Hamdullah Suphi Tanrıöver

“Yolumuzun üstünde yeniden doğan bir güneşin aydınlattığı bir dağ başı gibi herkesten evvel o ışığı alan esrarengiz başınla sen yüksek bir fikirsin! Sen bir ateşsin! Sen Türk milletinin bir cihat bayrağısın!” Hamdullah Suphi Tanrıöver, Dumlupınar’da “Şehit Asker” anıtının açılış töreninde Atatürk’e böyle hitap ediyordu. 

Meşrutiyet ve cumhuriyet dönemlerinin tanınmış yazar ve hatibi Hamdullah Suphi Tanrıöver, Kurtuluş Savaşı sıralarında İstanbul’dan Ankara’ya gelmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin birinci döneminde Antalya Milletvekili olarak mücadeleye katılmış ve Milli Hükümet’in ilk Milli Eğitim Bakanı olmuştur. Türkocakları Başkanlığı, üniversite hocalığı ve büyükelçilik de yapmış bulunan Tanrıöver, Kurtuluş Savaşı ve sonraki dönemlerde milliyetçi ve toplumcu yazılarını “Dağyolu”, “Güne Bakan” adlı yapıtlarında toplamıştır. 

Fethi Okyar tarafından “Serbest Cumhuriyet Fırkası” kurulduğu sıralarda 11 Eylül 1930 tarihli Akşam gazetesinde davayı üstlenmeleri için aydınlara ve gençliğe seslenerek: “Bu sesi koruyacaksın!” adlı makalesi de o günlerde ün yapmıştır. 

Bugünkü milli marşımızın metni, Tanrıöver’in Milli Eğitim Bakanlığı zamanında yarışma dışı olarak ele alınmış ve tercihini de belli ederek Meclis kürsüsünden çok güzel ve heyecanlı okuması sonucu kabul edilmiştir. 

Böylesine bir kişiliği olan Tanrıöver’in zaman zaman duygusal davranışları da görülmüş ve güzel konuşmalarını bu çerçeve içinde yaparken bazen Atatürk’e ters düşmüş ve O’nun sert çıkışlarına uğramıştır. Milli mücadelenin en kritik günlerinde Bursa’nın düşmesi üzerine şehri terk eden Vali Bekir Sami Günsav’ın bu davranışını Meclis’te acı bir dil’le eleştiren Tanrıöver’e Atatürk’ün yanıtı inandırıcı ve sert olmuştur. Demiştir ki: “Bekir Sami Bey Bursa’yı terk etmemiştir. Ben, kendi imzam altında Bursa işgal edilmeden emir verdim. Askeri durumun gerektirdiği harekâtın doğrusu Bursa’yı terk etmek idi. Eleştirilecek bir nokta varsa Bekir Sami Bey’in niçin daha önce terk etmeyişidir.” Ve milli mücadele çalışmalarını anlatırken de: “Biz bu harekât ile uğraşırken Hamdullah Suphi Bey İstanbul’da oturuyordu.” demiştir.

Bilindiği gibi Hamdullah Suphi Tanrıöver hayatı boyunca bir gün dahi askerlik yapmamış olduğundan doğal olarak bu gibi konulara tamamen yabancı idi. Askerlik yapmamasının nedenini de kendisi şöyle anlatır: “Askere gitmek için ilgili mercilere başvurdum: ‘Biz askere alacak binlerce kişi bulabiliriz ama, Darülfünun’a ikinci bir Hamdullah Suphi bulamayız. Sen yine irfan ordusunun başında kal’ yanıtını verdiler.”

Yine bu günlerde İkinci Grup’tan yükselen olumsuz sesleri yatıştırmak için, Mustafa Kemal Paşa kendi arkadaşlarına Meclis’te “Kuvvai Milliye” üzerinde konuşmalarını rica etmişti. Tanrıöver’in bu konudaki çok heyecanlı konuşması sırasında: “Kuvvai Milliye, mukaddes cinnettir.” der demez Atatürk, yerinden fırlayarak:

– “Ne söylüyor bu adam? Mukaddes cinnet ne demek? Kuvvai Milliye hesaptır, hesap!” diye bağırdığı görülmüştür.

1927 yılının 1 Temmuz günü… Sekiz yıl ayrılıktan sonra Atatürk, ilk defa İstanbul’a gelmektedir. Karanlık içinden geçerek aydınlığa ermişler, vatan hainliğinden vatan kurtarıcılığına yükselmişlerdi. Ertuğrul Yatı’nın güvertesinden İstanbul’a bakıyorlar. Camilerin şerefelerine, evlerin damlarına kadar her yer insan yığınları ile dolu. Bütün İstanbul ayakta, bütün İstanbul bir yaşındaki çocuğundan seksenlik ihtiyarına kadar karşılarında.

