Hilafetin Kaldırılışının Fransız Belgeleriyle Perde Arkası-6 (Son)
Halife Abdülmecid Fransız diplomatıyla “başbaşa” yaptığı görüşmede şöyle diyordu:
“Türkiye Lozan’ı yürürlüğe koyamayacak kadar âcizdir’’
Fransa’nın yeni Yüksek Komiseri Curely, Abdülmecid’i şöyle tanımlıyordu:
“Bir gün ne yapıp yapıp saltanatının eski haklarına tekrar kavuşmaya azmetmiş bir hali vardı”
İSTİKLÂL Savaşı’nın sonrası ilk seçimlerde saltanatçı, halifeci bir takım kişiler elenmişti. Lozan Antlaşması da imzalanmıştı. Acaba Lozan barışı karşısında halife ne düşünüyordu? İstanbul’dan ayrılan Fransız Yüksek Komiseri General Pelle’nin görevlerini devam ettiren Jesse Curely, saraya baş tercümanını yollamış, görüşme isteğinde bulunmuş. Sarayın kapıları Fransa temsilcisine açıktır diye cevap gelmiş. Varmış saraya, bekletilmemiş, hemen huzura alınmış!
Halifenin her zaman olduğu gibi ilk sözleri, Fransa’ya karşı duyduğu yakın ilgiye dair… Halife konuşurken Fransız diplomatı bakmış ki, Abdülmecid ile kendisinden başka kimse yok odada. Gazi Paşa’nın kati talimatına rağmen, Dr. Adnan gelmemiş. Acaba haber mi verilmemiş? Yoksa halife, Fransız diplomatı ile başbaşa konuşmak istediğini belirtmiş ve Dr. Adnan da razı mı olmuş?.. Bilinemiyor. Jesse Curely de anlayamamış. Diyor ki:
“Bence meçhul sebeplerden ötürü Dr. Adnan (Adıvar) mülakata iştirak etmiyordu!”
Ve ekliyor:
“Rahatını kaçıran bir şahit bulunmadan benimle konuşabilmenin imkânına kavuşmuş olmanın sevinci, halifenin yüzünde açık açık görülüyordu. Kendisi ile sohbetim bir buçuk saat devam etti. Mabeyindekiler hayret içinde kalmışlardı.”
Abdülmecid, Fransız diplomatına önce “Ankara’dakiler” den dert yanar, şikâyetlerini anlatır ve der ki:
“Türkiye, Lozan Antlaşması’nı yürürlüğe koyamayacak kadar âcz içindedir. Türkiye’nin, Lozan’da kendisine bırakılmış olan hürriyetlerden yararlı şekilde faydalanabilmesi de imkânsızdır.”
Abdülmecid bir nokta üzerinde ısrarla durur: Yabancıların Türk adaleti önündeki halleri!
Halifeye göre, yabancı devlet vatandaşlarına kabaca davranılacak, adaletin dağıtımında skandallar patlayacak ve böylece, kısa veya uzun bir zaman sonunda fakat mutlak olarak, yabancı devletlerin müdahalelerine imkânlar yaratılmış olacak! Halifenin söylemediği; yabancı müdahalesinin de kendisini yeniden tahta sultan olarak yaklaştıracağı…
Fransızların isteği
Fransız diplomatı, Abdülmecid’in Ankara’dakiler nezdinde nüfuzunu kullanmasına, onları “mutedil” davranmaya davet etmesine hükümetinin büyük önem vermekte olduğunu söyler ve halifeden şu cevabı alır:
“İhtiyatlı davranmaları için ısrarlı tavsiyelerde bulundum, bulunmaya devam ediyorum. Fakat bu tavsiyelerimin nazara alınacağına dair hiçbir ümidim yoktur.”
