İzmir Suikastı: Son Hesaplaşma
İzmir Suikastı’nın perde arkasında, Mustafa Kemal ile İttihatçı kadro arasındaki son hesaplaşma yatar. Şeyh Sait Ayaklanması ve ardından gelen İzmir Suikastı, birbirlerini izleyen olaylardır. İnkılapların yolu, bu olayların ardından açılmıştır.
17 Haziran 1926 günü ‘Giritli Motorcu Şevki’, İzmir Valisi Kazım (Dirik) Bey’e başvurdu.
Anlattıklarına göre, Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’i, İzmir’i ziyareti sırasında öldürmeyi tasarlayan bir grup, olaydan sonra motorla Yunan adalarına kaçırılmaları için kendisiyle temasa geçmişti. Böyle bir ihbarın valiliği telaşa düşürmesi kaçınılmazdı.
Zira Orta ve Güney Anadolu’da geziye çıkıp halkla temaslarda bulunan Gazi, 14 Haziran’da Bursa’dan Balıkesir yoluyla İzmir’e geçmeye hazırlanıyordu. Vilayete bu yönde haber verilmiş ve gerekli hazırlıkların yapılması istenmişti.
İhbar üzerine Vali Kazım Bey, derhal Balıkesir’de bulunan Cumhurbaşkanı’na, “Şahsı devletlerine karşı tertip edildiği anlaşılan mel’unane bir suikast teşebbüsü ortaya çıkarılmış olduğundan lütfen hareketlerinin tehiri” ricasında bulunan bir mesaj yolladı.
Bu isteğe uyarak Gazi programını değiştirdi. Bu arada hükümet olaydan haberdar edildi.
Doğal olarak, olay ilk anda tamamen gizli tutuldu.
GAZİ İZMİR’DE
İki günlük ertelemeden sonra 16 Haziran’da Gazi İzmir’e geldi. Karşılama törenleri coşkulu oldu.
Bu arada İstiklal Mahkemesi işi üstlenmişti.
Ankara, İstanbul ve İzmir’de toplam 49 kişi tutuklandı.
Aralarında milletvekilleri ve paşaların da bulunması nedeniyle, olayın kamuoyundan saklanması artık mümkün değildi.
18 Haziran’da yayımlanan bir resmi tebliğle olay halka şöyle duyuruldu:
“İzmir’de mel’un bir suikast keşfedilerek, bütün tertipçileri suç delilleriyle tutuklanmıştır. Reisicumhur hazretlerinin seyahatleri esnasında İzmir’de tatbik olunmak üzere bir suikast düzenlendiği keşfedilerek, düzenleyenler silahları ve bombaları ve hazırlıklarıyla Cumhurbaşkanı hazretlerinin İzmir’e varışından bir gün evvel gelmişlerdir.
Tutuklular suikast girişimlerini itiraf etmişlerdir. Mesele İstiklal Mahkemesi’ne aktarılmış ve mahkeme heyeti davayı yerinde izleyip yargılamak üzere İzmir’e hareket etmiştir.”
TUTUKLAMALAR BAŞLIYOR
Giritli Şevki’nin ihbarı üzerine ilk önce eski Lazistan milletvekili Ziya Hurşid, Kemeraltı’ndaki Gaffarzade Oteli’nde gece yarısı baskın yapan polisler tarafından tutuklandı. Diğer bir otelde de suç ortakları Laz İsmail ve Çopur Hilmi ele geçirildi. Gerçekten de yanlarında, eylemde kullanacakları silah ve bombalar bulundu.
Duruşmalar sırasında da böyle bir eyleme hazırlandıklarını açıkça itiraf etmeleri, resmi makamların başlangıçtan itibaren aşırı bir titizlik içinde olmasını haklı çıkartacak bir durumun varlığını kanıtlıyordu.
PERDE ARKASINDA KİMLER VAR?
Sıradan üç kişinin devletin en üst makamındaki bir kişiyi yok etmesinden yarar sağlamaları düşünülemezdi. Üstelik suikastın ardından ülkeden kaçmayı planlıyorlardı. Dolayısıyla bundan yararlanacak olan, işi düzenlettirmiş ülke içindeki bir grubun araştırılması, mantığın gereğiydi.
Bu noktada, ülkede Kemalist devrimlerin en yoğun aşamasında bulunulduğu ve yenilerinin planlandığı bir dönemden geçildiği unutulmamalıydı.
Dolayısıyla ‘yakın bir geçmişin hesaplaşması’ düşüncesinin belirmesinden daha doğal bir şey olamazdı. Yine bu çerçevede, çok özel yetkilere sahip olduğu bilinen İstiklal Mahkemesi’nin olayı ele almasını da yadırgamamak gerekir.
Anımsamak gerekir ki İstiklal Mahkemeleri, olağanüstü yetkilere sahip, doğrudan doğruya Büyük Millet Meclisi adına çalıştığı için hükümetin de üzerinde güç kullanabilen yargı organlarıydı. Bu olanağı kullanarak mahkeme, anayasaya göre dokunulmazlıkları bulunan Meclis’teki muhalefet milletvekillerini de tutuklatmaktan çekinmedi.
KAZIM KARABEKİR OLAYI
49 tutuklu arasında, başta Kazım Karabekir Paşa olmak üzere, 15 milletvekilinin bulunması, mahkemenin nasıl bir anlayış içinde bulunduğunu kanıtlar.
Hatta Kazım Karabekir’i serbest bıraktırmaya kalkıştığı için, dönemin başbakanı İsmet Paşa (İnönü) hakkında bile tutuklama kararı çıkartılmış, Cumhurbaşkanı’nın müdahalesiyle iş bastırılmış ve Karabekir tekrar tutuklanmıştı.
