İsmet İnönü

“Senin arkandan gelmekte muhakkak muvaffakiyete yürümenin daimi inşirahı vardır. Sen ebediyete intikal edince Türk nesilleri senin izinden yürüyecektir. Türk milleti davasının çıkar yolu ancak senin izindir.

Senin heykelin, Türk milletine daima büyük davasını hatırlatan yanılmaz bir işarettir. Senin heykelin, Türk milletinin iradesini tecessüm ettiren bir demir pençedir.” 

Daha sonraları: 

“Benim resmi işlerimde olduğu gibi özel hayatımda da Atatürk benim velinimetimdir. En önemlisi resmi hayatımda da karşılaştığım olayların hepsinde başarı sağlamam için Atatürk’ün çok emeği geçmiştir. Fakat kendisi silinmiş, daima bütün başarı şerefini bana vermiştir.” diyen İnönü, O’nun ebediyete intikalinden otuz beş yıl sonra da aynı inan, vefa ve bağlılık duygusuyla: 

“Beraber çalıştığımız zamanlarda bana daima yardımcı ve rehber olan Büyük Atatürk’e karşı yüreğim sevgilerle ve minnetlerle doludur”, diyecektir. 

Kafkas Cephesi’nde II. Ordu Komutanlığı vekaletine atanan Mustafa Kemal Paşa Sekerat’ta ordu karargahında, bu ordunun Kurmay Başkanı olan Albay İsmet (İnönü) ile görev arkadaşlığına başlamıştır. 

Onların birbirlerini yakından tanımaları; ideallerinin, memleket davalarında köklü inkılâpların çözüleceğinde birleşmesi bu görev arkadaşlığı sırasında olmuştur. 

İşte, Mustafa Kemal Paşa ile Albay ismet (İnönü)’in bütün yaşamları boyunca yakın fikir ve dava arkadaşlığı 1916 yılının son günlerinde bir Anadolu köyünde böylece perçinlenmiştir.

Yalova’da bir 30 Ağustos gecesinde o günlere ilişkin anılar şöyle tekrarlanmaktadır:

Atatürk, İnönü’ye:

“Hani, ben, Bitlis’e giderken bir tipili gecede sana uğramıştım.” diyordu. “Sen, arkanda kalın bir kaputla çam tahtasından bir masa üstüne eğilmiş, kötü bir petrol lambasının ışığında önündeki haritayı inceliyordun. Durum nedir? diye sordum ve sen bana zekâna özgü bir açıklık ve kesinlikle durumun ciddiyetini anlatınca: 

‘Öyle ise ne yapmak fikrindesin,’ dedim. 

‘Gereken bütün bilgiyi cephe komutanına bildirdim. Şimdi oradan gelecek emri bekliyorum.’ dedin. 

Bu sözüne karşı: 

‘Ya sabaha kadar beklediğin emir gelmezse ne yapacaksın?’ sorum üzerine: ‘Çekilmeden başka çare olmadığını düşünüyorum.’ yanıtını verdin. Fakat sendeki sorumluluk duygusunun ne derin olduğunu bildiğim için bu hususta kesin bir karar vermediğini anladım ve: ‘Bence, dedim, hemen kararını vermelisin. Bu tipi yarın sabaha kadar dağılabilir ve o vakit bir baskına uğraman olasılığı çok kuvvetlidir.’

İsmet İnönü, gözleri nemlenerek:

”Hatırlarım daima o geceyi dedi. Sen o müşkül anımda bir hızır gibi yetişmiştin. Kalbime muhtaç olduğum kuvveti bahşetmiştin. Bu iyiliğini ve dostluğunu, diğer iyiliklerin ve dostlukların gibi, hiç unutamam. Sen, benim gözümde yalnız büyük bir komutan değil, büyük bir insansındır. O gece nasıl olsa çekilme kararını verecektim. Fakat, itiraf edeyim ki, pek büyük bir sorumluluk duygusu içinde, senin telkin ve teşvikin beni asıl bundan kurtardı ve aynı zamanda ertesi sabah oluşan düşman baskını ile feci bozguna uğramamızı da önlemiş oldu.” 

Yaşam boyu süren bu arkadaşlık son yıllarda bir duraksama dönemine girdiği sanılırsa da şu küçük belge bu konuyu aydınlığa kavuşturmaktadır:

İsmet İnönü, Başbakanlık görevinden ayrıldıktan sonra bir akşam Atatürk’ün sofrasında bulunur. Atatürk, sofrada onu kendi yanına oturtur. İsmet İnönü, bir kağıt parçası üzerine şöyle bir soru yazar:

– Hala bana dargın mısınız?

