Hilafetin Kaldırılışının Fransız Belgeleriyle Perde Arkası-2
Abdülmecid’in gözü Anadolu’da
İstiklâl savaşı zaferle biterse Vahidettin’in tahtını koruyamayacağını hesaplayan Abdülmecid umutlanıyordu.
Mustafa Kemal Paşa’nın yetkilerini uzatan yasa Mecliste görüşülürken bazı mebuslar M. Kemal’e karşı tavırlarını ortaya koymuşlardı.
GAZİ Mustafa Kemal Paşa’nın kurmayı aklına koyduğu yeni devlet için, hakikaten büyük bir tehlike imiydi Abdülmecid Efendi? Gazi Paşa’ya rağmen, saltanatı yeniden kuracak bir güce mi sahipti? 57 yaşına varan bu adamın ömrü saray duvarlarının gerisinde, yarı hapis halinde geçmişti. Çocukluğu korkularla doluydu. Daha sekiz yaşında iken Babası Sultan Abdülaziz’i tahttan indirmişlerdi. Hemen sonra, kimine göre intihar etmiş, kimine göre katledilmişti! Büyük kardeşi Yusuf İzzettin, bileklerini makasla keserek hayatına son vermişti. Bundan sonra Mecid Efendi, resim yaparak veya piyano başında ya da yabancı gazeteleri okuyarak durgun hayatını sürdürmüştü. Son padişah Vahidettin, Malta Adası’nda İngiliz bayrağının gölgesinde nihayet kendini emniyette hissettiği ilk günlerde, Mecid Efendi’nin seçimini duyuyor, berberi Şükrü’ye diyordu ki; ”Bizim budala, demek saltanatsız Hilafet’e razı! Yani bir tekke şeyhi olacak!”
FRANSIZLARA GÖRE, ABDÜLMECİD’İN HAYATI
Abdülmecid bir budala mıydı? Kendisi ile yakından ilgilenen Fransız Büyükelçiliği’nin istihbarat subayı, onun bir hayat hikâyesini hazırlamıştı. Elçilik arşivindeki dosyalardan çıkarılan bu hayat hikâyesinin en ilginç yönü şuydu:
“1908 Meşrutiyet ilânından sonra Abdülmecid, İttihatçı subaylara sokulmak; onların gözüne girmek için teşebbüslerde bulunmuş, kendisini bir Meşrutiyet aşığı olarak göstermeye dikkat etmiştir. Her fırsatta koyu bir Meşrutiyetçi olarak ortaya atılmıştır. Yalnız İttihatçılar Abdülmecid’e güvenememişlerdir. Onu, “fazlasıyla diplomat, fazlasıyla kurnaz” bir kişi olarak tanımışlardır. Bunun içindir ki, Abdülmecid’i bir yana bırakmışlar ve istibdatcı, saltçılık yanlısı, bağnaz olduğunu bile bile Vahideddin’i veliaht durumuna getirmişlerdir.”
Mustafa Kemal Paşa da 1908 İhtilâli’ni yapan genç subayların arasındaydı. Şüphesiz ki Abdülmecid’i o da yakından tanıyordu. Abdülmecid’in, İstiklâl Savaşı’nın sürdüğü ve Anadolu ordusunun ilk galebelerini elde ettiği günlerdeki davranışları da onun ne derece kurnaz olduğunu ortaya koyuyordu. Bir ara oğlunu Anadolu’ya yollamış, Ankara ile bağlar kurmak istemişti. İşgal altındaki İstanbul’da, sarayı ve tüm hareketleri İngilizler tarafından devamlı bir şekilde takip edilirken, bu gibi teşebbüslere yalnız kendi inisiyatifi ile girişmesi ne imkân olabilir miydi? Bir takım güçler ona yardımcı olmuş ve hatta yönetmemiş miydi?
KURNAZ VE SİNSİ
Kurnaz bir adamdı Abdülmecid. Kurnaz olduğu kadar sinsiydi. İntihar eden ağabeysi Yusuf İzzettin’deki akli dengesizlikler onda yoktu. İstiklâl Savaşı zaferle son bulursa Vahideddin tahtını muhafaza edemezdi. Anadolu ise saltanatsız halifesiz yaşamazdı. Demek ki sıra ona gelecekti. Bu hesapları tek başına mı yapmıştı? Yoksa bir yabancı devletin bunda kendisine yardımları da var mıydı? Gazi Mustafa Kemal daha o yıllar da Abdülmecid’in bu oyununu sezmiş, İstanbul’dan yolladığı oğlu Ömer Faruk’u Anadolu’nun sınırından geri göndermişti. Anadolu’nun ne sultana ve ne de halifeye ihtiyacı vardı. İstiklâl Savaşı daha sonuca varamadan umduğuna kavuşamayan Abdülmecid şimdi Anadolu’nun kahramanı, Türk milletinin göz bebeği, yurdun kurtarıcısı Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı tek başına altedebilir miydi? Yeni halife buna inanacak kadar budala değildi. Ona gene de ümit veren, onu cesaretlendiren birtakım güçler vardı ortada. Bu güçlerin Abdülmecid’e, Abdülmecid’in de bu güçlere ihtiyacı vardı. Onları birleştiren gaye birdi:
– Mustafa Kemal Paşa’yı altetmek, her ne pahasına olursa olsun tesirsiz hale getirmek. Kışlasına dönmesini, yurdu idareye devamdan vazgeçmesini sağlamaktı!
