İslam Halifesi, Karılarını Düşmana Emanet Eder Mi
Vahdettin beş karısını düşmana emanet edip öyle kaçmış!?..
Türk halkının geleneğinde “at, avrat, silâh” deyişinin çok özel bir önemi vardır. Türk erkeği çok değer verdiği bu üç varlığı başkalarıyla paylaşmaz. Türk erkeğinin en duyarlı olduğu konudur kadın. Erkeğin şerefi ve namusudur. Allah’ın bağışladığı en değerli emanetidir. Çocuklarının anasıdır. Sevgi ve saygıyla, bir ömür birlikte, yaşamını paylaştığı can yoldaşıdır. Türkler anasını, karısını, kızını bir yabancıya emanet etmez. Vatanını işgal eden can düşmanına emanet etmek!..
Bu hiç olacak iş değildir. Ucunda işkence de olsa ölüm de olsa, namuslu ve şerefli hiçbir Türk erkeği böyle bir şey yapmaz.
Sultan Vahdettin İstanbul’dan kaçmadan önce karılarını düşman ordularının başkumandanına emanet etti.
Vahdettin bu davranışıyla sadece kendisini değil, mensubu olduğu Osmanlı soyunu da rezil etti. Bu hanedanın arkasında sürüklenen Türk milletini de dünyaya karşı küçük düşürdü.
Bütün İslâmların Halifesi unvanı taşıyan Vahdettin’in bu hareketi yüz kızartıcı bir davranıştı. Bu aşağılık davranışın haberleri dünyanın öteki ucunda, ta Avustralya’da bile alay konusu oldu. Sultan’ın kaçarken karılarını General Harington’a emanet etmesi Reuter gibi haber ajansları tarafından “utanç verici bir istek” sözüyle haber yapıldı.
Vahdettin düşman savaş gemisiyle ve düşman korumasıyla Müslüman bir ülkeden kaçtı. İslâm düşmanı ve Hıristiyan bir ülkenin bayrağı altına sığındı. Üstelik gizlice sıvışırken beş karısını düşmana emanet etmek gibi inanılmaz bir namussuzluk yaptı. Utanç verici bir davranışta bulundu.
Bu denli aşağılık bir hareketi yapan Vahdettin bütün yüzsüzlüğü ile İslamların halifesi olabileceğini iddia etti.
Vahdettin düşmanın verdiği saray yavrusu malikanelerde keyif içinde safa sürdü. Düşmandan aldığı ve fukara milletin kesesinden çaldığı paralarla yaşadı. O düşman ki Mekke ve Medine gibi kutsal topraklardan Türkleri söküp atan İngiltere idi. Vahdettin’in hicret ettim dediği yer; Mekke ve Medine gibi kutsal topraklar değil, Sanremo, gibi Hristiyan bir Avrupa şehri idi. O Sanremo ki, kutsal toprakların düşman eliyle Türklerden koparılma kararının verildiği yerdir.
Kudüs’ün, Mekke ve Medine’nin daha birçok vatan toprağının, Türklerden koparıldığı İngilizlerin topladığı uğursuz konferansın yapıldığı yerdir.
Vahdettin, Şeyhülislamlar, Hacılar, Hocalar ve daha birçok Müslümanlar tanıyordu. Nasıl oldu da bu kadar Müslüman içinde, karılarını emanet edebileceği, güvenebileceği bir tek kişi bulamadı?
Nasıl oldu da, gidip beş karısını düşmana emanet edip İngiliz’in bayrağı altına sığındı?
Beş karısını İngiliz’e emanet eden Vahdettin’in hatıralarında şöyle bir cümle de bulunuyor:
“Kaçmadım; kendime Peygamber’in hicretini, Mekke’den Medine’ye gidişini örnek aldım ve geri dönmek üzere gittim.”(1)
Vahdettin’in bu sözü hayasızca yapılmış benzetmedir. Üstelik şanı yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed’e karşı yapılmış çok açık bir hakarettir.
Vahdettin bu çirkin sözüyle Peygamberimizin yüce adını kendi sefil ve onursuz hayatıyla kıyaslamaya kalkışmıştır. Müslüman olan herkes çok iyi bilir; Hz. Muhammed kendi din kardeşi Müslümanlardan kaçmadı. Peygamberimiz İslâm düşmanlarının baskısıyla Mekke’den Medine’ye hicret etti.
Vahdettin yıllardır sırtından geçindiği, ekmeğini yediği, Müslüman Türk milletinden kaçtı. Düşmandan değil kendi milletinden kaçtı.
Müslümanlardan kaçtı.
Her türlü ihaneti yaptığı için, hesap vermekten korktuğu için kaçtı.
Vahdettin’in “Kaçmadım hicret ettim” benzetmesi onun imansızlığını gösteren ibretlik bir sözdür. Firari Sultan’ın bu sözlerine dış basın da geniş yer verdi. Halkımızı öfkelendiren bu sözler ise, Türk gazetelerinde layık olduğu biçimde yanıtlandı. İleri gazetesi “Vahdettin İblisi” başlıklı haberinde Vahdettin’in yaptığı bu talihsiz benzetmeye şöyle yanıt verdi:
“Vahdettin, İstanbul’u terk edişini Peygamber-i Zişan’ın Mekke’den hicretine benzetme hainliğini de yapmıştır. Peygamber-i Zişan Mekke’den düşmanlarının baskısıyla çıkmıştı. Yoksa dindaşlarının değil.”(2) (3)
Kaynak:(1) Murat Bardakçı, Şahbaba, Pan Yayıncılık, İstanbul, s.246
(2) Vahdettin İblisi, İleri Gazetesi, 20 Ocak 1924
(3) Charles Harington, Atilla Oral, Demkar Yayınevi, s.309