Atatürk de sorunun altına şöyle yazar:

– Bugün de arkadaşımsın, kardeşimsin.

İsmet İnönü, Atatürk’e bu yazının altına imza atmasını rica eder. İnönü, bu imzalı kağıdı cebine koyar. Sonra, pusulaya ikinci bir soru yazar:

– Beni yetiştirdiğinizden dolayı pişman mısınız?

Atatürk, bu soruyu okuyunca İnönü’ye, bu yazısının altını imzalamasını ister. İnönü imzalar, Atatürk de bu yazıyı alır.

Bu küçük olay tarihi bir gerçeğin anlatımıdır.

Atatürk’ün, yine o günlerden birinde, onun gönlünü alıcı ve övücü sözleri karşısında İnönü:

– Atatürk, bu sözlere gerek yok… Ben sizin bir neferinizim, der

Lozan Barış Antlaşması’nın imzasından önce, İsmet Paşa’nın, Hükümet görüşünü öğrenmek üzere Ankara’ya çektiği telgrafta Başbakan Rauf Orbay, yanıt vermekte duraksamış ve işi günlerce savsaklamıştır. Yetki ve görevin Hükümete ait olmasına karşın Atatürk’ün konuya el koyarak imza işinin gerçekleştirilmesi için doğrudan direktif vermesi, çok zor günler geçirmekte olan İsmet Paşa’ya güç kazandırmıştır. Bu güç ve heyecanla verdiği yanıtta: 

“Her dar zamanımda hızır gibi yetişirsin. Dört beş gündür çektiğim azabı tasavvur et. Büyük işler yapmış ve yaptırmış adamsın. Sana bağlılığım bir kat daha artmıştır. Gözlerinden öperim pek sevgili kardeşim, aziz Şefim” demektedir.

Atatürk, İsmet Paşa’nın o günlerdeki büyük üzüntüsünü belirterek bu yanıtın “Onun temiz yürekliliğini, içtenliğini ve özellikle alçak gönüllülük gösterdiğini”, Büyük Söylev’inde anlatır.

Milli mücadeleyi “boyunlarında Halife’nin idam fermanını taşıyarak” göğüsleyen bu iki arkadaştan biri Türk Ordularının Başkomutanı, diğeri Batı Cephesi Komutanı ve Genel Kurmay Başkanı’dır. Savaş boyunca birinin zafer müjdelerini taşıyan telgrafları, diğerinin kutlamaları yakın tarihimizin şerefli ve heyecanlı sayfalarını içermektedir.

İsmet Paşa’nın, 1 Nisan 1921’de Metristepe’den İkinci İnönü Savaşı’nın sona ermesi üzerine çektiği telgrafa Atatürk:

“Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makus talihini de yendiniz.” diyecek ve bunun karşılığında da: “Zulmü istibdat dünyasının en zalimane hücumlarına karşı, yalnız ve şaşkın kalan milletimizin maddi ve manevi bütün kabiliyet ve kuvvetlerini ruhundaki ateşle toplayan ve harekete getiren Büyük Millet Meclisi’nin Reisi Mustafa Kemal Paşa!” hitabıyla alacaktır.

Trabzon gezisinde, bütün mal varlığını Türk milletine armağan ettikleri 11.6.1937 günü akşamı:

– “Bu geceki duygularımı Başbakan İnönü’ye ve onun güzel okuyuşuyla Büyük Millet Meclisi’ne ve bütün dünya kamuoyuna bildirmek isterim” diyen Atatürk, Özel Kalem Müdürü’ne, İnönü’ye hitaben şunları dikte ettirir: 

“Ben, gerektiği zaman en büyük armağan olmak üzere Türk milletine canımı vereceğim.”

Ve aradan geçen kısa bir süre içinde İnönü, O’nun toprağa verilişinde Türk ulusunun duyduğu derin acısının içten anlatımını şu satırlarla bağlayacaktır: 

“Devletimizin banisi ve milletimizin fedakâr ve sadık hadimi; 

İnsanlık idealinin aşık ve mümtaz siması; 

Eşsiz kahraman Atatürk; 

Vatan sana minnettardır. 

Bütün ömrünü hizmetine verdiğin Türk milletiyle beraber senin huzurunda tazim ile eğiliyoruz. Bütün hayatında bize ruhundaki ateşten canlılık verdin. Emin ol, aziz hatıran ruhlarımızı daima ateşli ve uyanık tutacaktır.” 

Atatürk’ün en yakın arkadaşı ve cumhuriyet tarihimizin her aşamasında damgası bulunan İsmet İnönü’nün 25.12.1973 günü yaşantısı son bulmuştur.