‘İngilizlerin Kör Ettiği 15.000 Türk Esir’ İddiaları Ne Kadar Doğru?
1. Dünya Savaşında İngilizlerin Kör Ettiği 15.000 Türk Esir
Bizdeki İngiliz hayranlığı türlü türlüdür. Ve bu hayranlığımızı da elimize geçen her fırsatta göstermeye bayılırız. Bunun en son örneğini Kraliçe Elizabeth’in gelişinde gördük. Malum İngiltere deyince aklımıza hep medeniyet gelirken tarihte yaşanılan bazı olaylar bu medeniyetin bazen tek dişi kalmış bir canavara nasıl dönüştüğünü de göstermektedir. Örneğin yakın tarihimizde 1. dünya savaşı sırasında esir düşen askerlerimizin başına gelenler gibi. Genelkurmay arşivindeki bilgilere göre 1. dünya savaşında 135.000 askerimiz İngilizlere esir düşmüşlerdir. Bu esirler daha çok Çanakkale, Filistin ve Irak cephelerinde esir düşmüşlerdir. Bunlar başta Mısır, Kıbrıs, Yunanistan, Hindistan, Birmanya (Myanmar) , Malta olmak üzere çok değişik ülkelerdeki esir kamplarına götürülmüşlerdir. Her biri ayrı birer araştırma konusu olabilecek olan bu kamplar ve yaşanılanlardan bizim için en acısı Mısırdaki kamplarda yaşanılanlardır. Bu sadece bizim için değil insanlık içinde yüz kızartıcı bir tarihi gerçekliktir.
İngiltere’nin en büyük esir kamplarından olan “Mısır Esir Kampı”nda, 15.000 Türk “kasten kör edilmiştir.”
Bu konu ile ilgili en önemli belge, 28 Haziran 1337 (1921) tarihli TBMM Hükümeti’nin aldığı karardır. TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa ve 11 bakanın imzaları bulunan kararda; Mısır’daki İngiliz Esir Kampları’nda, 15.000 Türk esirinin kasten malûl bırakan İngiliz tabipleriyle, garnizon kumandan ve zabitleri hakkında, siyasi takibatın başlatılması için harekete geçirilmesinin kararlaştırıldığına dair karar imzalanmıştır.
Bir diğer belge ise, Meclis’in 28 Mayıs 1337 (1921) Cumartesi günü yaptığı 37. oturumunda Edirne Milletvekili Faik ve Şeref Beylerin verdikleri yazılı önergedir. Belgenin son bölümünde:“..Mısır’da bilintizam, İngiliz’in tathiratı fenniye (ilâçla temizleme) bahanesiyle, miktar-ı muayyeninden (yeterli miktardan fazla) ‘krizol’ banyosuna sokarak gözlerini kör ettikleri, 15.000 vatan evlâdının üzerinde irtikab edilen (yapılan) bu cinayetin müteammit (önceden tasarlayan) failleri olan İngiliz tabipleriyle garnizon kurmandan ve zabitlerinin tecrim (suçlu ilan) edilmesini de ilave eyleriz…”
BU UNUTULUR MU ? (Ama malesef unuttuk…)
Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlere, 150 bin askerimiz esir düştü. Bu askerlerden bir kismi da Mısır’ın İskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı’na hapsedildi.
Kampın tam adı, ‘Seydibesir Kuveysna Osmanli Useray-i Harbiye Kampı’ idi. Bu kampta, 1918’de Filistin cephesinde esir düşen 16. Tümen’in 48. Alayı’na bağlı Osmanlı askerleri tutuluyordu.
12Haziran 1920’ye kadar iki yıl boyunca her türlü işkence, eziyet, ağır hakaret ve aşağılamaya maruz kaldılar.
Bu insanlık dışı muamelenin nedeni ise Ermeniler idi…
Kamptaki, Türkçe bilen Ermeni tercümanların yalan, yanlış çevirileri ve kışkırtmaları nedeniyle, kamplarin İngiliz komutanları, azılı Türk düşmanı kesilmişlerdi. Savaş bitmişti. Ancak, kamptaki ağır koşullar nedeniyle ölenler dışındaki askerleri teslim etmek, İngilizler’in işine gelmiyordu. Çünkü, olasI yeni bir savaşta, bu askerlerin yeniden karşılarına cıkabilecekleri, Ermeniler tarafından, İngilizlerin beyinlerine işlenmişti.
Çözüm toplu katliamdı… Askerlerimiz, mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla dezenfekte havuzlarına sokuldu. Ancak suya normalin çok üzerinde krizol maddesi katılmıştı. Mehmetçik, daha ayağını soktuğunda, aşırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyorlardı. Ancak İngiliz askerleri dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarına izin vermiyorlardı. Mehmetçikler, bele kadar gelen suya başlarını sokmak istemedi. Ancak bu kez İngilizler havaya ateş etmeye başladı. Askerlerimiz, ölmemek için çömelerek başlarını suya soktular. Ancak başını sudan kaldıran artık göremiyordu. Çünkü gözler yanmıştı…
Dışarı çıkanların halini gören sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi ve 15 bin askerimiz kör oldu. Bu vahset, 25 Mayıs 1921 tarihinde TBMM’de görüşüldü. Milletvekilleri Faik ve Şeref beyler bir önerge vererek, Mısır’da esirlerin krizol banyosuna sokularak 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, bunun faili olan İngiliz tabip, garnizon komutanı ve askerlerinin cezalandırılması icin TBMM’nin teşebbüse geçmesini istediler.
