Hepsi İyi Niyetli, Vatanperver İdiler Ama Dört Yüz Dirhem İnanan Tek Adam Atatürk’tü
Bu anı, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi emekli öğretim üyesi Şükrü Elçin tarafından ‘Hacı Derviş’ten Duyduklarım’ başlığıyla Erdem Dergisi’nin Eylül 1989 tarihli 12. sayısında yayımlanmıştır.
1939’da Sivas Lisesi’nde hocalığa başladığım günlerde herkesin sevdiği, saydığı, orta boyda çocuk yüzlü, mahcup tabiatlı, ağzında piposu iddiasız bir adam vardı. Sivas müftüsünün bana anlattığına göre çok cesur olan bu adamın adı Hacı Derviş’ti. Hacı Derviş, Lisenin idare işlerinde vazifeli küçük bir memurdu. Lise müdürü Faik Dranas, bir gün, “Hacı Bey Kongre’de Atatürk’ün hizmetinde bulunmuştur, birçok müşahedeleri var, ricâ edin, size bir iki hâtirasını anlatsın” dedi. Bir gece Lisenin öğretmenler odasında Hacı Bey Atatürk’ün hizmetine nasıl girdiğini hemen hemen aşağıdaki sözlerle şöyle hikâye etti:
Atatürk Sivas’a gelince İttihat ve Terakki Cemiyeti reisini çağırtmış. Bana hizmet edecek bir adam bul, demiş. Reis beni uygun görmüş. Çağırdılar. Liseye geldim. Paşa müdür odasında çalışıyormuş. Kapıyı vurdum, sert, ince madeni bir ses duyunca odaya heyecanla daldım. Reisin gönderdiğini söyledim. Uzun uzun bana baktı. Benimle çalışır mısın diye sordu. Bir hafta mühlet istedim. Bunun üzerine “memleketin bir hafta düşünmeye vakti yok, yarın kararını bildir” dedi.
Odadan çıktım. Allah inandırsın, âdetâ büyülenmiştim. Geriye döndüm. Kapıyı vurmadan açtım. “Gabul Paşam” cevabını verdim.
Atatürk memnun olmuş, ben de mahcubiyetten biraz kurtulmuştum. Atatürk pantalonunun cebinden örme bir para kesesi çıkardı. Bütün paraları önündeki masanın üstüne döktü, “Al bunları çarşıya git, bana çok büyük bir hesap defteri al, gel” dedi.
Ben acele çarşıya gittim. Dükkân dükkân dolaştım; sonunda Balkan Harbi’nde bir manifaturacının İstanbul’dan getirip kullanamadığı defter koltuğumda liseye döndüm.
Gazi, yarından itibaren bütün masrafları kuruşu kuruşuna bu deftere yaz emrini verdi. Heyecanım geçmişti: “Paşam, bu hengâmede senden kim hesap sorabilir”: “Çocuk, bir gün gelir, millet benden de başkasından da tek-tek hesap sorar” şeklinde konuştu. Gazi Sivas’tan ayrılırken isteği üzerine o defteri teslim ettim.
Erzincan zelzelesinin memleketi ve Sivas’ı mâteme boğan günlerden sonra bir gece sohbetinde söz Kongre günlerine intikal etmişti. Hacı Bey’e çalışmalara ait intibâlarını sordum. Kısaca şunları söyledi:
Kongrede herkes elinden gelen vazifeyi yapıyordu. Ama en çok çalışan Atatürk’tü. Geceleri iki, ikibuçuk saat uyuyordu. Hiç unutmam, o uykuda iken veya gündüzleri odasında yalnız çalışırken bazı kimselerin koridorlarda birbirlerine fısıltı halinde “bu Mustafa Kemal bekâr adam. Çoluğu yok, çocuğu yok; ya padişah kazanırsa halimiz ne olur. O, Köroğlu gibi dağlara çıkar, virân olası hânede evlâd ü iyâl var” dediklerini yediğim ekmek gibi hatırlıyorum.
Ben, bu konuşulanları Paşa’ya söyledim. Hiçbir şey söylemedi. Ertesi günü arkadaşlarını topladı. Türk ve İslâm tarihinden misaller getirerek mânevî havayı tazeledi. “Bir Türk devleti battığı zaman, tarihte mutlaka ikinci bir Türk devleti kurulmuştur” sözünü o konuşmada kendisinden duydum.
Sana bir şey söyleyeyim Şükrü Bey gardaşım, hepsi iyi niyetli, vatanperver idiler ama “dört yüz dirhem inanan tek adam Atatürk’tü.”