İbrahim Çallı
Sanatı, “Güzelliğin anlatımıdır” diye tanımlayan Atatürk, sofrasında sanatçılara her zaman yer vermiş, güçlü düşünce yapısına dayanarak da onlarla çoğu gece gün ağarıncaya kadar söyleşmiş ve tartışmıştır. Çallı, bu sanatçıların önde gelenlerinden biri olmuştur.
İbrahim Çallı, çağdaş Türk resminin en ünlü isimlerinden biri olup yapıtları arasında Atatürk portreleri de büyük yer tutar ve değer taşır. Resimleriyle sağladığı ününün yanı sıra coşkun kişiliğini günlük hayatında esprileriyle de süslemesini bilen bir yaradılışa sahiptir. 1924 yılında İzmir’e giden bir kurul arasında Çallı da vardır. Orada Atatük’le karşılaşır ve:
– Türk ulusunun gönlündeki Mustafa Kemal’in portresini çizmek istiyorum Paşam, der.
Atatürk:
– Madem ki gönüllerde yaşayan Mustafa Kemal’i çizmek istiyorsun, benim modelliğime gerek yok, yanıtını verir.
Daha sonraları Çallı, bazı araştırmalarına dayanarak, O’nun koltukta oturur, sivil giysili/fraklı tablosunu oluşturur.
Bundan sonraki yıllarda yine bir akşam Çallı, Atatürk’ün sofrasındadır. O’na “Büyük Başkan” diye hitap etmesine karşılık Atatürk:
– Büyük Başkan ne benim; ne şudur, ne budur. Büyük Başkan, hepimizin bağlılığı ile kıvanç duyduğumuz o büyük Türk ulusudur. Biz, onun yüksek egemenliği altında, onun isteklerine kulluk etmekle ancak görevimizi yapabiliriz.
Çallı:
– Büyük Başkanımız; beni yanınıza kabul buyurdunuz ve bana söyle dediniz. Siz ne büyüksünüz ki, söyletip; bizleri dinliyorsunuz.
Atatürk:
– Evet söylediniz. Ben sizi dinledim. Sizin bu ne kadar hakkınız ise benim de size ve bütün ulusuma söylemek ve kendimi ona dinletmek hakkım ve yetkimdir.
Çallı:
– Size malik olmak güzel bir talihtir. Bu güzel talihe Türk ulusu erişti.
Atatürk:
– Aynı ulusun çocuklarının hep beraber bulunarak birbirlerini tanımaları, birbirlerini sevmeleri ve bu birlik sevgisinden çıkacak yüksek duygulara aynen katılmaları güzel bir şeydir. Eğer Beaux Arts (Güzel Sanatlar) müntesibi sıfatıyla siz bunu tespit ederseniz bütün ulusa ve bütün insanlığa hizmet etmiş olursunuz!
Çallı:
– Büyük Cumhurbaşkanı…
Atatürk:
– Hayır, ben bu akşam sizinle Cumhurbaşkanı olarak değil bir vatandaş olarak konuşuyorum. Siz, beni Cumhurbaşkanı olarak seviyorsanız değeri yoktur. Bu memlekette daima Cumhurbaşkanları vardır. Ben, sizinle beraber olursam, sade bir vatandaş olarak sizinle konuşurken, vatandaş niteliğini düşünüyorum. Başka türlü orantı olmaz.
Çallı:
– Siz, bu ulusu kurtardınız, vallahi… Hayır…. Vallahi değil, güzel kokulu yaseminler üzerine yemin ederim ki siz…
Atatürk:
– Şu konuyu bırak, Gazi Mustafa Kemal yok. Eşit koşullar altında sizinle konuşabilirim. Benimle konuştuğunuz zaman sizin ve hepinizin düşündüğü bu olmalıdır.
Çallı:
– Büyük Paşam…
Atatürk:
– Hayır, O yoktur, sıfır olmuştur.
Çallı:
– Büyük Paşam, sen bu duruma el koyduğun gün ulus…
Atatürk:
– Güzel, bitti. Yalnız sen mi konuşacaksın? İnsanlar gariptir. Sanatçı insanlar zannederler ki yalnız kendileri heyecanlıdırlar. Bulundukları çevrede diğerlerinin de heyecanlı olduğunu, daha çok heyecanlı olduğunu unuturlar ve sözü başkalarına bırakmazlar.
Ben, Devlet Başkanıyım. Yanımda devlet büyükleri ve milletvekilleri var. Sizlerle eşit olarak beraber bulunuyoruz. Bu güzel görünümü resme çevirmek sanata ilişkin bir iştir.
Çallı:
– Sana bel bağlamıştır Türk ulusu… Mustafa Kemal’e bel bağlamıştır Türk ulusu…
Atatürk:
– Sen, şiir söylüyorsun. Bu rakı insanlara neşe verir, fakat sanat vermez. Sen, bununla neşe buluyorsun ama sanatı bunda bulamazsın!
Çallı:
– Büyük Paşam, bir yapıtım var ki Fındıklı Sarayı’nda duruyor.
Atatürk:
– Fındıklı Sarayı neresidir? Doğrusunu isterseniz saraylardan hoşlanmam. Devlet Başkanlığı yükümlülüğü ile İstanbul’a gittiğim zaman Dolmabahçe denen soğuk bir yerde otururum. Ben orada rahatsız olurum.
