Kemal Paşa’nın, Türk Milletinin Sahip Olmasını İstediği His, Fikir Ve Zanaat Aslında Buydu…

Gazi Paşa’nın aldığı en büyük risk, savaş meydanlarında olmadı. Kitapçıya hiç girmemiş, bir paket sigara fiyatına kitap alıp okumamış, sanata, edebiyata hiç ilgi duymamış hatta kendi kültürünü bile bilmek istememiş bireylerin, yıllarca amfilerde dirsek çürütmüş insanların karşısında gıcır gıcır bir özgüvenle zevzeklik yaptığı bir dönemden şikayetçi olunduğu aşikârdır.

Gazi Paşa’nın aldığı risk, kurduğu demokratik düzeni bu iki uç kesmin ellerine bırakmaya karar vermesi olmuştur. Nitekim demokrasi, bir yönetim biçiminden ziyade mevcut rejimin dişlilerini oluşturan bir sistem olarak sadece bilgiye değil aynı zamanda ahlaka da dayalı bir sistemdir. Fakat toplumlar hem fakirliğe hem cehalete sürükleniyorsa, bireylerin demagogların ellerinde etik ve normlardan yoksun kölelere dönüşmesi ya da başka devletlerin himayesinde veya kültürlerinde eriyip kaybolması neredeyse kaçınılmazdır. Hemen bütün Türk devletlerinin başına gelen, bu çeşit bir kayboluş değil miydi?

Kemal Paşa, bilge olanla cahil olana aynı yasal hakları verdiği gün, ki bu yaradılışça da sahip olunması gereken eşitliğin bir getirisi olarak kabul görür, memleketin geleceğinde iki seçenek belirdi. İlki, gerçek bir kalkınma ve güçlenme; ikincisi ise uzun vadede gerçek bir çöküş. İşte bu çöküşün önüne geçebilmek için millet mektepleri, köy enstitüleri ve fabrikalar açıldı ki bilge olan bilgisizi eğitirken toplum aynı anda zenginleşsin ve böylece adil ve saygılı bir toplum olarak gerçek birer kalkınma süreci başlasın. Bu riski bir insana ancak iki etken aldırabilir: İlki bilgelik; ikincisi ise millet sevgisi. Bundan ötürü insan bilgeleştikçe içinde bulunduğu toplumu, topluma rağmen iyileştirme sorumluluğunu hisseder ki milliyetçilik böyle doğar.

Rönesansı, Fransız ve sanayi devrimlerini başlatan, milliyetçi hislerdi, Bu noktada zor kullanmak zaruriyeti de doğabilir. Bir doktorun hastasına zorla ilaç içirmesi, iğne atması gibi… Buna diktatörlükten ziyade teknokrasi demek daha uygun düşer ve bu süreç, sağlıklı bir demokrasiye dönüşüm sürecidir aslında.

Fakat bir kesim, emek verip yapılan aşının tedaviye iyi geleceğini anlamaya çalışmaktansa, iğnenin acısını doktorun yüzüne vurma kolaylığına kaçtıkça aslında kendisine, toplumuna ve geleceğine kötülük yapmış olmaktadır. İşte böylesi toplumların seçkin birer köle olarak sürüde kalabilmeleri için TVlerde yapay milliyetçilik/dirilişçilik oyunları sahnelenirken, bilgeliğin milliyetçilikle bütünleştiği toplumlar ise, hiçbir canlının yaşamadığı Ay’a çıktığında dahi kendi bayrağını dikmenin keyfini yaşar.

Bir başka milletin dahi iyileşmesini sağlayacak bir ilacı üretmeye heves ve teşebbüs etme ve nihayet ehil olabilme ülküsüdür bilgeliğin ve milliyetçiliğin ruhundan kopan. Kemal Paşa’nın, Türk milletinin sahip olmasını istediği his, fikir ve zanaat aslında buydu…