Hatay Devlet Başkanı Tayfur Sökmen Anlatıyor
Hatay’ın önce bağımsızlığına, sonra da anavatanına kavuşabilmesi için yurtsever arkadaşlarını biraraya getirerek örgütleyen ve işgalcilere karşı onlarla birlikte silahlı savaşım veren Bağımsız Hatay Devleti Başkanı Tayfur Sökmen, anılarını kaleme aldığı “Hatay’ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar*” kitabında, 1923 yılında gittiği Adana’da kendisinden, Antakya ve İskenderun’u kurtarmasını isteyen Hataylılar’a, Mustafa Kemal’in bu konuda söz vermesi olayını anlatıyor.
Türk Tarih Kurumu, 1976 – Bütün Dünya
“1923 yılının Ocak ayında, Mustafa Kemal Adana’ya geldi. Karşılama töreninde bize de yer verildi. Cumhuriyet henüz ilan edilmemişti. Mustafa Kemal yurt gezisindeydi. Adana’ya vardıklarında siyah bayraklarla karşıladık. Yas içinde olduklarını dile getirmek için baştan aşağıya siyahlar giyinen bir grup kadın önlerine çıktı. Ellerinde levhalar olan dört kız yolun ortasına dikildi. Levhalarda Antakya ve İskenderun adları vardı ve Mustafa Kemal’den kendilerinin de kurtarılmasını istiyordu.
Mustafa Kemal sıramıza gelince levhaları taşıyan kızların önüne başka bir kız çıktı. 18 yaşlarında siyahlar giymiş sevimli bir kız… Hatay için ilk toplantı yaptığımız Manifaturacı Antakyalı Affan Efendi’nin kızıydı. Bir ucundan tuttuğu ‘Gazi baba bizi de kurtar’ sözlerinin yazılı olduğu pankartla söylevine başladı. Elinde kağıt yok, dilinde sürçme yok, tavrında yapmacık yok, ruhtan gelen ve ruhlara giden bir söylev…
Herkes nefeslerini tutmuş genç kızın söylevini dinliyordu. Beş dakikalık bir söylev. Fakat bu söylev değil, söz biçimine girmiş bir hıçkırıktı. Kız söylemiyor, inliyordu. Bu Antakyalı genç kız sanki bir çocuk değildi; vatandan ayrı kalan o beldelerin konuşan bir ruhu, o beldelerin ağlayan ve ağlatan bir yürek gücüydü.
O anda bütün gözler Mustafa Kemal’e dikildi. Ne diyecek diye bekleniyordu. Onun da gözleri yaşlıydı. Atatürk, ‘Kırk asırlık Türk yurdu, esir kalamaz!’ dedi.
Bu tablo törende bulunan yediden yetmişe herkesi duygulandırdı ve ağlattı.”
Tayfur Sökmen aynı kitapta, Hatay’ın önce bağımsızlığına, sonra da anavatanına kavuşması çalışmalarında Mustafa Kemal Atatürk’ün “perde arkasındaki” yönetiminin, tanık olduğu bölümünü de anlatıyor:
“Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’la Dörtyol’da tanıştım. Durumu ona uzun uzun açıkladım. Bir iki gün sonra Ankara’ya döndü. Beş on gün sonra postacı bana mühürlü bir mektup uzattı. Hasan Rıza Soyak davamız konusunda yaptığımız çalışmalarımıza ilişkin belge ve bilgi istiyordu.
1934 yılında Hasan Rıza Soyak, milletvekili seçimlerine girmem için parti merkezine gitmemi söyledi. Parti merkezinde ‘Antalya Seçim Kurulu’na, Antalya’daki bağımsız milletvekilliğine adayım’ yazan telgrafı imzalayarak Antalya’ya gönderdim.
