Görgü Tanıklarının Anılarından: Başını Gövdesinden Kestiler
Menemen Olayı’nın üzerinden yıllar geçti… Olayın görgü tanıklarının hemen hepsi aramızdan ayrıldı. Onlar, yaşamları boyunca, hep o dehşet anını anımsadılar… Artık aramızda olmayan Osman Yurtsever ve Ragıp Dere ile Hikmet Çetinkaya’ya konuşmuştu. Singer Osman adıyla tanınan Osman Yurtsever, 23 Aralık 1930’da Menemen’de gördüklerini şöyle anlatıyordu: (23 Aralık 1994, Cumhuriyet Gazetesi’nden)
Gözlerinin içi kan çanağına dönmüştü
”Biz bu kişileri önce avcı sanmıştık. Çünkü üzerlerinde avcı giysileri vardı. Ama bunlar camiye girip halkı silahla tehdit etmeye başlayınca ne yalan söyleyeyim korkmuştuk. Kimdi bunlar? Niçin silahlarıyla camiye baskın yapmışlardı? Bu olayın Menemen halkıyla yakından ve uzaktan bir ilişkisi yoktur. Bu adamların gözlerinin içi kan çanağına dönmüştü.
Aradan yıllar geçmesine karşın hâlâ unutamıyorum. Çoğu çocuk denilecek yaşta, genç insanlardı bunlar. Kunduralarının ökçeleri basıktı. Sonradan adının Derviş Mehmet olduğunu öğrendiğim kişinin elinde ise kırma bir tüfek vardı. Yanında on yedi on sekiz yaşlarında iki genç vardı. Bunları duruşmalar sırasında tanıdım. Ali oğlu Hasan ile Nalıncı Hasan adlı kişilermiş bunlar. Ben Nalıncı Hasan’ı caminin önünde bayrakla gördüm.”

Ragıp Dere ise o günü şöyle anımsıyordu:
“Ben kahveci Mustafa Dayının yanındayım. Önümüzden dördü silahlı, altı adam geçti. Bir ikisi çocuktu. Yemeni biçiminde olan kunduraları basıktı. Çarşı içinden Müftü Camii’ne doğru yöneldiler. Az sonra bir el silah patladı. Biz Mustafa Dayı’yla yerimizden fırladık. Koşarken bir el daha silah sesi duyuduk. Müftü Camii’nin çevresine geldiğimizde on, on beş kişinin toplandığını gördük. Tetiğe durmadan dokunan Derviş Mehmet’ti. Elbet o an adını bilmiyorduk. Sonradan duruşmalar sırasında öğrendik. Tanıklar olsun, sanıklar olsun. Derviş Mehmet’in sürekli tetiğe dokunduğunu söylediler. Mehmet hem tetiğe dokunuyor, hem de ‘Menemen ve çevresi yetmiş bin kişiyle kuşatıldı’, diye bağırıyordu. Bu sırada yeşil bayrağı taşıyan genç, caminin önünde toplanan halka, kendilerine katılmalarını söylüyordu. İşte tam bu sırada, jandarma geldi. Yüzbaşı sanıklara dağılmalarını emretti. Giritli Mehmet ise şeriat ilan ettiklerini ve dağılmayacaklarını söyledi. Yüzbaşı Fahri Bey durumun kritik olduğunu anlayıp gerekli önemleri almak için olay yerinden ayrıldı. Bir süre sonra, yedek teğmen Kubilay bir manga askeri ile olay yerine geldi. Asker, Menemen sokaklarından birine mevzilenmişti. Süngü takan asker, Kubilay Teğmen’den emir bekliyordu. Bu arada bir el silah sesi duyuldu. Kubilay Teğmen ağır yara almıştı. Tetiğe dokunan Giritli Mehmet’ti. Cami çevresine toplanan halk ise silah sesiyle birlikte paniğe kapılıp kaçmaya başladı. Ağır yaralı Kubilay, cami avlusuna doğru koştu. Ancak, fazla kan kaybından olduğu yere yığılıp kalmıştı. İşte bu sırada Giritli Mehmet, torbasından bağ bıçağını çıkarıp Kubilay’ın üzerine atılıp başını gövdesinden ayırmış.”
