‘Hilafet Gidince Din Bitmez’
Dönemin Adalet Bakanı Seyit Bey’den sonra Başbakan İsmet Paşa kürsüye çıkar: ‘Hilafet gidince din bitmez’
Başbakan İsmet Paşa ve sözlerinin arasında, “Türkiye Cumhuriyeti dahilinde makamı hilafet mevcut olmamakla diyaneti İslamiyenin icrasında hiçbir eksiklik bulunmayacaktır. Hakikat bundan ibarettir” diyerek “Hilafet makamının İslamiyetin icrasında bir tesiri nüfusu, olamayacağını” Adalet Bakanı Seyit Bey’in sözlerine dayanarak belirtir…
Yasaya karşı çıkan ve uzun uzun konuşan Gümüşhane Milletvekili Zeki Bey’dir. Kendisi, Halk Fırkası’na (Partisi’ne) üye olmayan tek milletvekilidir. Oturum başkanı Fethi Bey (Okyar), Zeki Bey’in sözünün kesilmemesi ve istediği kadar konuşması için büyük bir özen gösterir. Ama yaklaşık dört saat süren oturuma damgasını vuran kuşkusuz Adalet Bakanı Seyit Bey’dir. Hemen hemen iki saat süren konuşması tüm milletvekilleri tarafından dikkatle, sessizce ve ilgi hiç eksilmeden dinlenmiş, sözü, kendisini destekleyenlerin dışında hiç kesilmemiştir.
‘İSTANBUL BASINI’
İzmir Milletvekili olan Seyit Bey, müderristir. Bugünkü söyleyişle üniversite hocasıdır; zamanın ünlü din bilginlerindendir, bir İslam dini uzmanıdır. Konuşması “hilafet”in her yönüyle irdelenmesinin yanı sıra, dört ay önce Cumhuriyetin ilanına saldırmak için halifeyi öne süren “İstanbul basını”na da ve bu konuda tepki veren dış kaynaklara da bilimsel bir yanıt niteliğindedir. Adalet Bakanı konuşmasına, “Tarihi İslamda azim bir inkılap yapıyoruz. Diyebilirim ki bundan daha büyük bir inkılap olamaz. Âlem İslamda daha şimdiye kadar böyle bir inkılap vaki olmamıştır” diye başlar, ardından hilafetin anlamına geçer:
“Hilafet meselesi dini olmaktan ziyade bünyevi (yapısal) bir meseledir; itikat (inanç) meselelerinden değildir (…) İtikada taalluku yoktur. Çünkü hilafet, ‘hükümet’ demektir. Doğrudan doğruya millet işidir. Zamanın icabına tabidir. Kuranı Kerime bakarsanız görürsünüz ki, (…) İslam hilafeti hakkında hiçbir ayeti kerime yoktur. Kuranı Kerim, idarei memleket hususunda bize iki düstur (kural) gösteriyor: Biri, bugün âlemi medeniyette cari olan meşveret’tir ki (bir yol müzakere) bunu Kuran bize 130 sene evvel vaz’etmiştir.
Kuran’da zikrolan ikinci düstur da ‘ulül emre itaat’ düsturudur ki, sizin için emir sahibi olanlara itaat ediniz anlamındadır. Memlekette zaptürapt temin etmek içindir ki o emrü hükümete itaatin dinen vacib olduğunu beyan ediyor.
İşte memleketin idaresi hususunda Kuranı Kerim’de bu iki ayetten başka bir ayet yoktur. Hilafet meselesi dünyevi ve siyasi bir mesele olduğu içindir ki nususu şeriyede (dogmalarda) bu mesele hakkında tafsilat yoktur.
Meselâ: Halifenin nasıl tayin edileceği, hilafetin şartlarının neden ibaret olduğu, her zaman da tayin etmenin vacip olup olmadığı hakkında sarih (açık) ve kati hiçbir hadis de yoktur. Bunun hikmeti nedir? Adap ve adata dair birçok hadis varidolsun da niçin hilafet meselesi hakkında sarih bir hadisi şerit varidolmasın?
Bunun nedeni şudur ki hilafet öyle zannolunduğu gibi mesaili asliyei diniyeden (temel dini sorunlardan) değildir; siyasi meseledir. Zamana örf ve adata göre değişir. İcabatı zamana tabidir.”
DiĞER MÜSLÜMAN ÜLKELER
Adalet Bakanı hilafet konusunda bizim dışımızdaki Müslümanların düşünceleri için de şu görüşü bildirir:
“Efendiler, kendi kendimizi aldatmayalım. Âlemi İslâmî biz hiç aldatamayız. Onların içinde birçok ulema vardır. Kâffesi bugün bizden âlimdirler. Onlar ‘Hilafeti İslamiye’nin ne olduğunu bilmezler mi? Hint uleması, Mısır uleması, Yemen uleması ve diğerleri halifenin Kureyş’ten olması lazım geldiğini bilmezler mi?