Yalnız halife, kimlere tavsiyelerde bulunduğunu açıklamaz. Kendini birtakım işler yapan mühim bir kişi olarak mı göstermeye çalışmıştır? Yoksa Ankara’da kendisine yakın birtakım çevrelerle hakikaten bağlantıları mı vardır? Jesse Curely, bu konuyu cevapsız bırakır ve yazısına devam eder:
”Benimle ne zaman başbaşa, şahit olmadan kaldıysa, sohbetlerinde devamlı bir şekilde Ankara’dakiler hakkında ağır bir dil kullanmıştır. Halife bu defa da aynı şekilde davrandı. Jön Türkleri aşağılayarak dedi ki:
– Babam onlara koca bir imparatorluk bıraktı. Onlar ise koca imparatorluğu küçücük bir Türkiye haline getirdiler! ”
Abdülaziz’in bu oğlu hemen dokuz aydan beri Hilâfet makamını işgal ediyor. Fransız diplomatı, halife ilân edildiği günlerde de birçok defa onu ziyaret etmiş, kendisi ile konuşmuştur. 1922 yılı Kasım’ında halifeyi şu şekilde görmüştür:
“Abdülmecid, siyasî haklarından mahrum edilmiş olmayı bir türlü kabul etmeyen bir kişi olarak karşımdaydı. Ve bir gün, ne yapıp yapıp, saltanatın eski haklarına tekrar kavuşmaya azmetmiş bir hali vardı. Ben kendisini böyle bir halde tanımıştım.”
Yorgun ve bitik
1923 yılının Temmuz’unda ise, halifenin hali değişik miydi?
Jesse Curely der ki:
“Abdülmecid’i son aylarda ziyaret etmemiştim. Bu defa yorgun, bitik, ihtiyarlamış buldum. Karşımda, cesaretini yitirmiş bir kişi vardı…”
Fransız diplomatı gene de ümitlidir ve hükümetine şu nasihatlerde bulunur:
“Abdülmecid, Türkiye’de iktidarı ele geçirebilecek güce sahip değildir. Bu yolda girişimlerde bulunması da beklenmemelidir. Yalnız, şartların, meziyetleri inkâr edilemeyen bu kişiye yardıma olması ümit edilir. Abdülmecid, Fransa’nın samimî bir dostudur. General Pelle ile çok sıkı temasları vardır. Yetkilerinin genişlemesi, kuvvetinin artması, Fransa’nın menfaatlerine tamamiyle uygundur. Onu müşkül durumlara düşürmekten şiddetle kaçınmalıyız.”
Bir yabancı devletin temsilcisine bu kadar teslim olan Abdülmecid’e hangi şartlar yardımcı olabilirdi? Abdülmecid’in hâlâ saltanatı geri getireceğine ümidini bir türlü yitirmemesinin sebepleri neydi? Kimlere güvenerek, Lozan Andlaşması’nı imzalayanlara, Ankara’ya karşı böyle ağır bir dil kullanabiliyordu?
İngiltere oyuna katılıyor
İstanbul’un belli başlı gazeteleri, gazetecileri onun yanındaydı. Bu arada Ankara’da Cumhuriyet ilân edilmişti ama, hemen arkasından, 9 Kasım’da Anadolu ordusunun kahraman generallerinden Kâzım Karabekir, yanında eski başbakan Hüseyin Rauf (Orbay) olduğu halde saraya gelmiş, halifesinin yanında olduğunu açıkça göstermişti. Çok karışık ve tehlikeli bir hava esiyordu. Ve İngiltere hemen oyuna katılmıştı. 4 Aralık akşamı İstanbul gazetelerinden birkaçına -hilâfetin en koyu savunucularına- mektuplar iletiliyordu. Biri mi getirmişti? Posta ile mi yollanmıştı? Mektuplar Londra’dan geliyordu. Biri Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya, diğeri de İsmet Paşa’ya aitti. Fakat mektuplar daha Ankara’ya ulaşmadan bu gazetelerin eline geçmişti bile! Bir gariplik vardı bu işte. Bir oyun seziliyordu. Gönderenler kimdi? İslâm dünyası adına konuştuğunu iddia eden Ağa Han ile Emir Ali! İki Hindli. Bunlan Hüseyin Cahid de, Ebuzziya Velid de, Ahmet Cevdet de Lozan Konferansından gayet yakından tanıyorlardı. Hatta bu iki Hindlinin İngiliz devletinin hizmetinde olduklarını, güvenilecek kişiler olmadıklarını, Londra’nın izni olmadan bir adım bile atamayacaklarını konferansın devam ettiği günlerde gazetelerinde yazmışlardı. Hindli Müslümanların da bu iki kişiye güveni katiyen yoktu. Bunu da biliyorlardı.