Türk Ocağı gençlerinin haberi olsaydı
Menemen’de daha sonra 10 yıl belediye başkanlığı da yapan Bedri Onat ise Kubilay’ı başından koparılmış vücuduyla cami avlusunda görenlerdendi:
“Beynimden vurulmuşa döndüm. Ama olan olmuştu. Bizim eğer daha önce Türk Ocağı gençleri olarak haberimiz olsaydı, biz onları orada kıskıvrak yakalardık. Adamların kafasında zaten bir şey yok. Esrar içe içe bitip tükenmişler. Makineli tüfek kurşunları esrar tabakalarını delip geçmiş. Bunlar, bir süre önceye kadar belediyenin müzesindeydi. Eğer olay o yıllar Anadolu’nun daha içlerinde, gerilikle daha fazla ilgisi olan bir yerde olsaydı arkalarından çok daha fazla adam sürüklerlerdi. Bizim burada öyle bir şey yok. Biz zaten iki evladımızı şehit vermişiz bu uğurda. Biri Hasan, diğeri de Şevki, iki bekçi…”
Menemen olayının bugün aramızda olan görgü tanıklarından ikisiyle Menemen muhabirimiz Ulvi Tanrıverdi görüştü. Mustafa Şengönüller, Kubilay’ın öldürüldüğü gün 15 yaşındaymış:
Ellerinde yeşil bayrak, bağırıyorlardı
“O günlerden bugüne hatırladığım en önemli şey, korku… Biz işimize çok erken giderdik. O gün yine erkenden çalıştığım marangozhaneye gittim. Mehmet Usta, çarşıda olaylar olduğunu, hemen eve gitmemi ve dışarı çıkmamamı söyledi. Ben merak ettim gittim. Caminin önünde 10-15 kişilik bir grup vardı. Ellerinde yeşil bir bayrakla bağırışıp duruyorlardı. Yeşil bayraklı, sakallılar Menemen’in çevrildiğini söylüyorlardı. Halkın kendilerine katılmalarını istiyorlardı. Dinin elden gittiğini bağırıyorlardı. Korkup eve kaçtım…”
Sami Özyılmaz ise, o yıllarda şoförmüş… O gece sabaha karşı İzmir’den bir işten dönmüş… Gerisini kendisi anlatıyor:
“Uyuyordum. Eniştem bakkaldı. Dükkanı açmaya gitmiş, sağdan soldan duyduğuna göre Menemen sarılmış yeşil bayrağın altından geçmeyenlerin kurşuna dizileceği söyleniyormuş. Eve dönmüş. Enişteme İzmir’den gelirken etrafta kimseyi görmediğimi söyledim. Birlikte gidip dükkanı kapattık. Eniştem eve, ben de hükümetin önüne gittim. Ben Mehdiyim diyen adam bir şeyler söylüyordu. Kubilay askerlerle geldi. Askerler bir kenarda bekleşirken, Kubilay gidip o adamla konuştu. Aralarında tartışma çıktı. Adam silahını ateşledi, Kubilay yaralandı. Sonra kafasını kestiler…”
Sözün burasında duruyor. Yüzünde sanki fırtınalar esiyor. Öfkeli bir ses tonuyla o günü anlatmayı sürdürüyor:
“Olaylardan sonra Alay’dan mitralyöz yani makinalı tüfekler getirdiler. Taradılar, bazıları öldü… Sonra Divan-ı Harp kuruldu.. Ben şoför olduğum için iki günde bir nöbetçi kalıyordum. ‘Gidin şunları alın gelin’ diyorlardı, alıp getiriyorduk. Sorguları yapılıyordu. Sonunda darağaçları kuruldu, 28 kişiyi idam ettiler. İdam gecesi ben yine nöbetçiydim. Hükümetin önünde ilk darağacı kuruldu. Sonra yol boyunca idamlar arka arkaya yapıldı. Bir de tren istasyonunun olduğu yerde darağaçları kuruldu, ben oradaki idamları görmedim…