Tanrıöver Atatürk’e:

– Kimbilir ne kadar heyecanlısınız? diyor.

Atatürk Tanrıöver’in elini tutarak kalbine götürüyor:

– Heyecan var mı orada?

– Yok Paşam!

– Bak neden yok söyleyeyim, çünkü iyi biliyorum, gün gelebilir, bu aynı yoğun kalabalık bizi linç etmek için böyle toplanır.

Tanrıöver’in hoş görünme çabaları boşa çıkmıştır.

Bununla beraber, birlikte çalışmaları süresince arkadaşlıklarında bir kopukluk olmamıştır. Gün gelmiş O’nu anlamaya ve anlatmaya çalışmış, O’nun davasına hizmette kusur etmemiştir. Bir gün Afganistan Elçiliği’ndeki bir törende Atatürk Tanrıöver’e “Bir nutuk söyle” demiş, hazırlıksız olmasına karşın konuşmuş. Nutuk bittikten sonra Atatürk:

– “Hamdullah, demiş, nedenini bir türlü bulamadım. Senin nutuklarını dinlerken daima gözlerim yaşarır, bunu bana açıklar mısın?

– Paşam, ben sizin fikirlerinizin adamıyım. Beni dinlerken kendi sesinizi duyuyorsunuz!

Yine bir gün Atatürk sorar:

– Hamdullah, ben neye benziyorum!

– Kaplana benziyorsunuz. Yalnız yüzünüz değil yaradılışınız da benziyor. Beklenmedik üzüntülerinize kaç defa tanık oldum. Biraz sonra adeta nedamet duymuş gibi uysal, sevecen, tamir edici sözler söylüyor, tavırlar alıyorsunuz. Hatta Paşam, bir şey daha ekleyeceğim. Ayın ışığında bir ormanın kuru yapraklarına basarak geçen kaplanın ayak sesini ağacın dalında bekleyen avcı duymuyor. Böyle sessiz bir yürüyüşünüz var. Her alanda büyük atlama hareketleriniz, bu yaradılışınızın sonucudur. 

Sizi şahsen tanıdıktan sonra ilk yaptığım inceleme şu oldu: Etrafınızda bulunan arkadaşlarınız ne zamandan beri yanınızdadır? Yaveriniz Muzaffer Kılıç, Nuri Conker, Refik Saydam, Salih Bozok, hepsine birer birer sordum. Ve aldığım yanıtlar bana muhtaç olduğum huzuru verdi. Sizin yanınızda bu fikir birliği dolayısıyla bütün bir ömür beraber bulunmak mümkündür. 

Tekrar hitap ettim: 

– Paşam, dedim, niye bu küçük yorumla yetineceksiniz? Tarihin bazı dönemleri vardır, onlara fırtına mevsimi derler. Denizlerin fırtınalarında, kanatlarını enginlere açarak, ufuklardan ufuklara geçen Albatros kuşu hakkında bir şey okudunuz mu? Siz bir fırtına mevsimi kuşusunuz. Yüzünüzün hareketleri, yürüyüşünüz, konuşmanız, milli tarihin çok feci günlerinde Türk milletine, ufukların ardında bir selamet sahili olduğunu gösteren Albatros kuşuna da benziyorsunuz. Bunu önceki tanımımı tamamlamak için söylüyorum.” 

Birinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi toplantılarına dinleyici olarak ilk giren Türk kadını Latife Hanım olmuştur. O günün heyecanı içinde Hamdullah Suphi Tanrıöver bu asil Türk kadınına toplantıdan sonra şöyle sesleniyordu: 

“Sizin şahsınızda bugün Türk kadını bir ihtilal yapmıştır. Siz, locanızda bir ihtilal bayrağı gibi dalgalanıyordunuz.”

Nihayet, uzun yılların acı ve tatlı anıları, Atatürk’ün Hamdullah Suphi’ye kendi eliyle bir kağıda yazıp verdiği ve onun da bir şeref belgesi olarak sakladığı “Tanrıöver” soyadı ile noktalanmıştır. 

Tanrıöver’in 10.6.1966 günü yaşantısı son bulmuştu. 

Kaynak: Atatürk ve Çevresindekiler, Kemal Arıburnu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1994, ISBN:975-458-064-2