Kemalizm ve Gençlik
Atatürk niçin en büyük eseri saydığı Cumhuriyeti gençliğe emanet etti?
Niçin geleceğin siyasal iktidarlarının kişisel çıkarları nedeniyle düşmanla işbirliği yapabileceği olasılığını bile düşündü de, gençlikten bir an için bile kuşkulanmadı?
Genç insan, yeniliklere açık insandır. Köklü değişikliklerden korkmayan insandır. Daha iyi bir yarın umut eden ve bunun için çaba göstermeye hazır olan insandır. Gençliği diğer kuşaklardan ayıran bu temel tutum farkını yaratan etkenlerin başında, bireysel enerji düzeyi gelir. Enerji, değişikliklere uyum yeteneği ve kolaylığı demektir. Yıllar geçtikçe enerjisi azalan kişi, uyum göstermek için yeni çabalar gerektirecek köklü değişikliklerden korkmaya başlar. Üstelik, yeni durumlara uyum göstermek için zamanının da giderek azaldığını hissetmektedir. Yıllar geçtikçe insanlar sadece yaşlanmazlar, genellikle olanakları da artar. Toplumda daha iyi bir konuma gelirler. Ve yıllar boyu süren çabaların ürünlerini yitirme korkusu, yaşlıları tutucu olma yönünde etkiler. Yaşlı insanın, toplumda ulaştığı konumu ve sahip olduğu maddi olanakları yitirmesi durumunda, onları yeniden elde etmek için gereken ne yeterli enerjisi ne de zamanı vardır.
Çağdaş toplumlarda gençlik, genellikle yetki ve sorumlulukların dışına itilmiş bir kesim oluşturur. Gençlik düzenle bir çıkar bağı içine girip, bütünleşmemiştir. Üstelik de, kendisi dışında kimsenin sorumluluğunu yüklenmemiştir. Davranışlarını ayarlarken ya da toplumda bazı köklü değişimlerden yana tutum takınırken, bir anlamda özgürdür. Oysa evlenmek ve çocuk sahibi olmakla somutlaşmaya başlayan sorumluluklar zinciri, ileriki yıllarda adımlarını çok daha dikkatle ve ihtiyatla atmasını gerektirecektir. Gençlik yıllarında etkisi altında kalınan ve benimsenen bazı siyasal görüşler, yıllar geçtikçe ılımlılaşmanın yanı sıra, aynı zamanda -belirli ölçüler içinde- gerçekleşme olanağına da kavuşabilirler. Gerçekleşmeleri oranında bunların değişmemesini istemek ve böylece siyasal yelpazede soldan başlayıp sağa doğru kaymak da doğal bir gelişmedir.
Örneğin, bir ülkede mutlak krallık varken anayasal krallığı savunmak solda olmak anlamına gelir. Oysa anayasal krallık gerçekleştikten sonra da onu savunmayı sürdürenler, yeni solu oluşturan cumhuriyetçiler karşısında sağa kaymış olurlar. Her toplumsal hareket giderek kurumsallaşmaya ve dolayısıyla da uysallaşmaya, tutuculaşmaya yüz tutar. Oysa bu gençlik hareketleri için söz konusu değildir. Çünkü gençlik, sürekli yenilendiği için kurumsallaşamayacak, kalıplaşamayacak bir güçtür. Ve tüm bu özelliklerinden dolayı, gençlik idealisttir. Onun inandığı ülkülerin peşinden koşmasına engel olacak çıkar bağları yoktur. Buna ek olarak da, gelişmiş ülke gençlerinin kişiliklerinde bireysel değerler ağır basarken, geri kalmış ülke gençliği için ulusal değerler öne çıkar.
Kemalizm neyi öngörüyordu?
Toplumu çağa taşımayı kolaylaştıracak en ileri kurumları getirmek ve eskidikçe onları da yenilemek! Bu bir sürekli devrim anlayışıydı. Atatürk en ileri kurumların bile günün birinde eskimiş düzene dönüşmesinin kaçınılmaz olduğunun bilincindeydi. Sürekli devrim sürekli ileriden yana olmak demekti. Bu nedenle de, sürekli devrimcide iki temel nitelik gerekiyordu:
Çıkarlarının hiçbir zaman düzenle bütünleşmemesi ve yeniliklere uyum gücü.