Birkaç gün sonra Antalya valisinden aldığım telgrafla milletvekili seçildiğimi öğrendim. Dolmabahçe’ye gidip Atatürk’e ilettim. Beni kutladı ve ekledi:
‘Sökücü bir kimse olduğun için soyadı yasasına göre size “Mürselzade” yerine, “Sökmen” soyadını uygun görerek veriyorum. Yadigarım olsun’ dedi.
Teşekkür edip Antalya’ya gittim. Çalışmalar yaptıktan sonra meclise döndüm.
Atatürk, Hatay davasını tam anlamıyla kendisine uğraş edinmişti. Bunu bilmeyen yoktu. Atatürk, Hatay davası ile daha yakından uğraşabilmem için benim Antalya bağımsız milletvekili olarak seçilmemi uygun görmüştü.
1936 yılının TBMM açılış konuşmasında Atatürk, ‘Fransızlar ile aramızda yıllardır sürüp giden davanın sonuçlandırılmasının bundan böyle zamanı gelmiştir’ diyerek Fransızlar ile aramızda askıda duragelen Hatay sorununun çözümlenmesi gerektiğini açıkça dünyaya duyurdu.
Ertesi gün Atatürk, beni çağırttı ve şu talimatı verdi:
‘Sökmen, bugünden başlayarak davaya resmen el kondu. Antakya, İskenderun ve havalisinin adı bundan böyle Hatay’dır. Örgütünüzün adını da “Hatay Erginlik Cemiyeti” olarak değiştirin ve çalışmalarınızı bu ad altında yürütün. Örgüt merkezi yine İstanbul’da olmak üzere Mersin, Dörtyol, hatta Kilis’e şube açın. Denizden, karadan hatta dağdan Hatay’a gidip gelinmesi daha kolay olacağı için faaliyet merkeziniz Dörtyol şubeniz olsun. Bu şube açıldığı zaman Antakya’daki cemiyetin adı da değişerek “Hatay Erginlik Cemiyeti” adını alsın.’
Bu talimatını şu sözleriyle noktaladı:
‘Gazanız mübarek olsun, Allah utandırmasın ve başarılı etsin.
(Bütün Dünya’nın Notu: Bölgenin adı Hitit döneminde “Hatti” ülkesi anlamında “Hattena” idi. Atatürk, “Kırk asırlık Türk yurdu” dediği yöreye bu yüzden Hatay adını vermiştir.)
Birkaç gün sonra açılan Dörtyol şubesi çalışmaya başladığında, Fransızlar ‘Sınır üzerinde bir milletvekiliniz tarafından aleyhimize kışkırtıcılık yapılmakta olduğunu duyuyoruz’ biçimde şikayette bulundular.
İşte ancak o zaman Atatürk’ün beni ‘bağımsız’ milletvekili olarak seçime sokmasının nedenini anlayabildim. Atatürk, Fransızlar’ın bu şikayetlerine kısaca şu yanıtı verdi:
‘Sınırda çalıştığı söylenilen milletvekili bağımsızdır. Anayasamıza göre bağımsız bir milletvekili, istediği gibi davranır. Bizim buna karışma hakkımız yoktur.’”
Atatürk’ün en sevinçli günü, 4 Temmuz 1938 tarihinde, hiç kuşkusuz Hatay’ın anavatana kavuşmasının ilk aşaması olan, bağımsız bir devlet biçimine gelişini gördüğü andır.
Mustafa Kemal Atatürk, yıllar önce “Kırk asırlık Türk yurdu esir kalamaz” dediği ve gerektiğinde diplomatik yolları, gerektiğinde silahlı çatışma yollarını arka plandan yöneterek tutsaklıktan kurtardığı Hatay’ın anavatanına kavuşmasını, anavatanıyla bütünleşmesini göremeden yaşama gözlerini kapadı ama… Gözlerini kaparken, gözleriyle görmüşcesine bir kesinlikle biliyordu bu tarihsel gerçeğin kesinlikle gerçekleşeceğini…
*Türk Tarih Kurumu, 1976