Reisliğini Ali (Çetinkaya) Bey’in -sevmeyenlerinin verdiği lakapla Kel Ali’nin- yaptığı mahkemede, sanıklar dört gruba ayrılmıştı:
• Suikastin asıl düzenleyicileri
• Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası üyeleri
• Eski ittihatçılar
• Üçüncü derecede şüpheliler.
İDAMLAR VE ‘KARA ÇETE’
Terakkiperver Fırka’dan milletvekillerinin de yer aldığı büyük bir grup ise olayla ilgileri bulunmadığı için beraat ettirildi. Davanın İzmir istiklal Mahkemesinden Ankara istiklal Mahkemesi’ne sevk edilmesinin kökeninde, savcının, suikast çetesinin dışında, hükümeti devirmeye yönelik bir ‘Kara Çete’nin varlığını iddia etmesi yatar. İzmir’deki duruşmalarda sürekli olarak, ittihatçıların eski Maliye Nazırı Cavid Bey’in evinde toplantılar yaptıkları, suikast konusunun orada gündeme geldiği ve buna Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası liderlerinin de katılmasına çalışıldığı iddiaları üzerinde durulmuştu. Kara Kemal, Kara Vasıf, İsmail Canbulat gibi, önde gelen İttihatçıların yönlendirdiği toplantılar, iktidarı, suikast olayından çok daha fazla düşündürüyordu.
SAVAŞIN FATURASI İTTİHATÇILARA
“Her inkılapta olduğu gibi, ilk zamanda birlikte çalışanlar, maksat hasıl olduktan sonra ortaya çıkan parazitler yüzünden bu birliği kaybederler.”
Her kapsamlı sosyal hareket zaman içinde çatışan fikirler üretir.
Bunların savunucuları temelde birlik olsalar da ayrıntılarda çatışmaya girerler ve devirdikleri güçler oranında kendi aralarında da çatışma çıkar.
Bu gerçek, ittihat ve Terakki için de geçerliydi.
1908’de İkinci Meşrutiyet’i gerçekleştiren Jön Türk kadroları sıra sıra bölünmüş ve ‘düşman’ gruplara ayrılmışlardı. Nitekim Mustafa Kemal de üyesi olduğu İttihat ve Terakki’den daha 1910’larda uzaklaşmıştı.
Gerçi iktidarda kalanlara karşı eylemci girişimler de bulunmadı; ama karşıtlığını da saklamadı.
Birinci Dünya Savaşı yenilgisinin İttihat ve Terakki’ye yüklenmesi doğaldı.
Türk toplumuna çok büyük bir dinamizm kazandırmış olan bu parti, bütün düşünürleri yanma çekmeyi başarmıştı.
Ancak kitlelerin haklı tepkisi karşısında, Kurtuluş Savaşı başlarken, onları anmak bile, halkta tepkiler doğuruyordu.
Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştiren kadroların neredeyse tamamı ittihatçı kökenli ya da sempatizanı olduğu halde, Sivas Kongresi başlarken delegelere, ‘fırkacılık ve ittihatçılık yapmama’ yemini ettirilmesi gerekmişti.
ENVER PAŞA’NIN POZİSYONU
Buna rağmen, Talat ve Cemal paşaların aksine, Enver Paşa Türkiye’deki bağlantıları sayesinde, özellikle Kara Kemal’in aracılığıyla, iç politikada rol oynamaya çalıştı. Hatta Sakarya Savaşı öncesi Enver Paşa, Batum’a kadar gelip, başarısızlık halinde Ankara’da Mustafa Kemal’in yerini almayı tasarlamıştı. Zaferi kazanmasına, bütün İslam dünyasının Gazi’si sıfatına layık görülmesine rağmen Mustafa Kemal, kendisine karşı etkili bir düşmanlığın ancak İttihatçılardan gelebileceğini asla unutmuyordu.
DAVALARIN SONUÇLARI
Böylece ihtilal kanunları işledi. Anayasayı değiştirme suçlamasıyla eski Maliye Nazırı Cavid, İttihat ve Terakki liderlerin den Doktor Nazım, iki Ardahan milletvekili Hilmi ve Nail Beyler idam edildiler. Kısa bir süre sonra da yurt dışına kaçmaya çalışırken yakalanan eski Ankara valisi Abdülkadir sehpaya gönderildi. Böylece İzmir ve Ankara davalarının sonucunda, 18 kişi idam edilmiş oldu.
Ayrıca Ankara’da 5 kişi, 10’ar yıl kalebentliğe mahkum edilirken, 37 sanık da beraat ettirildi. Her iki davada verilen kimi mahkumiyetlerin haklılığı ya da haksızlığı, o zamandan beri tartışılanları vardır. Rauf Orbay suçsuzluğunda hep ısrar etmiş, suikast haberini bildiği halde uyarmadığı iddiasını reddetmiştir. O kadar ki Cumhuriyet’in 10’uncu yılında çıkarılan aftan yararlanmaya bile yanaşmamıştır.
Başta Karabekir olmak üzere, İzmir’de beraat eden paşalar, tekrar orduya dönmediler ve 5 Ocak 1927’de emekliye sevk edildiler. Tabii, siyasete girmelerine de izin verilmedi. Ancak İsmet İnönü cumhurbaşkanı olduğunda ve 1939 seçimlerinde kadrolarını yenilediğinde, Karabekir ve Orbay gibi o dönemin dışlananlarını milletvekili seçtirdi.
Suçsuzluğu üzerinde en çok durulan, Cavid Bey olmuştur. Toplantıların evinde yapılmasından ve suikast konusunun orada gündeme getirilmiş olması iddiasından dolayı suçlu sayılmıştır. Davada beraat eden en yakın arkadaşı Hüseyin Cahit (Yalçın) ise daima onun suçsuzluğunu savunmuştur.