Hürriyetin Kurucusu
Yazan: Falih Rıfkı Atay
Osmanlı Devletinin “kocayıp göçme” yolunda olduğunu İngiliz Sarayı’na bildiren mektup, 1623’te yazılmıştır. Bu kara alın yazısından ancak yeni bir nizam kurarak kurtulabileceğimiz fikri de, uyanık Türkler içinde, bu tarihten kırk yıl sonra doğuyor.
Bizi, eski ve gelenekçi kafa ile, yeni ve inkılapçı kafa arasında hemen hemen üç asır süren bu iç savaş, yıpratıp tüketmiştir. İmparatorluk, garp devletlerine karşı koyamadığı için değil, garp medeniyetçiliğine karşı koyduğu için çöktü. Bu üç asır içinde artık tehlikeyi atlatmış olduğumuz duygusunu veren büyük askeri zaferlerimiz vardır. Atatürk’ün büyüklüğü bu zaferler tarihine bir iki şanlı destan daha katmış olmakta değildir: Gerçek kurtuluşu, üç asırlık iç savaşı kazanmakta aramasıdır.
Ondokuzuncu asrın sonlarına doğru, devleti laikleştirmek, hilafeti kaldırmak, yazıyı değiştirmek, eğitim birliğini sağlamak, hatta saltanatı cumhuriyete çevirmek gibi, başlıca inkılâp dâvalarımızı ileri sürenler olmuştur. Fikirlerin hiçbiri gökten inme değildir.
Atatürk bu fikirleri benimsiyen, gönülleri onları gerçekleştirmek aşkıyla yanan garpçı ve milliyetçi takımla beraber çalıştı. O, kuvvetini genç ve ileri sınıfın inanışında ve halkın, son kurtulma talihini kendi kılavuzluğuna bağlayışında bulmuştur. Garp düşmanlığının, haklı olarak, en yüksek haddine eriştiği ilk inkılap yıllarında, ne prensiplerin doğruluğu, ne de Atatürk ve arkadaşlarının fedakarlık iradeleri bu kadar kati bir nizam değiştirme hareketini başarmaya yetmezdi. Atatürk, milleti kendine inandıran ve bağlayan zaferi, soğumaya bırakmaksızın, ve onun fâni varlığına kattığı eşsiz şerefi, son damlasına kadar, dâvası uğruna harcamaya karar vererek, ileriye atılmıştır. İmkânsızlık kadar ağır güçlükleri yenebilmesinin sırrı bundadır.
Kara kuvvet, bu halkı, yer yer, hürriyet ve kurtuluş savaşına isyan ettirecek kadar yaygın ve köklü idi. Şark’ta her türlü istibdatların kaynağı bu kara kuvvettir ve hürriyetin ilk şartı, onun yıkılmasıdır. Eğer bu istibdat yıkılmamış olsaydı, memlekette demokrasi çağını açamazdık. Halk egemenliğini kökleştirmek ve geliştirmenin tek inancası da, onun, medeniyetçilik ve ilerleme atılışlarını aksatma ve durdurma imkânlarını kaybetmiş olmasıdır.
Tek dişi dahi sökülmek gereken hakiki “canavar”, bütün Şark istibdatlarının dayandığı bu kara kuvvetti. Onunla her türlü savaşma hürriyetin, onunla her türlü bağdaşma istibdadın yolunu açar. Atatürk bir hürriyet kahramanı idi.
İniş çıkışlarını kendi içinde bırakarak, eteğinden uzaklaştığımız dağ gibi, Atatürk’ün yüceliğini gittikçe daha iyi kavrıyoruz. O’nun hiç yaşamamış olduğunu düşünmek korkusu yanında, ölümünün acısı bile dinmektedir.
Bir gün, vatanımızı ve bir karış toprak üstünde hür ve hâkim yaşamak ümitlerini kaybetmiştik. Atatürk olmasaydı, ne olurduk, kimse bilmez. Fakat Atatürk’le ne olduk, hep biliyoruz. Eserini tamamlamakla, borcumuzu ödemeye bakalım.
10 Kasım 1948, Ulus Gazetesi