Bu iki nitelik sadece ve sadece gençlikte olduğu içindir ki Atatürk en çok gençliğe güvenmiştir. 30 Ağustos 1924’te Dumlupınar’da şöyle diyordu:
“Gençler, cesaretimizi pekiştiren ve sürdüren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz terbiye ve kültürle insanlık erdeminin, vatan sevgisinin, fikir özgürlüğünün en değerli simgesi olacaksınız … Ey yükselen yeni kuşaklar, gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yüceltecek ve sürdürecek olan sizsiniz.”
Atatürk gençlere güveniyor ve onlara sürekli savaşım öneriyordu:
“Yeni Türkiye devleti tüm Türklük özelliklerini, yani onun dinç, hararlı, erdemli olma özelliklerini kendinde toplamıştır. Gençler biz size geçmişten, geçmişin boş inançlarından, geçmişin kalıntılarından arındırılmış yeni doğuş getirdik. Olayların zorunlu sonucu demek olan bu doğuş sizin değerli katkılarınız ve aydın desteğinizle ortaya çıktı. Bu yeni varlığı büyütüp yüceltmek size yöneltilmiştir. Bu görevde başarılı olacağınıza, gördüğüm kanıtlara bakarak kuvvetle inananlardanım…”
“Sayın gençler, yaşam savaşımdır. O nedenle hayatta sadece iki şey vardır: Yenmek, yenilmek. Size, Türk gençliğine verdiğimiz ve bıraktığımız vicdani armağan, sadece ve hep yenmektir ve inanıyorum ki hep yeneceksiniz. Ulusun saygınlığı ve yükselme koşulları bakımından yapılacak işlerde ve atılacak adımlarda hiç duraksamayınız. Ulusu o yükselişe ulaştırmamızı önleyecek engellere hep birlikte göğüs gereceğiz… Kesinkes o amaca ulaşacağız… Bu ulus sizin gibi evlatlarıyla hak ettiği yüceliğe erişecektir!”
Atatürk’ün Gençliğe Hitabı’nı herkes neredeyse ezbere bilir. Ama oradaki düşünceleri pekiştiren Bursa konuşması, geçmişin anti-Kemalist siyasal iktidarlarınca neredeyse yasaklanmıştır. 1933 Şubat ayı başlarında, Bursa Ulucami’de toplanan yüz kadar gerici, Türkçe ezan karşıtı bir ayaklanma girişiminde bulunur ve bastırılır. Çekirge yolundaki bir köşkte, akşam yemeği sırasında olay Atatürk’e anlatılırken, birisi şöyle diyecek olur:
“Bursa gençliği olayı hemen bastıracaktı, fakat zabıta ve adliyeye olan güveninden ötürü…” Atatürk sözünü keser ve sesini yükseltir:
“Türk genci devrimlerin ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı duydu mu, bu memleketin polisi vardır, adliyesi vardır, demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla, nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır.”
“Polis gelecektir, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, polis henüz devrimin ve Cumhuriyet’in polisi değildir diye düşünecek, fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkum edecektir. Yine düşünecek, demek adliyeyi de düzeltmek lazım, diyecektir.”
“Onu hapse atacaklar. Kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber; bana, İsmet Paşa’ya, Meclis’e telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için serbest bırakılmasını, korunmasını istemeyecek, diyecek ki:
Ben kanaatimin icabını yaptım. Müdahale ve hareketimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren nedenleri düzeltmek de benim vazifemdir… “
Tarihte bu sözleri söyleyebilen başka bir devrimci çıkmış mıdır? Başında bulunduğu devletin bile “zaaf” içinde olabileceğini düşünen, geleceğin siyasal iktidarlarından kuşkulanabilen, ama gençliğe böylesine “sınırsız” bir güven besleyen, böylesine “açık çek” veren, gençliği böylesine “son çare” olarak gören bir devrimci yoktur!
Ve Atatürk, hem gelecek iktidarlar hem de gençlik konusunda yanılmamıştır!
Ahmet Taner Kışlalı