Mustafa Kemal Paşa’ya karşı bu kavgayı çoktandır sürdüren bu birtakım güçlerin büyük bir noksanı vardı. Gazi Paşa’ya karşı birleşirken bir bayrağa ihtiyaç duyuyorlardı. Zaferin kahramanına karşı o sırada bir bayrak bulmak kolay değildi. İşte bu düşünceler, bu entrikalar o birtakım güçlerle, Abdülmecid’i birleştirecekti. Halife bayrağı altında Gazi Mustafa Kemal’e karşı! Ve ne acıdır ki, halife bayrağı altında, İstiklâl Savaşı’nda sonuna kadar görevini yapmış tertemiz kahramanlar, paşalar da toplanacaklardı. Gazi’ye karşı… Abdülmecid’in yanında…
TEHLİKELİ GÜÇLER
Yurt için en büyük tehlike bu güçlerden geliyordu. Ve bunlarla halife işbirliğine koşacaktı. Bir kısmı öz menfaatleri peşindeydi! Fakat bir kısmı da, Mustafa Kemal Paşa’nın kendileri ne anlatmaya, göstermeye çalıştığı hakikatleri bir türlü kavrayamayacak, göremeyecek kadar kör insanlardı… Bu güçler, bu vatan için ne derece tehlikeli oyunlara girişebileceklerini, Mustafa Kemal’den kurtulmak için neler yapmaya muktedir olduklarını savaşın içinde, Büyük Taarruz’dan birkaç ay önce açık açık göstermişlerdi. Bu milletin üç yıldır süren fedakarlıklarını birden hiçe indirmek pahasına…
En tehlikeli oyunlarını 5 Mayıs’ta sergilemişlerdi. Meclis’te çoğunluğa yakın kişileri de kandırarak Başkumandanlık Kanunu’nu uzatmamaya kalkışmışlardı. Elebaşılarından biri, İttihatçı Kara Vasıf, Sakarya’dan beri ordu kıpırdayamıyor, kıpırdayamayacak derken alkışlanmıştı. Ordunun kıpırdayamamış olmasından bahsedilmesi mi bu Meclis üyelerini alkış tutmaya sürüklemişti? “Milleti rezil ediyorlar” diye bir Erzurum Mebusu Hüseyin Avni, her fırsatta Mustafa Kemal’e kinini kusan bir eski subay, Selahattin Bey! O da;
– Taarruz edecek misiniz? Diye Mustafa Kemal Paşa’ya sormuş, Başkumandan da kendisine:
-Taarruz edeceğiz, demiş. Fakat zaman geçmiş, taarruza geçilememiş, demek ki Selahattin Bey haklı ve Mustafa Kemal haksız… Başkumandanlığı, yetkileri kısılarak uzatılsın…
Başkumandanlık Kanunu ortada kalmış. Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı gelmişler Mustafa Kemal Paşa’ya, istifalarını getirmişler. Sabretmelerini isteyerek Meclis’e gitmiş ve savaş halinde ordudan bahsedecek, gizli celse istemiş.
Afyonkarahisar Mebusu Şükrü Hoca sinirlenmiş bu teklife. Saltanatçı, halifeci Hoca bağırmış:
”Milletten neyi saklıyorlar. Aleni celsede söylesinler söyleyeceklerini. Millet de duysun, öğrensin!”
İşte zaferden sonra Abdülmecid’in etrafında kenetlenecek grubun adamları bunlar!
Gazi Paşa, söyleyeceklerini düşmanın duymasının ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmış, askeri bilgiyi, savaş devam ederken, ulu orta, açık açık ortaya dökemeyeceğini belirtmiş, konuşmuş ve nihayet Meclis’in bir çoğunluğunu yanına çekmiş, Başkumandanlık Kanunu, tüm yetkileri ile bir-üç ay için yeniden uzatılmış… Bu kişilerin Mustafa Kemal’e karşı öylesine kinleri vardı ki, durmamışlardı. Bir tehlikeli oyun daha hazırlamışlardı. Sanki bunlara göre Türkiye için en büyük tehlike ne Yunan ordusu, ne İngiltere, ne Fransa ve ne de bunların işgal kuvvetleri idi. Bu büyük tehlike, onların nazarında Gazi Mustafa Kemal Paşa’dan geliyordu. Ne pahasına olursa olsun, Mustafa Kemal’in yetkilerini iyice kısmak lâzımdı.