Bu konuşmadan sonra Atatürk, sözü masasında bulunan Hüsemettin Kavalalı’ya verir. Hüsamettin Kavalalı, kısa olarak yaptığı konuşmasını:
– Ben var olduğumu anladığım zaman yokluğumu anlıyorum. O zaman biraz insan olduğumu anlıyorum, diye bağlar.
Atatürk:
– Eksiksiz söyledin. Arkadaşlar, bu akşam bir arkadaş çıktı. Şimdiye kadar tanımak şerefinden yoksundum. Çok güzel söyledi. Ben, onun güzel, içten sözlerinden sonra fazla bir şey söylemek istemiyorum. Gerçek vatandaş nerede, ne durumda, kiminle beraber bulunursa bulunsun çekinmeden konuşmalı, kafasından, vicdanından gelen sesleri söylemeli. Bu çocuk böyle yapmıştır. Kutlarım ve isterim ki bütün vatandaşlar böyle serbest konuşsunlar, karşısındakilere, Devlet Başkanı olsun olmasın, düşündüklerini söylesinler ve Cumhurbaşkanını düşündüklerine yöneltsinler.
Arkadaşlar, bu yüksek sanatçının yapıtları benim üzerimde etki yapıyor fakat sözleri etki yapmıyor. Benim üzerimde etki yapan şey böyle ülkü sahibi bir vatandaşın serbest konuşmasıdır. Çünkü, ben o zaman beni seven vatan çocuklarının yanlışlarını düzeltmeye olanak bulurum. Benimle sen ve ben diye konuşmalı ki, beni tanıyanlar bilirler ki, ben herhangi vatani bir sorun hakkında konuştuğum zaman, kesinlikle benim dediğim doğrudur, diye iddia etmem. Bana böyle bir şey söylerlerse onu kabul ederim.
Yine bir akşam Atatürk, Roz Nuvar’da yakası kürklü paltosuyla bir masada oturan İbrahim Çallı’yı görür ve masasına davet eder. Konuşma sırasında böyle sıcak bir salonda neden paltosuyla oturduğunu soran Atatürk’e Çallı:
“- Olup olacak varlığım bu, Gazi Paşam, bir yerlere bırakmaya kıyamıyorum.”
Çallı İbrahim, renkli konuşan bir sanatçı idi. Hazır cevaplılığı Atatürk’ü güldürüyordu. Moskova’daki sergisinin yankıları kendisine de ulaşmış ve Türk sanatçısının başarısından memnun olmuştu.
“Atatürk:
– Olmaz, doğru konuşmuyorsun. Moskova’da tablonu satıp cebini doldurduğunu biliyorum.
Çallı, yerinden sıçraya sıçraya, kendisine özgü konuşmasıyla:
– Aman Gazi Paşam, bu Ruslar, bir elle verdiklerini iki elle geri alıyorlar. Rubleler eridi gitti. Sınırdan bir tekini bile çıkartmıyorlar ki… Bütün varlığım işte bu yakamda gördüğünüz kürk parçası. Bunu da akıl edip almasam, eli boş dönecektim…
Atatürk’ün canı sıkılmış gibi yüzünü ekşiterek:
– Ne, paltonun yalnız yakasında mı kürk var? Sen bunun cakasını mı yapıyorsun? Gözümden düştün Çallı İbrahim!
Sonra yanında oturan Tevfik Rüştü Aras’a dönerek:
– Doktor, şu senin paltonu getirtsene. Getirt de şu Çallı’ya kürk palto nasıl olurmuş göstereyim!
İlgililer koşup paltoyu getirirler. Gerçekten değerli ve güzel bir şey… Çuha paltonun yakası, kolları ve içi baştan başa üzerinde pırıltılar oluşturan bir kürkle döşenmiş… Getiren ilgililer içini açıyorlar, Çallı’ya gösteriyorlar.
Atatürk gülerek:
– Gördün mü kürk nasıl olurmuş? Bak bunun içi baştan başa kürk kaplı, senin paltonun içinde ne var?
Çallı İbrahim heyecanlanmış ve uzun boyu ile ayağa kalkıp paltosunu açarak:
– Benim paltomun içinde Çallı İbrahim var Paşam!
Atatürk, konuşmayı severek sürdürür:
– Olmadı, espri ile paçanı kurtaramazsın. Eğer senin gözünde paltonun içindeki Çallı İbrahim değerli olsaydı, bir gece kulübünde kürkünü değil, kendini göstermeyi düşünürdün. Madem ki kürkün sırtında, değer verdiğin kürk parçasıdır.”
Çallı, kurtuluş savaşımızın verdiği heyecanın coşkusuyla yarattığı bir tablosunun sergilenmesi sırasında İsmet İnönü ile aralarında geçen bir konuşmaya da burada yer veriyorum:
“Süvarilerimizi gösteren tabloyu, konuyla yakın ilgisi bakımından dikkatle inceleyen İnönü:
– Çallı, atları çok besili yapmışsın, bizim o zamanki atlarımız bu kadar besili değildi, der.
Çallı da:
– Paşam, o sizin atlar değil, benim atlar, diye yanıtlar.
Çallı’nın 22 Mayıs 1960 günü yaşantısı son bulmuştu.