paşa’ya bırakalım:

Yıldız Sarayı”nın ufak bir salonunda Vahdettin ile adeta diz dize denecek kadar yakın oturuyorduk. Sağında, dirseğini dayamış olduğu bir masa ve üstünde bir kitap var. Salonun Boğaziçi’ne doğru açılan penceresinden gördüğümüz manzara şu:
Birbirine paralel hatlar üzerinde düşman zırhlıları!

Bordalarındaki toplar sanki Yıldız Sarayı’na doğrulmuş! Manzarayı görmek için oturduğumuz yerlerden başlarımızı sağa sola çevirmek yeterli idi.

Vahdettin hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı:

– Paşa Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir, (elini demin bahsettiğim kitabın üstüne bastı ve ilâve etti) tarihe geçmiştir.

O zaman bunun bir tarih kitabı olduğunu anladım. Dikkatle ve sessiz bir şekilde dinliyordum:

– Bunları unutun! dedi.

– Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir.

Paşa devleti kurtarabilirsin!

Bu son sözden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle samimi mi konuşuyor? O Vahdettin ki, yabancı hükumetlerin yüzüncü derece aletleriyle (çalışanları ile) temas arayarak devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu.

Bütün yaptıklarından pişman mı idi?

Aldatıldığını mı anlamıştı?

Fakat böyle bir tahmin ile başka bahislere girmeyi tehlikeli gördüm. Kendisine basit cevaplar verdim:

– Hakkımdaki teveccüh ve itimada (sevgi ve güven) teşekkür ederim. Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime güvenebilirsiniz.

Derken, kafamdaki muammayı da (bilmeceyi de) halletmeye uğraşıyordum. Çok iyi anladığım, veliahtlığında, padişahlığında bütün his ve fikirlerini, temayüllerini (eğilimlerini), sahtekârlıklarını tanıdığım adamdan nasıl yüksek ve asil bir hareket bekleyebilirdim?

– Memleketi kurtarmak lâzımdır, istersem bunu yapabilirmişim.

Kısaca hemen hükmümü verdim.

Vahdettin demek istiyordu ki:

– Hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek dayanağımız İstanbul’a hâkim olanların siyasetine uymaktır.

Benim memuriyetim, onların şikâyet ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilirsem, memleketi ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna inandırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri yatıştırırsam, Vahdettin’in arzularını yerine getirmiş olacaktım.

– Merak buyurmayınız efendim.” dedim.

– Demek istediklerinizi anladım. Emriniz olursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an unutmayacağım.

– Muvaffak ol!” hitab-ı şahânesine mazhar olduktan sonra, huzurundan çıktım.

Mustafa Kemâl Paşa, Padişahın huzurundan çıktıktan sonra şöyle der:

“Hacı zannettiğimiz adamın , koltuğunun altında “Putu çıktı” Artım başka bir şey aramak, ama vakitsiz kimseyi de ürkütmemek lâzımdır.” (1)

(1)Şevket Süreyya Aydemir. Tek Adam. Remzi Kitapevi. İstanbul. Cilt. Sayfa 313

Naci Paşa, Padişah’ın yaveri, fakat benim de hocamdı; derhal benimle buluştu. Elinde, ufak kutu içinde bir şey tutuyordu.

– Zat-ı Şahânenin (Padişah Efendi’mizin) ufak bir hatırası…. dedi.

Kapağının üzerine Vahdettin’in isminin baş harfleri işlenmiş bir saatti.

– Peki, teşekkür ederim.” dedim. Yaverim aldı. Yaverim bu arada Vahdettin ile konuşmamız sırasın da karşılıklı içtiğimiz, her nedense kahve fincanını da almıştı.(*)

(*) Bu Osmanlı arması ile işlemeli fincan bendedir ve 29 Ekim 2018 de İzmir de açılacak olan

“Minyatür Atatürk Müzesi”nde sergilenecektir.

Sonra sanki Yıldız Sarayı’ndan çıktığımızı ve hareket etmek üzere olduğumuzu gizlemek, saklamak ister gibi bir ihtiyatla, ayaklarımızın patırtısını işittirmekten korkarak saraydan uzaklaştık.

Mustafa Kemâl Paşa, sarayı terk etmeden büyük salonun bir kenarında, bir kısım yabancı general ve Osmanlı Paşalarının bir gurup halinde konuştuklarını ve şöyle dediklerini duyar.

– Efendim, bu Türk erlerinden hayır yoktur. Bunlar hayvan sürüsüdür. Yanlnız kaçmayı bilirler. Allah insanı böyle hissiz bir sürüye kumandan etmesin…….

Mustafa Kemâl hıncını, onların ağzının payını vermekle çıkarır.

– Sizler bu gün halen hayatta iseniz ve bu sarayda elinizi kolunuzu sallayarak dolaşıyorsanız şu anda aşağıladığınız Türk askerinin sayesindedir.Zamanı geldiğinde , ben değil Türk askeri size gereken cevabı verecektir.”der.

O an da sözüm ona paşalardan biri yandakine fısıldar:

– Kimdir bu?

– Mustafa Kemâl Paşa.”(2)

(2) Şevket Süreyya Aydemir. Tek Adam. Remzi Kitapevi. İstanbul. Cilt. Sayfa 315

Gözünüz aydın Vatan hainleri!
Gözünüz aydın Aptallar!

Gün! Sizlerin.

S.Eriş Ülger