Hasan Ali Yücel, Köylü Ve Atatürk

Küçük işportanın içinde Atatürk’ün yakaya takılacak kıt’ada ve etrafı siyahlı resimleri var. Beş kuruşa satılıyor. Alıcı kalabalığının içinde bir köylü, hareketsiz, dalgın duruyor. 

Uzun zamanlar vücudundan ayrılmaksızın giyile giyile bir deri haline gelmiş yamalık kumaş elbiseli bu yağız çehreli köylü, resimlere, derin gözlerle baktıktan sonra yeleğindeki cebe benzer delikleri karıştırmaya başlıyor. 

Ne kaygılı, ne üzüntülü bir yüzü var. Telaşlı telâşlı arıyor. Aradığını bulamamak korkusu hiçbir hissi gizli kalmayan bu insanın yüzünde titremektedir. Birden gözlerinin içi güldü. Beş kuruşçuğunu bulmuştur. Hemen satıcıya nikel çeyreği uzatıyor ve sevgili Atatürk’ün siyah çerçeveli resmine artık sahiptir. Asıl içli manzara bundan sonra başlıyor. Resmi yarı gülen, yarı ağlayan duygu içinde, zedelemekten korkan bir itina ile yakası kaybolmuş ceketinin sol yanına, kalbinin üstüne onu öyle usul usul, öyle okşaya okşaya bir iliştirişi var ki… Bu resme sahip olmak, belki başka parası olmayan bir köylü için hazineler bulmuş kadar bahtiyarlık verici… 

İlk defa ona ‘efendi’ diyen insana bu sözü hiç kimseden duymamış Türk köylüsünün sessiz ve gösterişsiz minnet ve şükranı…