Tabii ki yeni kurulan devletin bin türlü sorunu vardı. Bu hesap sorma işi de unutuldu gitti.
Ama onlar unutmuyorlar…
Kendi ihanetlerini bile soykırım ambalajına sarıp, dünya kamuoyuna sunuyorlar. En üzücü olanı da malum birilerinin, bu karalama kampanyalarına çanak tutması…
ŞEHİTLERİMİZE SAYGINIZ VARSA 3 dakikanızı almaz bu yazıyı arkadaşlarınıza göndermek.
ERMENİLER SOYKIRIM YAPILDI DİYE DÜNYAYI AYAĞA KALDIRIYOR BİZİM TARİHİMİZDEN HABERİMİZ YOK.
YUKARIDA YAZILANIN DOĞRUSU!
Yukarıdaki konuları kim yazdı bilmiyorum. Ama hemen söyleyeyim ki, yukarıda yazılanların tek kelimesi doğru değil.
Tarih yazan, tarih yapanlara karşı saygılı olmaz ise, doğruyu değil olmasını istediği tarzda yazarsa, olmamışı olmuş, olmuşu olmamış gibi gösterme çabasına düşerse, ne ona tarihçi ne de yazdıklarına tarih denmez. Düşmanın bile olsa yapmadığı bir şeyi yapmış gibi gösterirsen veya yazarsan kim olursan ol ayıp edersin.
Saygıdeğer okuyucular size şimdi iki örnek veriyorum.
Birincisi Genelkurmay Başkanlığı kaynaklarına dayanılarak yazılan bir iddia. Bu haber başından sonuna kadar doğru değil.
28 Haziran 1337 (1921) TBMM Zabıt Ceridesine dayanarak iddia ediliyor ki, o gün yapılan toplantıda:
“Mısır’daki İngiliz Esir Kampları’nda, 15.000 Türk esirinin kasten malûl bırakan İngiliz tabipleriyle, garnizon kumandan ve zabitleri hakkında, siyasi takibatın başlatılması için harekete geçirilmesinin kararlaştırıldığına dair karar imzalanmıştır.”
Söz de bu karar alınmış.
Bu tamamen uydurma bir haber. Düşmanında olsa doğruyu yazacaksın. Hele tarih yazanların, yanlış veya doğru, tarih yapanlara saygılı olma mecburiyeti vardır.
Yanlış:
1- Yukarıdaki fotoğraf esir alınmış Osmanlı askerleri değildir. Hangi düşman esir aldığı askerleri köpeğiyle, tüfeği ile bir araya getirip fotoğraf çektirtir.
2- “Bu vahşet 25 Mayıs 1921’de TBMM de görüşüldü” deniyor. Doğru değil. TBMM 19 Mayıs 1921’de Dr. Adnan Adıvar başkalığında ve Lâzistan Mebusu Ziya Hurşid Kâtipliğinde Otuz Altıncı toplantısını yapmış ve konuyla ilgili hiçbir kimse söz almamıştır.
3- 28 Mayıs 1921’de yine aynı kişilerin Başkan ve Kâtipliğinde tekrar toplanmış. Konu ile ilgili tek kelime konuşulmamıştır.
(TBMM Zabıt Ceridesi. Devre 1, Cilt: 10, İçtima: 2. Otuz Altıncı İçtima. 19 Mayıs 1337 Perşembe)
(TBMM Zabıt Ceridesi. Devre 1, Cilt 10, İçtima: 2. Otuz Yedinci İçtima 28 Mayıs 1337 Cumartesi)
4- 25 Mayıs 1921’de TBMM kapalıdır ve toplantı yapılmamıştır.
5- Ne Faik Bey ne de Şeref Bey konu ile ilgili olarak bir önerge vermemişlerdir.
6- Osmanlı askerlerinin yüzlerine yakından bakın. Hiç esaretin izlerine rastlıyor musunuz? Askerlerin arkalarında sırt çantaları dahi var. Bu demektir ki, ya cepheye gidecekler veya cepheden gelmişler.
7- İngilizlere 150 Bin evet yanlış okumadınız 150 Bin Osmanlı askeri esir düşmüş. Akıl var mantık var. Her şeyden önce Osmanlının 150 bin kişilik bir ordusu yoktu. Kafkaslarda, Balkanlarda telef olmuş olan ordudan kala kala 48 bin asker kalmıştı bunlarında çoğu yaralı ve hasta idi. İngilizde olsa 150 bin kişilik bir orduyu sen nasıl ve neyle esir alıyorsun. Bu balık ağı değil ki, at ağı denize akşam olunca topla binlerce hamsiyi. Ama yukardakileri yazan tarihçinin adı TEMEL’se vallahi onu bilemem. Veya tarihçi ACEM ise gene bilemem.