İki Hintli’nin istekleri
Mektuplarda yazılı istekleri neydi bu iki Hindlinin?
1-Halifenin nüfuzunu azaltacak hiçbir yola başvurulmamalıdır.
2-Bir din adamı olarak halifeye, Türkiye’nin siyasî bünyesinde yer verilmelidir.
3-Halife, her zaman Osmanlı hanedanı içinden seçilmelidir.
4-Halife, hiç olmazsa Papa kadar prestij ve nüfuza sahip olmalıdır.
Doğrudan doğruya Türkiye’nin iç işlerine müdahale idi bu istekler! Ve bu müdahaleler, Londra’da Sömürgeler Bakanlığında hazırlanan mektuplar yolu ile ve sözde “İslâm Dünyası” da âlet edilerek yapılıyordu.
Bu kadar açık bir oyun karşısında İstanbullu gazetecilerin basiretlerini birden bağlayan ne olmuştu? Halifeye karşı sonsuz bağlılıkları mı, yoksa Gazi Paşa’ya veya onun yapmak istediği reformlara karşı duydukları kin mi? İşgal devrindeki İngiliz entrikalarını onlardan iyi takip eden, onlardan iyi bilen yoktu. Bütün bu hatıralar sanki birden silinmişti hafızalarında!
Almışlar bu mektupları, hiçbir araştırma yapmadan gazetelerinin birinci sayfalarına yerleştirmişlerdi. Bir yorum yaparak mı? Bu mektupları gönderenlerin İngiltere’nin elinde birer propaganda ajanı olduklarını belirterek mi? Hayır.
5 Aralık sabahı İstanbul halkı heyecan içindeydi. Kimler halifenin yardımına koşuyordu? Olaylar bundan sonra süratle gelişmişti. İngiliz oyununa düşen gazeteciler, İstiklâl Mahkemesi önüne getirilmiş. 25 gün hapiste kaldıktan sonra beraat etmişlerdi. Bu arada gazeteleri bir gün bile yayınlarına ara vermemişti.
Hilâfet kalkıyor
Peşini bırakmamıştı Gazi Paşa, halifenin… Nihayet 3 Mart akşamı Meclis, hilâfeti de kaldırıyor ve o gece Abdüİmecid ile Osmanlı hanedanından kalanlar yurt dışına çıkarılıyordu. İstanbul’un hilafetçi gazetelerine göre, Türkiye için bir intihardı bu hareket (İKDAM); bundan sonra Türkiye birkaç milyonluk küçücük bir devlet, hatta bir (hiç) olarak kalmaya mahkûm ediliyordu (TANİN); şimdi bir başka devlet hilâfeti hemen kapacak, bu kuvveti Türkiye’ye karşı kullanmaya kalkışacaktı (TEVHİDİEFKÂR)… Türk dostu olarak tanınan bir Fransız yazan Claude Farrere de, ECHO DE PARİS adlı gazetede şu kehaneti savurmuştu:
“Mustafa Kemal ve İsmet, bunun cezasını çok ağır ödeyeceklerdir.”
O günden bu güne yıllar geçti: Abdülmecid, 1923’ten sonra İsviçre’de, Paris’te yirmi yıl yaşadı. Kim ona elini uzattı? Hangi devlet, hilâfeti kapmak için gayret gösterdi?
Fotoğraf:Halife Abdülmecid, Fransız diplomatına sürekli Ankara’dakilerden dert yanıyordu. Mustafa Kemal Paşa olayların peşini bırakmadı ve 3 Mart 1924’te hilâfet kaldırıldı, Abdülmecid yurt dışına çıkarıldı. Bazılarının ileri sürdüğü gibi ne Türkiye’nin durumu sarsıldı, ne de kimse Abdülmecid’e elini uzattı. Fotoğrafta, yeni Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk 1931’de Bursa’da halkın arasında görülüyor.
SON
Ömer Sami Coşar