“Kemal, Kemal Bizi Rahat Bırak, Sonra Vicdanen Mes’ul Olursun”

Mustafa Kemal Paşa anlatıyor:

“Ben I. Dünya Savaşı’nın müttefiklerimiz için iyi netice vereceğine itimat etmiyordum. Fakat emrivakiden sonra bulunduğum cephelerde savaşı muvaffakiyete isal etmeye çalıştım. Diğer cephelerde ise sanki aksine müsabaka vardı. Başkumandan vekili her hareketinde bir ordu mahvederdi. Sarıkamış’ta olduğu gibi. O ve arkadaşları zaten daha evvel Türk milletini ve ordusunu gayrı tabii bir vaziyete sokmuşlardı: Bu gayrı tabii vaziyet ordunun ecnebi bir askeri heyet eline terk ve tevdii edilmesidir. Bu noktaı nazardan Almanları ve Alman askeri heyetini tenkit etmek istemem. Asıl tenkide layık olanlar bittabi bizim Devlet Reisimiz ve bilhassa devlet adamlarımızdır. Türk ordusunun aciz ve kabiliyetsiz olduğu kanaatiyle, o heyeti ayaklarına kadar giderek ve rica ederek memleketimize davet eden onlardır. Bu heyete Türk milletinin kabiliyetsizliğinden ve beceriksizliğinden sarih surette bahsedilmiş, kendilerine adeten gelip bizi adam etmeleri teklif olunmuştur. Böyle bir müracaat üzerine gelen bu heyet, dahil olduğu muhiti ve hakim olanları aciz, hatta haysiyetsiz telakki ederse mazur görülebilir.

Ben, ordunun kayıtsız şartsız, bütün esrarı ile, Alman askeri heyetine tevdi ve teslim edilmesinden çok müteessirdim. Daha karar verilmezden evvel, tesadüfen bu vakaya muttali olduğum vakit, sesimi erişebileceği makamata kadar itirazda bulunmayı vazife addetmiştim.

Yalnız bilmunasebe bu zemin üzerinde müdavelei efkar ettiğim dostlarımdan biri ki, o zaman Erkan-ı Harbiye-i Umumiye’den en yüksek makamlardan birini işgal ediyordu. Bana güya son derece samimi davranarak dedi ki:

– Arkadaş, bizim tecrübemiz senden çoktur; vakıa seni hissiyat ve hayalâta sevk eden (duygusallığa ve hayalciliğe yönelten) şey, memleket ve milletine aşkındır, ama düşünmüyorsun ki, bu memleket ve halk senin hararetli aşkına zannettiğin kadar lâyık mıdır? Bizim bazılarımızda pek büyük adamlar var; Sen henüz onlarla konuşmamış, onların tecrübedide (gün görmüş) nazarlarına nazarlarını tevcih etmemiş ve memleketin her tarafındaki muvaffakiyetlerinin esrarını anlayamamışsın. Eğer bir defa kendileriyle görüşsen, aynı fikirleri kabul etmekte bizden daha ileri gideceğine şüphe yoktur.

Kimlerden bahsedilmek istendiğini pekâlâ anlamıştım; fakat teyit ettirmeye lüzum görmedim. Büyük bir hata içinde bulunduklarını söylemekle iktifa ettim (yetindim). Muhatabım, ki I. Dünya Savaşı’nda vefat etmiştir, o zaman kendini yüksek hayalâtın faili gibi tasavvur etmekten mütevellit bir heyecan içindeydi, diyordu ki:

— Kemal, Kemal bizi rahat bırak, sonra vicdanen mes’ul olursun; biz öyle şeyler yapacağız ki, neticesinden sen de memnun olacaksın, dünya da hayrette kalacaktır.”

Çok güzel konuşan ve namı müstearla. (takma adla). “Tanin’e yazı yazan muhatabıma ehemmiyet. verenler çoktu, ben ise bu çok samimi, çok vatanperverane ve hayalperverane sözlerden teessür duymadım, fakat ne söylersem bütün sözlerimin muhatapsız kalacağına kanaat ederek susmayı ve düşünmeyi tercih ettim. Yalnız bu diyaloğa kısa bir cümle ilave etmekten kendimi alamadım:

– Evet, çok şeyler yapacaksınız; fakat yapacağınız şeyler korkarım ki, memleketi çıkılmaz bir girdaba sokmaktan başka bir şeye yaramayacaktır. Eğer ben benim gibi düşünenler o gün hayatta bulunursak, sizin bugünkü sözlerinizi takdirle yad etmeyeceğiz. Temenni ederim ki, bizi içinden çıkılmaz zorluklar içinde terk etmeyesiniz.

Muhatabım, sözlerimdeki ciddiyeti ve samimiyeti anlamamış görünerek;

– Merak etme kardeşim! dedi.”


Kaynak: Kemal Arıburnu, Atatürk’ten Anılar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1969, sayfa: 324-326