Seksenlik ihtiyar Doktora gitmiş:
– Doktor Bey arkadaşlarım her gece hanımlarını beş kere öpüyormuş. Ben ayda bir defa dahi öpemiyorum. Ne yapayım demiş.
Doktor cevap vermiş:
– Amca sen de söyle, sende söyle bir zararı yok demiş.
Doktorun dediği gibi bu tarihçiye de her halde birileri sen de yaz, sende yaz dedi ki, o tutmuş 150 bin esir demiş.
8- Yukarıda ki yazıda, “Tabii ki yeni kurulan devletin bin türlü sorunu vardı. Bu hesap sorma işi de unutuldu gitti.” Deniyor. Esarette iken, bir milletin 15 bin askeri hunharca katledilecek ve düşmanı Akdeniz’e dökmüş emsalsiz bir Kumandan bunun hesabını sormayacak? Üstüne üstelik unutulup gidecekmiş.
9- Mustafa Kemâl, değil 15 bin askerin hesabını, bir askeri telef olsaydı, o askeri telef edeni doğduğuna pişman edecek karakter de bir kumandandı.
10- Tabi, sevgili dostum, ışıklar içinde yatsın Turgut Özakman, böylesine yazanlara şöyle derdi, “Bırak yazsın. Cahile anlatamazsın.”
11- Bunları yazanlar ya sayı saymasını bilmiyorlar ya da hiç dayak yememişler. 150 bin asker ne demek biliyor musunuz? Uyduruk tarih yazan Beyler. Bunlara yatacak yer lâzım, sokakta yatıramazsınız, kaçarlar. Az veya çok yemek vereceksiniz. Bunun için aşçılar lâzım erzak lâzım, kap kacak lâzım vs. Gene az veya çok su lâzım kendi askerini doyuramayan, suyunu temin edemeyenler nasıl olacak da bu 150 bin kişilik bir orduyu, esirde düşmüş olsa hem doyuracaklar hem sularını verecekler. Bu kadar cahil olmak için tarihçi olmaya gerek yok.
12- Bu cahil tarihçiler için bir örnek vereyim. Büyük taarruz sırasında Yunanlılar kaçarken hem her yeri talan ediyor, yakıp yıkıyor, hem ihtiyar, çocuk demeden öldürüyor, öldüremediklerinin de elini kolunu kesip neleri varsa cehenneme doğru gidiyorlardı. M. Kemâl Paşa 10 Eylül günü İzmir’e girdikten iki gün sonra İstanbul’dan, İzmir’e M. Kemâl Paşa’yı ziyarete gelen Fransız Komiseri General Pele’yi, Göztepe’de ki Beyaz Köşk’te lütfen kabul ettikten sonra, Generale ilk söylediği şey şu olur.
– Paşa Hazretleri, Yunanlılar, topraklarımızdan kaçıp giderken hem yerli halkımızı katlettiler, hem yakıp yıktılar. Hadi yakılıp yıkılanlar tekrar yerine konur. Ya şehit ettiklerinizin karşılığını nasıl ödeyeceksiniz?
Unutmayın ki, bunun hesabını sizlerden soracağım.
Nitekim Lozan Antlaşması sırasında, bu konu gündeme getirilir uzun tartışmalardan sonra Türkiye tazminattan vazgeçer ama karşılığında Karaağaç alınır.
İşgal Kuvvetleri savaş sırasında özellikle Anadolu da olmadık eziyeti yapmış, günahsız zavallı halkın ırzına geçmiş, çoluk çocuk demeden hepsini camilere sokup yakmış (Muğla’da ve Afyon’da ve Gaziantep’te olduğu gibi), silahsız halkı alçakça öldürmüştür. Bunları açıklığa kavuşturup belge ve bilgileriyle kanıtlayıp anlatmak varken, işin kolayına kaçıp tutarsız iddialar ileri sürmek tarihçiye yakışmaz. Belki gerçekten böyle bir olay yaşanmış da olabilir. O zaman belgesini, kanıtını ortaya korsun. Verdiğin tarihte Meclis kapalı ise, Verdiğin isimlerdeki kişiler Meclis de değilse, sayfana koyduğun fotoğraf esaret fotoğrafı değil de, askerin dinlence fotoğrafı ise, bir de utanmadan yalan söyleyip, “O kargaşanın içinde unutulup gitmiştir.” Diyorsan Tarihçi Efendi sana kimse inanmaz.
Ayrıca “BU UNUTULUR MU?” diye başlık atan EŞSİZ TARİHÇİ altına adını dahi yazmayı unutmuş.
Yapmayın Beyler böyle uydurma haberlerle bileni, bilmeyeni kandırmaya çalışmayın. Düşmanınız da olsa doğruyu yazın.
Eriş Ülger