Bu saydığım yerlerin hiçbir âlimi bizim padişahların halifeliğini kabul etmez (…). Onların uleması hiçbir zaman bizim padişahlara ‘halife’ dememiştir. Hatta bizim Osmanlı ulemamız bile kendi padişahlarına ‘halife’ dememişlerdir. Nedeni, halifenin Kureyş’ten olması gerektiği, başkasının halifeliğinin caiz olmayacağının bildirilmiş olmasıdır. Zannediliyor ki biz hilafeti lağvedersek Mısır’da, Hindistan’da ve diğer İslam memleketlerinde pek fena tesir yapacak. Bu bence pek boş bir fikirdir.
Emin olun efendiler, bunun âlemi îslamda hiçbir tesiri olmaz. Söylediğim gibi, âlemi İslamın uleması kimin halife olacağını ve nasıl halife lazım geldiğini bizden iyi bilir.
Âlemi İslamın bize olan muavenetini (yardımını) bilmiyorum; hakikaten var mıdır? Efendiler, beş-on lira vermekle muavenet olmaz. Vaktiyle İstanbul’da cihad fetvası ısdar olunduğu (çıkarıldığı) zaman âlemi İslamdan hiçbir sadayı icabet sadır olmadı.
Irak’ı, Suriye’yi ve hatta makam hilafet (hilafet başkenti) addolunan İstanbul’u işgal eden ordular Hindistan’ın Müslüman askerlerinden idi. Beni Ürbiyan hanında bir odaya kapayarak başında nöbet bekleyen Müslüman Hint askeri idi(…)
Tekrar edeyim şerifişerif nazarında ’hilafet’ten maksat ‘hükümet’tir. Adil bir hükümet tesis etmektir. Hükmetmekte de usul olarak ‘meşveret’ tavsiye ediliyor. Bizim de bugün (Meclis’te) tesis etmek istediğimiz usulu idare ‘meşveret’tir. Hükümeti meşveret esası üzerine tesis etmek istiyoruz ve hatta ettik de, daha ne istiyoruz?
Başımızda ’heyula’ gibi bir halife bulundurmanın ne manası vardır?”
‘HALİFELİĞE SON‘
Adalet Bakanı Seyit Bey, bu son bölümü söyledikten kısa bir süre sonra konuşmasını bitirir. Bu oturumun Tutanak Dergisi’nde 41 büyük sayfa tutan tutanaklarının 23 sayfası Adalet Bakanı’nın konuşmasına aittir. Bakanın konuşmasından sonra Başbakan İsmet Paşa kürsüye çıkar, sözlerinin arasında: “Türkiye Cumhuriyeti dahilinde makamı hilafet mevcut olmamakla diyaneti İslamiyenin icrasında hiçbir eksiklik bulunmayacaktır. Hakikat bundan ibarettir” diyerek “Hilafet makamının İslamiyetin icrasında bir tesiri nüfusu, olamayacağını” Seyit Bey’in sözlerine dayanarak belirtir.
İsmet Paşa’dan sonra Zonguldak’ın ilerici milletvekili Tunalı Hilmi de Adalet Bakanı’nın görüşlerini destekleyen bir konuşma yapar; kısa sürede oylamaya geçilip yasa kabul edilir; böylece halife görevinden çıkarılır, halifeliğe son verilir.
ATATÜRK’E TEKLİF
Ne var ki, henüz daha umutlar bitmemiştir; son bir çare olarak Atatürk’ün halife olması istenir. Olayı ayrıntılarıyla Söylev’de (Nutuk’ta) anlatır Atatürk. Meclis’in halifeliği kaldırdığı sırada, Antalya Milletvekili din bilginlerinden Rasih Hoca (Kaplan), Hindistan’daymış; Mısır’a da uğrayarak Ankara’ya dönmüş. Atatürk’ün kendisiyle konuşması sırasında Rasih Hoca, gezdiği ülkelerdeki Müslüman halkın Atatürk’ün halife olmasını istediklerini iletmiş.
‘GÖLGEMSİ MEVKİ’
Atatürk’ün yanıtını Söylev’den aktaralım:
“Siz din bilginlerindensiniz, halifenin devlet başkanı demek olduğunu bilirsiniz. Başlarında kıralları, imparatorları bulunan halkın bana ulaştırdığınız dilek ve önerilerini ben nasıl kabul edebilirim? Kabul ettim desem o halkın başındaki kişiler bunu isterler mi?
Halifenin buyrukları ve yasakları yerine getirilir. Beni halife yapmak isteyenler buyruklarımı yerine getirebilecekler mi? Bu duruma göre yapacak işi ve anlamı olmayan gölgemsi bir oruna (mevkiye) oturmak gülünç olmaz mı?”
Kuşkusuz bunlar son soluklardır. Atatürk’ün dediği gibi:
“Müslüman halkı bir halife korkuluğu ile uğraştırmayı ve kandırmayı sürdürmek çabasında bulunanlar, yalnız ve ancak Müslümanların ve özellikle Türkiye’nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna kapılmak da ancak ve ancak bilgisizlik ve aymazlık belirtisi olabilir.”
Daha başka ne söylenebilir ki?